“Ben evimdeki perdeleri söküp kefen gibi giyip kimse için sokağa çıkmam. Bizim için yaşam önemli!”

Tiyatronun usta ismi Levent Üzümcü, 58. Uluslararası Troia Festivali’nde, ‘Aziz Nesin Kabare’ oyununu seyirciyle buluşturmak için Çanakkale’deydi. En klişe tabirle özetleyeyim: Bir dokundum, bir ah işittim. Ama son sözü ‘umuda’ bırakmayı ihmal etmedi: “İki tane çocuk yaptım ben. Niye umutsuz olayım? Ben umutsuzluğa düşersem onlar vatansız kalacak.”

Bu hafta, bu köşede kulvar dışında çıkıyorum. Çünkü sadece sanatıyla, oyunculuğuyla değil toplumun, ülkesinin meselelerine evvelden beri sesini çıkarmaktan çekinmeyen, sanatın, sanatçının derdini kendi sırtına yükleyerek bildiğinden şaşmadan yoluna devam eden usta isim Levent Üzümcü, bu yıl 9-13 Ağustos tarihleri arasında düzenlenen 58. Uluslararası Troia Festivali kapsamında ‘Aziz Nesin Kabare’ oyununu sahnelemek için Çanakkale’deydi. Üzümcü’yü kaçırmayıp hem kendisinin hem de meslektaşlarının özellikle pandemi lanetinden nasıl etkilendiğini, Türkiye’deki var olan (!) sanat ortamını, önümüzdeki süreci onun gibi bir isimle konuşmamak olmazdı. Oyundan yarım saat önce Çanakkale Amfi Tiyatro’nun ışıkları hazırlanırken Levent Üzümcü’nün olmayı en çok sevdiği yerde, sahnede, ‘kayıt’ tuşuna bastım. Gerisini kendisinden dinleyelim…

Kaseti pandemi sürecinin başına alarak başlamak istiyorum. Bu süreçten en çok etkilenen sahne emekçilerinden biri olarak durumu özetleyebilir misiniz?

Haliyle iki arada bir derede kaldık. Bir yanda sanat var bir yanda sağlık var. Ama sanatın alıcısı olabilmek için de yaşıyor olmak lazım. İnsanların yaşıyor olması çok çok daha önemli. Benim Anayasa’nın 64. maddesine atıfta bulunduğum eylem de bunu gösteriyordu. Devletin sanatçıyı koruyup kollamasına neden olacak bir zamanda yaşıyoruz. Buna dikkat çekmek istemiştim.

Sonrasında bir ‘yarı açılma’ yaşadık…

Evet. Sonra gene kapandı. Türkiye’de liyakat olmadığı için iş bilmezlik çok geçer akçe oldu. Saçma sapan her şey birbirine giriyor. İşi bilen, işin nasıl olması gerektiğini bilen, nasıl önlem alınması gerektiğini bilen insanların hiçbirisi görevde değiller.

Bu süre zarfında sanatçıların seslerini yeterince çıkarttığını düşünüyor musunuz?

Ben diğerlerine çok bakmıyorum. Benim hiç kimseden bir beklentim yok. O da sesini çıkarsın, bu da sesini çıkarsın demiyorum. Ben sadece ne düşünüyorsam, ne hissediyorsam onu söylüyorum. Onlar ne yaptı ne yapmadı bilmem. Herkesin kendini bağlayan bir şey.

Sonunda da 1 Temmuz’da tamamen ‘açıldık’. Sahne sanatları bir nebze olsun nefes alabilse de tabiri caizse sahne emekçilerine doğru düzgün ‘ekmek çıkmadığını’ söylemek pek mümkün değil. Müzisyenlere bu soruyu sorduğumda “Yaşayamıyoruz” demişlerdi. Sizde durum nedir? Yüzünüz az da olsa güldü mü?

Müzisyenlere göre daha az. Müzisyenler her saatte çalabiliyorlar. Ama burada oynamak için havanın kararmasını beklemek zorundayız. Müzisyen kardeşlerimiz gün içinde çalabilirler ama bu sahne sanatlarını vuran bir şey. Seyirci geliyor seni izlemeye. Bir buçuk metre mesafe. Şuraya beş kişi oturabiliyorken bir kişi oturuyor. Bitti, gitti işte. Çok fazla insana ulaşması gereken sanatlar bunlar. Ama şu an onu sağlayamıyoruz. O yüzden şu iyi geçirdi, bu kötü geçirdi diyebileceğimiz bir durum yok. Sahne sanatlarının hepsi için çok kötü geçti.  

Genco Erkal, sosyal medya hesabından, “Oyunlarımızı sürdürmek için açıkhavada sahne istiyoruz. Maalesef araştırdığımız kentlerde ya hiç sahne yok ya da belediye, kayyum, rektör sahneyi bize vermiyor,” açıklamasında bulundu. İnsanlar bunca zamandır sanata açken böyle bir uygulamayla karşılaşmak nasıl bir politikanın ürünü?

Aslına bakarsan Genco Abi burada AKP’li belediyelerde bahsediyor. Ya da işte Güneydoğu Anadolu bölgesinden bahsediyor. Buralara giremezsin! Normal şartlarda da giremiyoruz. Sadece kayyumla ya da pandemiyle ilgili bir şey değil. Ben Diyarbakır’da oyun oynayamıyorum mesela.

Neden?

Çünkü sahnelerden biri AKP’nin borazanı olan Devlet Tiyatrosu’nda, diğeri AKP’nin müftülüğünde, diğeri AKP’nin Emniyet Müdürlüğü’nde, valilikte… Hiçbiri bizim valimiz, kaymakamımız değil ki! Onlar AKP’nin borazanları. Onları getirmişler bir yere koymuşlar. Alacakları kararlarda da şöyle düşünüyorlar: Burada olsa o ‘beyefendi’ olsaydı nasıl karar verirdi? Siz de ona göre düşünüp karar verin diyorlar.

Bu sorduklarımın sonucu doğrultusunda AKP’nin bir kültür sanat politikası olduğunu düşünüyor musunuz?

Hayır! Onların iktidarı kaybetmemek dışında hiçbir politikaları yok. Yaptıkları her şey o koltuğun gitmemesi üzerine yapılıyor. Bizimle hiçbir ilgisi yok. Kendine oy verenlere bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Kendileri bir dünya yaratmışlar. Ya bu dünyadansın ya vatan hainisin! Bütün temellerini de bunun üzerine kurdular.

Sezonun başlama ihtimalini düşünürsek; hem biz seyirciyi hem siz sanatçıları neler bekliyor olacak?

Bir iki tane grup tiyatro çalıştı. Biz çok fazla oynayamadık. Ben Şehir Tiyatroları’nda beş tane oyun oynadım ‘Rüstemoğlu Cemal’in Tuhaf Hikayesi’. Pandemiden dolayı bitti. Bizler yeni bir şeyler üretemedik. Çok az tiyatro yeni şeyler üretti. Tiyatrosuz geçen iki yıldan bahsediyoruz. Hazırlayabilmiş olanlar hazırlamışlardır ama çok fazla kişi olduğunu zannetmiyorum.

Online oyunlar oynandı bu arada. Tiyatrocular finansal olarak biraz da olsa yardımı olduğunu söylüyorlar…

Finansal olarak bir şey yaratmıştır ama o bir tiyatro değil. Bunu dijital platformu aşağıladığım için söylemiyorum. Tiyatro seyirciyle oynanan tenis maçı gibi bir şey. Tiyatronun dijital platforma aktarımı kesinlikle tiyatro değil.

Son olarak bu yaşadıklarımız sonucunda çözüm ne olmalı?

Anayasa’nın 64. maddesinin uygulanması! Bu kadar net. Kadıköy’de anlatmaya çalıştığım oydu. Sen devletsin, ben devletim. Hepimiz devletimiz. Ama kendini devlet zanneden hükümet, kendi varlığının devamı için kendisine oy verenleri devletleştirmiş durumda. Bizi devletin dışına itti.

Bu sizde nasıl bir motivasyon sağlıyor peki?

Israr etmeye devam etmek gibi bir şey. Anlatmak isteği, anlatmak isteği devam ediyor bende. İnsanlara devletle hükümetin arasında farkı anlatmak istiyorum ama şu anda devlet ayrı hükümet ayrı gibi bir şey yok. Türkiye’de yasama, yürütme, yargı tek kişinin elinde. Hükümet kendini devlet zannediyor. Devlet de hükümet nasıl davranırsa öyle davranıyor.

Sabretmekten bahsettiniz. Hiç vazgeçmeyi, bırakmayı düşündünüz mü?

O senin kişilik özelliğin. Benim iki tane çocuğum var. Büyük olan Ada 19 yaşında ve AKP dışında hiçbir şey bilmiyor. Ama gönderemedik değil, gitmediler. Seçmen kitlesi var. Ama şu anda tek dertleri iktidarı kaybetmemek. Basit olarak düşünüyorsun. Seçim olur. Gidersin. Ne olacak ki? Kaybedince ne olacak? Perdeler aralanacak da biz arkasındakileri mi göreceğiz? Herhangi bir İskandinav ülkesinin yüz yılda yaşayacağı şeyi biz bir günde yaşıyoruz. Ama hiçbir şey olduğu yok. Kendilerince sağlam addettikleri bir gruba yaslanmışlar. Ama suç suçtur ve zaman aşımına uğramaz.

Bu söylediklerinizden umutsuz olmadığınızı çıkartıyorum…

İki tane çocuk yaptım ben. Niye umutsuz olayım? Ben umutsuzluğa düşersem onlar vatansız kalacak. Ben evimdeki perdeleri söküp kefen gibi giyip kimse için sokağa çıkmam. Bizim için yaşam önemli.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Burak Soyer Arşivi