Haldun Solmaztürk
“Biz kendimiz yapmıyoruz; bize yaptıran Allah’tır.!”
Erdoğan “ABD’nin kurduğu sistemi tasfiye etmiş”, önümüzdeki seçim, Batı'nın ‘siyasi darbe’ girişimi, “İşgalcilere karşı istiklal mücadelesi” imiş.
Yirmi yıl önce nasıl geldiklerini hatırlıyor musunuz.?
1990’larda “Benim emir-komuta merkezim ‘Papaz elbisesi giyeceksin’ diyorsa giyerim” diyen birileri demokrasiyi ‘araç’ olarak kullanıp inecekleri durağa gitme çabası içindeydiler.
Amerika, Balkanlar’daki savaşlardan sonra gözünü tekrar Orta Doğuya dikmişti. Bekledikleri fırsat 11 Eylül 2001 saldırılarıyla geldi. Irak’a saldırı için Türkiye’nin işbirliği gerekiyordu ama iktidarda Ecevit’in ANASOL-M hükümeti vardı ve Türkiye ciddi bir mali krizin içindeydi.
İktidardaki kadro değiş(tiril)meli ve para—ve akıl—bulunarak desteklenmeliydi…!
Para, Uluslararası Para Fonu, IMF’deydi. ‘Akıl’ olarak da Dünya Bankası’ndan Kemal Derviş bulundu. Derviş, devlet bakanı oldu ve IMF ile kapsamlı bir program için anlaşıldı.
Tam toparlanma başlamıştı ki ‘kin ve düşmanlık’ yaymaktan başka marifeti olmayan biri “3 Kasım’da seçim yapalım” deyiverdi. İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan ertesi gün DSP’den istifa ettiler. Yeni Türkiye Partisi girişimi toplumda bir heyecan ve umut yaratmıştı; 63 milletvekili DSP’den istifa ederek YTP’ye katıldılar. Derviş de önce onlarlaydı ama sonra yolda bırakıp CHP’ye katıldı ve İstanbul’dan milletvekili seçildi. (YTP 3 Kasım’da %1,15 oy alabildi. 2004 yerel seçimlerinden sonra CHP’ye katılacaktı.)
AKP, 3 Kasım’da %34 oyla iktidar, CHP de ‘tek başına’ muhalefet oldu.
Görev (!) başarılmıştı ama Erdoğan yasaklıydı…!
Hemen atladı Amerika’ya gitti; 10 Aralık’ta Oval Ofis’te Başkan Bush’un yanında, gazetecilere “Bu hafta [Amerika ziyareti] bizler için çok önemli” diyordu.
Gerçekten de öyleydi; Irak tezkeresi şekilleniyordu.!
Kuzey Cephesi için Türkiye’ye 62 bin Amerikan askeri, 255 savaş uçağı, 65 helikopter gelecekti.
Bush Erdoğan’a, Erdoğan da Genelkurmay Başkanı Özkök’e güveniyordu ama Özkök topa girmedi ve tezkere Meclisten geçmedi. Stratejik ‘ortakların’ hesabı tutmamıştı.
Bedeli ‘çuval olayı’ oldu—hani Erdoğan’ın ‘Müzik notası mı?” dediği olay…
O arada, nasıl olduysa, Baykal ve A. Necdet Sezer’in de destek verdiği süreçle Erdoğan’ın siyasi yasağı kaldırılmış ve 9 Mart’ta milletvekili seçilip 14 Mart’ta başbakan olmuştu, Elhamdülillah.!
ABD’yi kaybetmemek (!) için çok çabaladı ve başardı: 28 Ocak 2004 günü yine Oval Ofis’teydi. Gündem Kıbrıs’tı; “En kısa zamanda bir çözüm bulmak konusunda kararlıydı”, buldu da.!
Nisan 2004 Annan referandumu sonrası Kıbrıslı Rumlar Avrupa Birliği’ne tam üye oldular.
Bush Haziran 2004’te Ankara’ya geldi. Tam istediği olmuş, Kıbrıslı Rumlar BM Planını reddetmiş ama AB’ye girmişlerdi. Erdoğan sözünü tutmuştu; ABD de Türkiye’nin AB üyeliği için ‘Elinden geleni’ [a.b.] yapacaktı…?
Derviş Mayıs 2005’te milletvekilliğinden istifa etti ve görevini yapmış olmanın gönül huzuru içinde Amerika’ya döndü. (Karısı bir türlü Türkiye’ye alışamamıştı. LOL)
Kıbrıs ve Irak geride kalmıştı; şimdi sırada Condoleezza Rice’ın ‘yapıcı kaos’ konsepti ve Büyük Orta Doğu Projesi vardı. Erdoğan 8 Haziran 2005 günü yine Oval Ofis’teydi. Bush, Erdoğan’ın “BOP’a verdiği güçlü desteğe minnettardı”. Artık “Türkiye’nin Orta Doğuda verilmiş bir görevi vardı” ve Erdoğan, “BOP’un eş başkanlarından biriydi, o görevi yapıyordu”.
Birilerinin Fethullah Gülen Hoca Efendi ‘Hazretleri’ zaten 1999’dan beri Pensilvanya’daydı.
İçeride Ergenekon’la başlayan kumpaslar sürerken Irak ve Afganistan’dan sonra Mısır, Libya, Suriye, İran, Yemen—tüm Büyük Orta Doğu—yangın yerine döndü.
Libya, Suriye ve Yemen’den sonra en büyük zararı Türkiye gördü. Sınırımızın hemen ötesinde kurulan PYD/PKK devleti, ‘Cihatçı’ emirlikler, milyonlarca sığınmacı, yüz milyarlarca dolarlık kayıplar sadece milli güvenliğimize değil ekonomimize ve sosyal yapımıza da zarar verdi.
Hiçbir kanun, kural, kavram ya da değer tanımadan, her türlü yola ve yönteme başvurarak, acımasızca, sadece güç, çıkar ve bir türlü tatmin edilemeyen o şişkin egoları için çalıştılar.
Herşeyi o ‘dava’ ve ‘Dârü'l-harb’kavramlarıyla meşrulaştırdılar. Dava için her yol mübahtı çünkü Türkiye – yönetim şekli cumhuriyet ve rejimi demokrasi olduğu sürece – Darül Harb idi.
Hezeyan içinde “Biz kendimiz yapmıyoruz. Bize yaptıran Allah’tır” diye bas bas bağırdılar.
Artık gidiyorlar.!
Kendi yarattıkları, büyüttükleri, cehalet ve yobazlıkla besledikleri ve artık kaybettiklerini bilmenin öfkesiyle kustukları o kin ve nefretin içinde boğulacaklar.
Nasıl geldiklerini doğru anlayalım ve anlatalım ki böylesine belalar bir daha başımıza gelmesin.
Düşün artık bu ülkenin yakasından…
Hemen şimdi…!