Emre Tansu Keten
Üniversite düşmanı akademisyenler
Halkımız bir üniversitenin, bulunduğu şehre bilimsel katkısını %8 oranında önemserken, aynı araştırmaya göre, aynı halkımız üniversitenin en büyük zararının, %50 oranında, ahlaki bozulma olduğunu söylüyor. Palandöken’in açıklamasını göz önüne alırsak, geçen onca yılda ekonomik beklentinin, ahlaki kaygının önüne geçtiğini söyleyebiliriz. Bu nedenle Sofuoğlu’nun açıklamaları aynı zamanda ekonomik bir alanı tehdit ediyor, tabiri caizse kendi ayağına sıkıyor.
AKP üniversiteye karşı açmış olduğu savaşta önemli mevziler ele geçirdi, tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi. İlahiyatçı Mustafa Öztürk’ün, alanına dair görüşleri nedeniyle hedef gösterilip, istifaya zorlanması ve akademisyenlerin Öztürk’e sahip çıkmayı bırakın, bu saldırıya şevkle katılması, üniversite fikrinin bastırıldığının ve bunun birçok kişi tarafından kanıksandığının küçük bir kanıtı.
Çağrıldığı ”tartışma” programlarında hocası Kadir Mısıroğlu’nu aratacak çıkışlarla gündem olmayı başaran Ebubekir Sofuoğlu, geçtiğimiz günlerde Akit TV’deki performansıyla sonunda baltayı taşa vurdu.
Her programda aynı şeyleri anlatan Sofuoğlu, bu yayında da, sözü Batının kötülüklerinden açtı. Daha önce Derrida’nın intihar etmesi (yanlış bilgi) ve Foucault’un eşcinsel olması nedeniyle Batı düşüncesinin ciddiye alınmaması gerektiğini söyleyen yerli ve milli bilgenin bu sefer hedefinde Montesquieu ve Rousseau vardı. Kendi çocuklarını yetimhaneye terk eden Rousseau’dan ne hayır gelirdi. Bu nedenle biz yüzümüzü Batıya değil Doğuya, din kardeşlerimize dönmeliydik.
Sofuoğlu, zekice olmayan bir hamleyle, buradan sözü her ile üniversite açılmasına ve üniversitelerin o şehirlere olan etkisine getirdi. Z kuşağı, dersleri takip etmeyen, Sofuoğlu’nun dersinde cep telefonuyla oynayan, hayattaki tek derdi sosyal medyada takip ettiği influencerların hayatı olan bir kitleydi ona göre. Bu tipler şehre bir fayda sağlayamazdı ve Sakarya’daki gözlemlerinden gördüğü kadarıyla, öğrenciler bir fuhuş yuvası yaratıyordu.
Sofuoğlu’nun baltayı taşa vurduğu yer tam da bu son söyledikleri oldu. Aslında o ana kadar söyledikleri İslamcı cenahın geniş bir kesimi tarafından paylaşılan görüşlerdi, ancak ağzından kaçırdığı fuhuş lafı, kendi mahallesinden bile tepki çekti. İbrahim Kalın ve Fahrettin Altun bu sözleri kınayan mesajlar paylaşırken, Sakarya Üniversitesi’nin rektörü, Sofuoğlu hakkında işlem başlatılacağını duyurdu.
Üniversite nefreti
Sofuoğlu aslında bu sözleri söylerken cüretini kendi cahilliğinden değil, kendi mahallesinin üniversiteye ilişkin fikirlerinden alıyor. AKP’nin kendisini muktedir hissettiği andan başlayarak üniversitelere yönelik politikası ele geçir ve yok et şeklinde oldu. Yani AKP gerek her ile üniversite kampanyasıyla yeni açtığı okullarda, gerekse yönetici atadığı ülkenin eski üniversitelerinde, kendi açısından avantajlı gördüğü bir akademik işleyişi hâkim kılmaya çalışmadı. Tam tersine iktidarı ele geçirdiği her alanda üniversite fikriyle savaştı, onu bastırmaya çalıştı.
Üniversiteler, AKP’li yıllar boyunca önce vesayet yuvası, sonra terör yuvası, ardından fuhuş ve ahlaksızlık yuvası olarak kodlandı. Erdoğan’ın 2013’te Denizli’deki öğrenciler için sarf ettiği “üniversite öğrencisi genç kız, erkek öğrenci ile aynı evde kalıyor. Bunun denetimi yok. Muhafazakar demokrat yapımıza bu ters. Vali Bey'e bunun talimatını verdik. Bunun bir şekilde denetimi yapılacak” sözleri hatırlardadır. Bu aynı zamanda Gezi’nin ortaya koyduğu kültürel direnişe bir cevap niteliği de taşıyordu.
Yine 2010’ların başında Star gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Ziya Cömert Eskişehir’i ve özellikle üniversite çevresini fuhuş yuvası olarak tanımlayan açıklamalar yapıyor, Erdoğan ve havuz medyası ODTÜ’yü, mescit tartışmaları üzerinden, din düşmanı teröristlerin doluştuğu bir kurum olarak hedef gösteriyordu. Bunun öncesinde de Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonlarla meşgul olan cemaat de, üniversiteleri darbeci, vesayetçi kurumlar olarak mimliyor, bir yandan da harıl harıl taşra üniversitelerine kendi üslerini kuruyordu.
2016’da Barış İçin Akademisyenler’in açıkladığı bildiriye iktidarın tepki göstermesiyle oluşan ortam ise AKP’nin üniversite fikrine duyduğu tiksintinin birden ortaya saçılmasını sağladı. Müstemleke aydınlarından girildi, hendekçi akademisyenlerden çıkıldı. Fahrettin Altun, bu örgütlü lincin ertesinde, Sabah’ta şunları yazdı: “Bu manzaradan sadece üniversite yönetimi sorumlu değil. Erdoğan düşmanlığını üniversite eğitiminin doğal bir parçası haline getirmeye çalışan, PKK'yı sevimli göstermek için bin takla atan, ‘devrimci şiddet’ diye diye bir hal olmuş sözüm ona aktivist hocalar da sorumlu.”
Üzerinden çok da zaman geçmeden Altun’un sorumlular olarak hedef gösterdiği herkes ya etkisizleştirildi ya da ihraç edildi, öğrenci hareketi tutuklama ve soruşturmalarla sindirildi ve sonuç olarak AKP’nin eline üniversite fikrini boğmak için muazzam bir fırsat geçti. Bu nedenle, Sofuoğlu böyle bir dönemde, bu sözleri söyleyerek baltayı taşa vurmuş oldu. Zamanı değildi, ne gerek vardı? Üniversiteler AKP tarafından ele geçirilmiş, akademik üretim iktidar denetimine bağlanmış, tepesinde Cumhurbaşkanlığının olduğu sıkı bir hiyerarşik düzen kurulmuş, her şey tıkır tıkır işlerken bu “eleştiri”nin yer miydi? Öğrencileri de tek tek “düzeltecek” bir medrese düzeni kurulmasını isteyen Sofuoğlu’nun fikirleri biraz yersiz kaldı.
Üniversite sevgisi
Üniversite fikriyle mücadele ederek, akademik alanda belli bir üstünlük sağlayan AKP’nin ve onun aparatçiklerinin üniversite nefretinden bu kadar söz etmişken, “başka” bir “üniversite”ye dair duydukları sevgiden bahsetmemek büyük bir haksızlık olacaktır. Aslında bu Sofuoğlu’nun gözden kaçırdığı, bu nedenle istemeden zarar verdiği bir olgudur.
Öncelikle bu üniversite, akademik bir kurumdan çok, (içerisinde samimi ve işini hakkıyla yapan akademisyenlerin de olduğu) bir devlet dairesidir. Gençlere diploma dağıtan bu devlet daireleri öncelikle o şehrin esnafı için büyük bir nimettir. Geçtiğimiz ay Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu Başkanı Bendevi Palandöken’in yaptığı şu açıklama bu durumun önemini gösteriyor: "Pandemi tedbirleri nedeniyle Mart'tan bu yana üniversitelerin önce tatil olması, ardından uzaktan eğitim sistemine geçmesi şehirlerde en çok esnafın işlerini olumsuz etkiledi. Öyle ki, yurt içinde toplam 3,3 milyon örgün eğitimdeki ön lisans ve lisans öğrencisi aylık 2 bin TL harcadığı varsayıldığında esnafın kaybı 6,6 milyar lira".
2005’te Niğde özelinde, anket yöntemiyle yapılan bir araştırma da, üniversitenin Niğde’ye yaptığı en büyük katkıyı şu rakamlarla açıklıyor: %45 ekonomik, %12 kültürel, %8 bilimsel (İshak Torun, Yöre Halkının Üniversiteye Bakışı: Niğde Örneği, Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 2005). Halkımız bir üniversitenin, bulunduğu şehre bilimsel katkısını %8 oranında önemserken, aynı araştırmaya göre, aynı halkımız üniversitenin en büyük zararının, %50 oranında, ahlaki bozulma olduğunu söylüyor. Palandöken’in açıklamasını göz önüne alırsak, geçen onca yılda ekonomik beklentinin, ahlaki kaygının önüne geçtiğini söyleyebiliriz. Bu nedenle Sofuoğlu’nun açıklamaları aynı zamanda ekonomik bir alanı tehdit ediyor, tabiri caizse kendi ayağına sıkıyor.
Bu devlet dairelerine duyulan sevginin ikinci nedeni, çoğunlukla yerel eşrafa ayrılan, iş imkânları. Yeni açılan üniversiteler, sahip oldukları bölümlere bakıldığında büyük bir akademik personel kadrosuna ihtiyaç duyuyor. Bu da kadrolaşmak, yani iktidarın kendi aparatçiklerine maaş bağlamasını kolaylaştırmak açısından bir olanak yaratıyor. Üniversiteler, liselerden bile beter bir şekilde, hemşehri üniversiteleri olup çıkıyor. Her gün karşılaştığımız sülale boyu kadrolaşma haberleri, bu kurumlar için artık yeni normal. Üstelik maaşın yanında verilen akademik unvanlar da, yerelden çıkıp siyaset arenasında daha büyük işler başarmak isteyenler için bir motivasyon kaynağı oluyor.
Bir yuva olarak üniversite
Bütün bunları değerlendirdiğimizde, Sofuoğlu’nun deli saçması açıklamalarına en üst makamlardan gelen tepkilerin, ilkesel bir duruşla değil, dönemsel bir gereklilikle ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Bu kişi hakkında soruşturma açılmasının da tamamen en tepedekilerin talimatıyla olduğu konusunda kimsenin şüphesi yoktur sanırım.
AKP üniversiteye karşı açmış olduğu savaşta önemli mevziler ele geçirdi, tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi. İlahiyatçı Mustafa Öztürk’ün, alanına dair görüşleri nedeniyle hedef gösterilip, istifaya zorlanması ve akademisyenlerin Öztürk’e sahip çıkmayı bırakın, bu saldırıya şevkle katılması, üniversite fikrinin bastırıldığının ve bunun birçok kişi tarafından kanıksandığının küçük bir kanıtı.
Üniversiteyi senelerdir terörün, vesayetin, fuhşun yuvası diye damgalayan cenah bugün onu “üniversitelerimiz araştırma, öğretim ve topluma hizmet merkezlerimizdir” diye tanımlamaya çalışıyor. Ama bugün üniversiteler, diğerleriyle alakası olmadığı gibi, araştırmanın ve bilimin yuvası da değildir. Kadrolaşmanın, siyasi iktidara söylem üretmenin, cebini doldurmanın yuvası olmaya doğru gitmektedir açıkça. Burada umut, bu cenderede bile inandığı şekilde bilgi üretmeye çalışan onurlu akademisyenlerde ve Ebubekir Sofuoğlu “ders” diye televizyonda yinelediği zırvaları anlatırken telefonunla ilgilenen öğrencilerdedir.