ABD ile AB’de DDD Dönemi ve Afganistan

Şimdi hemen herkes soracak, “Nedir bu DDD?” diye. DDD; “Demokrasiyi Değersizleştirme Döngüsü”…
AB ve ABD adeta insan hakları, serbest ve adil seçimler, çoğulculuk gibi konularda demokrasi ve insan haklarının beşiği, hamisi ve kaynağı olduklarını yüksek sesle haykırır durur. AB ve ABD yerine total olarak BATI demeyi tercih edersek, işte bu BATI’nın izlediği yanlış politikalar sonucu Afganistan düştü. Düştü derken, yüzyıl başından bu yana modernite içinde bir üslup, bir mecra, belki bir sentez arayışı içinde olan Afganistan, bugün ancak IŞİD ile mukayese edilen bir cihadist örgüt tarafından yönetilecek.

Bu BATI, insanlar arasında diskriminasyon yapıyor, istemediği insan kümesini almamak için ölümüne göz yumuyor. “Al parayı, kapat bana kapıyı” diyerek bu sosyolojik dalgaya sırt çeviriyor. Önceleri her yana medeniyet (!) götürme çabası vardı BATI’nın. Hatta bu işi öyle içselleştirmişti ki Rudyard Kipling bu medeniyet (!) götürme çabasının , “White man’s burden” (Beyaz adamın meselesi) olduğunu söylüyordu. Yani önce ona dokunacaklar, sonra sömürecekler ama sonunda da kolonyalist bir yaklaşımla Batı’ya öykünmesini sağlayacaklardı.
Şimdi ise Batı adeta şöyle diyor:
“Bizimki medeniyet. Yok sana serbestiyet… Giremezsin ilelebet…”
Bu arada ABD Afganistan’da olanlara ses çıkarmıyor. Rusya, ehven-i şer görüyor. Zira Rusya’nın arka bahçesi “Türki Cumhuriyetler” de IŞİD olmaktansa, yayılmacı ve istikrarsızlaştırıcı olmadığını düşündüğü Taliban’ı adeta olumluyor. Çin görüşebileceğini düşünüyor.
Birçok ülkenin aksine Türkiye de Taliban’ı bir terör örgütü olarak görmediğini ifade ediyor.
Ya Birleşmiş Milletler ne yapacak? Kürsüye kafa kesen bir örgütün temsilcisinin gelip konuşmasını içine sindirebilecek mi?!

Peki, senelerce Türkiye’ye insan hakları, demokrasi dersi vermeye kalkan, Kopenhag Kriterleri’ni hatırlatan AB başka ne yapıyor? Viktor Orban’ın ve Macaristan’ın sırtını sıvazlıyor. Orban, kamuya ayar veriyor, iş dünyasından iş vereceklerini kendi ayıklayarak seçiyor. Son bir senede bir milyon kişinin terk ettiği Macaristan’da bir beyin göçü travması yaşanıyor. Medya, Orban tarafından muhalefet susturularak kontrol ediliyor. Ve AB bunu ürkekçe izliyor. Bu durumda tabi ki “Demokrasiyi değersizleştirme döngüsü (DDD) Batı’yı içine aldı” deriz.
Afganistan özelinde jeopolitik tespitlere gelince… Diyebiliriz ki ABD’nin kurduğu ordu hiçbir yerde direnemedi. ABD’nin jeopolitik bir yenilgisi daha gerçekleşti (Irak, Suriye ve Afganistan). Bunun önemli sebeplerinden biri de rahmetli Şerif Mardin’in ünlü “Merkez -Çevre” modeli üzerinden yaklaşırsak, ABD’nin Afganistan merkezi dışında çok geniş bir çevreye nüfuz edememesidir. Üstelik ABD istihbaratının bizatihi çekiliş sonrası “Taliban Kabil’i 1,5 senede alır” raporu neredeyse 1,5 haftada boşa çıktı. Bu bir siyasal öngörüsüzlük ve siyaseten “cüceleşme” resmidir. Afgan ordusu savaşmadan çekildi, ABD ordusu hava desteği vermedi. Netice olarak bir çıkarımda bulunmak gerekirse, son 10 günde yaşananlar Taliban’ın gücünden çok ABD yetiştirmesi Afgan ordusunun güçsüzlüğü ve isteksizliğidir.
Modernite ile entegre olmamış bir geniş yoksul sınıf (okuma yazma oranı çok düşük, 0-1 yaş ölüm oranı 1000 bebekte 144 ve aile başına düşen 6 çocuk ile az gelişmişliğin numune ülkesi) ve kazanımlarının çoğunu kaybetmiş bir Afgan orta sınıfı. Belli ki Taliban, yeni Alman hükümeti ve İsrail’in son hükümeti gibi geniş bir yelpazede ittifaklar arayacak. İttifakların ve Taliban’ın uzun ömürlü olup olamayacağı bu ittifakların kudreti ve sürdürülebilir olmasına veya olmamasına bağlı kalacak.

Bir toplumu güçlü kılan parametrelerden biri de toplumun veya milletin (çoğu kez millet diye adlandırdığımız entite bir azınlıklar koalisyonudur) ortak bir irade, hedef ve sembollerdeki uyumudur. Bu harmoni tınısı ve sosyal doku ilmekleri bozulduğu anda toplum istikrar ve ritmini kaybeder. İşte Batı’nın almadığı ya da almak istemediği sığınmacı dalgası Türkiye’yi bir göç toplanma merkezine dönüştürüyor. Makro ekonomik dengelerin bozulduğu ve neredeyse hiçbir şeyin artık iyi gitmediği Türkiye’de Batı’nın istemediği sığınmacının kabul edilmesi, Batı’nın istemediği atık ve çöplerin ithalat kalemleri içine girmesi, alt kategoride bir ülke olmanın sessiz ve çaresiz ikrarı anlamına da geliyor.
Pandemi döneminde iyice unutulan insani ve ahlaki değerleri hatırlamanın ve hatırlatmanın bunları içimizde ve çevremizde yaşatmanın bir zenginlik ve erdem olduğunu bilmeliyiz.

Türkiye hâlâ, askeri nakliye uçağına yapışmış insanları 100 metreden aşağı atmayı göze asla almayacak bir fazilet beldesidir. Ama evindeki çocukları yeterince doyuramayan bir babanın kumar oynamaması gerektiğini de bilen bir eda ile hareket etmelidir. Türkiye son 30 yılda ABD’nin bedel ödettiği ülke oldu. Irak göçmenleri, Suriye göçmenleri ve Afgan göçmenleri ağırladı ve ağırlıyor.
Türkiye kimsenin arka bagajı olamaz..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mithat Baydur Arşivi