Mithat Baydur
Batıya giden geminin güvertesi
2016’dan bu yana Türkiye, batıya karşı oldukça mesafeliydi… Bunda da haksız değildi… 15 Temmuz 2016’da, bir kalkışma ile karşılaşmış ve ABD Başkanı Obama, 3 gün sonra “Geçmiş olsun” demiş, Başkan Yardımcısı Biden da 45 gün sonra Türkiye’yi ziyaret etmişti…
Oysa Türkiye bir NATO ülkesiydi. Ancak 1952’den itibaren, Türkiye’nin NATO ve ABD ile ilişkilerinde, saadetten çok hüsran ve hayal kırıklığı egemendi. Türkiye 19. yüzyılın başından itibaren Osmanlı kuruluş yıllarında bile yürüdüğü Batı ile bu kez kurumsal ve medeniyet ölçüsünde teşvik ve pratik güncelleme yapıyordu…
Bahçeli bağırıyordu; “Bizim için PKK neyse, FETÖ de odur… 15 Temmuz 2016’da vatan kurtarılmıştır… Devlet kurtarılmıştır. NATO, heyecanlı bir futbol müsabakasını seyreder gibi ihaneti seyretmiştir. (Sanki diğer müdahalelerde engel oldu… Bahçeli “our boys have done it.”(Bizim çocuklar başardı.) Repliğini unutmuşa benziyor. 12 Eylül alkışlarla karşılandı ve cumhuriyet tarihinin en ağır idam cezaları, sürgünler, vatandaşlıktan çıkarılma, fişleme gibi ağır yaptırımlarla karşı karşıya kaldı.
Kaldı ki, Türkiye İsveç’e “PKK gibi bir terör örgütüne çok fazla manevra alanı açıyorsun, ülke içinde örgütlenmesine, eylem yapmasına ve propaganda faaliyetlerine göz yumuyoruz!” şeklinde karşı çıkarken, ABD aynı örgütün Suriye uzantısını 7-8 senedir giydiriyor, kuşatıyor, eğitiyor ve donatıyor!
Hükümetin Çıkış Göstermemesi Düşündürücü
O hâlde, İsveç’e karşı çıkarken aslında ABD’ye mi karşı çıkılıyordu? Ya da İsveç’e mizansen olarak karşı çıkılıp ABD ile yeni bir pazarlık dengesi mi kuruluyordu?
Öyle ya, terör konusunda da bu kadar hassas olan (olması da gereken) iktidar, muhalefeti montaj kasetlerde, teröre destek veriyormuş izlenimi ve algısı yaratıp hırpaladıktan sonra, PKK’yı bir terör örgütü olarak tanımış olup da, Kuzey Suriye’deki tezahürlerini bağrına basan ABD’ye, bu konuda NATO genişlemesini bloke edecek bir çıkış göstermemesi düşündürücü!
İsveç PKK’yı fonlamaktan ve destek olmaktan vazgeçse de, güney sınırımızın az ötesinden, düzenli eğitim gören ve Zelenski ile birlikte ABD’den ciddi askeri yardım ve teçhizatı olan bir örgüt var. İsveç’i tartışma konusu yapıp bu realiteyi görmezden gelmek veya ertelemek, Türkiye’nin İsveç ekseninde farklı bir pazarlık, farklı bir denge ve yeni dinamikler çerçevesinde bir bölgesel okuyuş ile, yeniden daha derin arka planı olan bir mecraya rücu ettiğini gözlemliyoruz.
Elbette jeopolitik, jeostratejik, implikasyonları olan bir dönem bu!
Elbette askeri-politik izdüşümleri olan bir tercih bu…
Tür İnsanı Batı Değerlerini İçselleştirdi
Ama sosyo-kültürel minvalde devasa bir tortusu olan bir mecra aynı zamanda…
Genç işsizler ve Türkiye’de umudunu kesmiş iyi eğitimli (çoğu Boğaziçi, ODTÜ, İTÜ mezunu) gençler Batı’ya gidiyor! Kimse “Moskova’ya, Kırgızistan’a, Türkmenistan’a gideyim ve orada istihdam edileyim” demiyor.
İngiltere’nin son dört yılda kabul ettiği Türk sayısı 200 binin üzerinde. Onlar Londra’da Amsterdam’da, bazı Alman şehirlerinde…
Dolayısıyla, Türk insanının gözünde ve ruhunda Batı değerleri nispeten içselleştirilmiş. Seçimi ve sandık demokrasisini seviyor, ordusunu seviyor ama militarist ögeleri sevmiyor, özgürlüğü hissetmek istiyor ve zenginleşmek istiyor. (Bu başlıkların hepsinin ayrı bir tartışma konusu olduğunu biliyorum ve kabul ediyorum.)
Bu bağlamda, meşhur sakallı Celal’in, “Türkiye Doğu’ya doğru giden bir geminin güvertesinde Batı’ya doğru koşan insanlara benziyor” tespitini 200 yıllık Batı ve modernleşme dairesi içinde cebelleşme sonrası, “Türkiye Doğu’ya doğru giden bir geminin güvertesinde Batı’ya doğru koşan insanlara benziyor” şeklinde düşünmek lazım. Bu yüzden yazının başlığı o şekilde oluştu.
Bu sosyo-kültürel arka planı çok kısa ve sadeleştirilmiş biçimde koyduktan sonra, Türkiye’nin süratle, NATO, ABD ve Batılı liderlerle hızlı ve baş döndürücü biçimde kucaklaşma sebeplerini maddeler hâlinde tartışmaya çalışalım;
Türkiye’nin S-400 hâmlesi, Batı’ya meydan okumak ve önemini Batı’ya tekrar hatırlatmak amacını taşıyorsa da (Bir NATO ülkesinin, Rus silahını ve hava savunma sistemini alarak kime karşı kullanacağı hâlâ meçhuldür.) herhangi bir yankı uyandırmadı.
Batı, Ukrayna’ya adetâ bir enstrüman gibi kullanarak (Ukrayna halkına hiç acımadan ve gözyaşı dökmeden…),
Ukrayna’yı feda etme pahasına hem Rusya’yı yıprattı hem de Rus saldırı ve savunma kabiliyetini test etti.
Uyguladığı ekonomik ambargolarla, Rus ekonomisi ciddi zarar gördü. Rus gençleri hem askere alınmamak hem de geleceklerini ipotek altına koymamak adına ülkeden çıkış yolları arıyorlar.
Batı, (özellikle Avrupa finans çevreleri) Rusya’nın 270 milyar Euro’suna el koydu. Önce hesapları dondurdu. Şimdi harcama yetkisi istiyor… Bu manevra Rusya’nın manevra alanını iyice azaltıyor
Batı istihbaratının da içinde olduğu anlaşılan Rus paralı askerler topluluğu WAGNER (ABD ve Alman istihbaratının yürüyüşü önceden haber olduğu tartışılıyor.) Belarus’un araya girmesiyle durdu. Bu, otoritesi hiç tartışılmayan Putin ve Rusya’nın karizmasını fena hâlde çizdi. (Bu konuda benim şu kitabıma bakmanızı da naçizane tavsiye ederim: “Devlet, Sermaye ve Paralı Askerler-(Savaş ve Çatışmaların Özelleşmesi) Prof. Dr. Mithat Baybuk/Dr. Şener Çelik)”)
Almanya ve Fransa, ABD’nin transatlantik çerçevesinde monolitik bir askeri-politik bütünleşme stratejilerinin, AB’nin güvenlik konseptine zarar verdiğini, savunma örgütü yerine, daha küçük ama mobilizasyon ve caydırıcı gücü olan paktlar oluşacaksa,(ki, çok muhtemel…) bu gelişmenin içinde olmak istiyor.
NATO dışında kalarak değil, Türkiye bizatihi yeniden NATO’nun önemli gücü olarak, sınır güvenliği ve teröre karşı ortak her cephe anlayışını örgütün içinde anlatmayı daha fonksiyonel görüyor.(Bu, tamamen doğru bir yaklaşım…)
NATO genişlemesini, sadece Rusya ve Avrasya bölgesi değil, bizatihi ABD’li akademisyen ve stratejistler de eleştirdi. Örneğin, aggressive-realist ekolün önemli ismi, John Mearshimer, Rusya Küba’ya geldiğinde nasıl tedirgin olduysanız, Rusya da sınırına dayandığınızda sizden tedirgin olmuş ve bu giderek 3. Dünya Savaşı’nı tetikler…” demişti.
Nihayet, günün birinde para sistemiyle, bozulan gelir dağılımını düzeltme rejimiyle, güvenlik örgütüyle yeni bir dünya nizamı savaştan geçecekse, Türkiye de o savaşta macera aramadan koltuğunu sağlama almak istiyor olabilir.
ABD’nin Baltık’dan Karadeniz’e kadar Rusya’yı çevreleme ve hatta, Karadeniz’de de manevra alanını daraltma bağlamında, ( zaten Bulgaristan’da ABD üs ve askeri yapılanmaları, Romanya’da İHA üsleri, Ukrayna’yı sürekli tahkim etmesi, Gürcistan ile temasının devam etmesi; NATO ve ABD’nin bu bölgede de Rusya’yı kıpırdayamaz hale getirmek amacını gösterir) Yunanistan’a verdiği silah ve yaptığı ikili anlaşmalar hem kuzeyde hem de Doğu Akdeniz’de Rusya’yı tecrit planı çerçevesindedir. Ancak Türkiye- ABD ilişkileri soğumaya yüz tutarken, ABD , Yunanistan ’ı sahaya sürmüş ve bu arada Türkiye ile Yunanistan arasındaki 7/10 dengesini bozmuştur... Türkiye’nin de bu arada savaş uçağı ihtiyacı ve var olan uçakların modernizasyonunun acil gerçekleşmek zorunda olması, Türkiye ile ABD’yi modus vivendi durumuna getirmiştir…