Mehmet Şandır
Batı'nın çöküşü
Geçen hafta, iki milyar Müslüman’ın kutsal kitabına hakaret edildi.
Öncelikle, insanın/insanların kutsal bildiği değerlere hakaret edilmesine karşı çıkmalıyız, kınamalıyız. Bu bir insanlık görevidir. İnsan olarak her birimiz ve toplum adına görev yapmak iddiasında olan her kurum; özellikle de medya kuruluşları bu konuya öncelik vermeli ve samimi bir duruş göstermelidir.
İsveç’te iki kişi, İsveç Yüksek Mahkemesi’nin kararı sonrasında polisin gözetimi altında ve davet edilen kameraların önünde Kurban Bayramının birinci günü, bayram namazından çıkan Müslümanlara karşı Kur’an’ı Kerim’i önce çiğnediler, sonra içine domuz salamı konulan bazı sayfaları yırttılar ve yaktılar.
Irak asıllı Salwan Momika ve Afrika kökenli Chris Makoundout, 2023 Şubat ayında Kur'an-ı Kerim’i yakmak istemişler; polis güvenlik gerekçesiyle bu provokasyonlara izin vermemiş.
Momika ve Makoundout, polisin kararını mahkemeye taşımış.
İsveç İdare Mahkemesi "güvenlik riski endişelerinin" gösteri yapma hakkını sınırlamak için yeterli olmadığını savunarak polisin kararını 4 Nisan'da iptal etmiş. Bunun üzerine Stockholm polisi kararı yüksek mahkemeye taşımış. Yüksek mahkeme, idare mahkemesinin bu kararını onaylayarak polisin "Kur'an-ı Kerim yakma yasağını" 12 Haziran 2023 tarihinde kaldırmıştır. Şahıslar eylem için 28 Haziran 2023 tarihini yani Kurban Bayramının birinci gününü beklemişler, kendilerince en uygun zamanda ve en uygun mekanda gösteri yapma haklarını kullanmışlardır.
İsveç’te Kur’an-ı Kerim’i veya bir başka dine ait kutsal kitabı yakmak veya kendinden farklı gördüğü bir topluma ve değere hakaret etmek; bunun için gösteri ve yürüyüş yapmak İsveç Yüksek Mahkemesi tarafından “bireysel hak ve özgürlük alanı” içine alınmıştır. Artık bunun tersini söylemek suç haline getirilmiştir. İsveç Yüksek Mahkemesi, bu kararı ile bu durumu artık bir anayasal hak ve hukuki teammül haline getirmiştir.
Bu menfur eylemi yapan bu iki şahıs, birilerinin tanımladığı gibi meczup mu?
Bu olayın sorumlusu bu şahıslar mı?
Yoksa sorunlu ve sorumlu olan İsveç Yüksek Mahkemesi midir veya mahkemenin uyguladığı İsveç Anayasası ve buna dayalı hazırlanan kanunlar mıdır?
Daha doğru soru şudur; Anayasa ve kanunlar ait oldukları toplumun inanç, düşünce ve değerlerini temsil ederler, yansıtırlar. Bu menfur eylemin mantığını besleyen kaynak İsveç halkının düşüncesi ve inancıdır, hatta onu besleyen medeniyettir.
Kısacası bu eylemin arkasında “Batı medeniyeti” vardır, Batı medeniyetinin ayrıştırıcı, ötekileştirici, şövenist tavrı vardır.
Bu eylem, İsveç’e özel değildir, bugüne de ait değildir. Daha önceki tarihlerde İsveç’te, Hollanda, Danimarka, Belçika, Fransa gibi birçok AB ülkesinde birden çok defa bu ve buna benzer eylemler tekrarlanagelmiştir. Protestolar olmuş, olaylarda hayatını kaybedenler olmuş, ancak hiçbir Avrupa ülkesi bu aşağılık durumu düzeltmek için bir hukuk düzenlemesi yapmamıştır. 2015 yılında Paris’te Charlie Hebdo Dergisi’nin Müslümanların peygamberi Hz. Muhammed’in karikatürlerini yayınlaması sonrasında çıkan olaylarda onlarca insan ölmüştü. Dergi aynı karikatürleri 2020 yılında tekrar yayınlamış, yine olaylar çıkmıştı. Avrupa, kutsal değerlere hakaret edilmesini sıradanlaştırmış bulunmaktadır. Avrupa’da yaygın ve sürekli yaşanan İslam dinine ve Müslümanlara hakaret eylemleri artık, “Batı medeniyetinin sonu gelmiştir” iddialarına haklılık kazandırmaktadır.
1991 yılında Soğuk Savaş dönemi sona erince; komünizm ve Sovyet Rusya küresel yarıştan çekilmek durumunda kalmış, kapitalizm yani Batı medeniyeti zaferini coşku ile kutlamıştı. ABD’li düşünürlerden Francis Fukuyama, “Tarihin Sonu” geldi, Samuel P.Huntington da artık “Medeniyetler Çatışması” yaşanacak; bütün insanlık ve tüm devletler liberal demokrasiye yani Batı medeniyetine teslim olacaklar demişlerdi.
İşte bu iddianın artık “Sonu” geldi.
Bu son olayla Batı medeniyetinin dışlayıcı karakteri bütünüyle ortaya çıkmıştır; artık toplayıcı değil dağıtıcı/dışlayıcı bir anlayışa dönüşmüştür; manevi gücünü kaybetmiştir. Ayrıca Afganistan, Ortadoğu, Güneydoğu Asya, Ukrayna gibi çatışma alanlarında hezimete uğramıştır. Böylece maddi gücünün de tükendiğini gördük.
Bence
Bertrand Russell ve Oswald Spengler gibi birçok Batılı düşünürün kehaneti yani “Batının Çöküşü’ gerçekleşiyor.
Bizim medeniyetimizde; birlikte yaşamanın ön şartı, ‘farklılıklara’ saygı göstermektir, saygısızlık yapılmasına, ötekileştirilmesine, değersizleştirilmesine özellikle de hakaret edilmesine karşı çıkmaktır. Bu davranış bir sosyal zorunluluktur. Farklılıklarımız ve kutsal bildiklerimiz özelimizdir ve saygıya layıktır. Sosyal bir varlık olarak insanın huzuru, refahı, gelişmesi ve geleceğe güven içinde bakabilmesi, içinde yaşadığı toplumun ve vatandaşı olduğu devletin böyle davranacağından emin olmasına bağlıdır. Gerçek “sosyal sigorta” ve medeniyet budur.
Türk milletinin bu anlayışı ve yaklaşımı tarihen sabittir.
Öncelikle ülkemizin, milletimizin ve medeniyetimizin değerini bilelim!