Oğuz Pancar
ÖYKÜLÜ ŞARKILAR, ŞARKILI ÖYKÜLER
1980’de artık sona geldiğini hissettiği gün, şampanya ister torunundan ve getirdiği kadehi içerken şu son sözleri dökülür ağzından: “Hayat güzeldi”
BENİM OVALARIM
Ovalar, uçsuz bucaksız ovalar
Kahramanlar ovalarda
Koşturuyor atlarını
Ah, onlar Kızıl Ordu'nun kahramanları
Kızlar ağlıyor
Bugün onların matem günü
Bir taneleri gitti
Uzun bir zaman gelmemek üzere
Ah, sevgilileri askere gitti
Kızlar, bakın!
Yolumuza bakın
Sonsuza uzanan yolumuz kıvrılıyor
Ah, bu çok şanlı bir yol
Sürüyoruz, at koşturuyoruz biz
At koşturuyoruz ve kolhozlar geçiyoruz
Onlar bizim kolhozlarımız, kızlar
Ah, onlar bizim genç köylülerimiz
Sadece biz görüyoruz
Gri fırtına bulutlarını
Düşmanın nefreti ormanın arkasında
Ah, düşmanın nefreti
Bir fırtına bulutu gibi
Kızlar, bakın!
Biz düşmanla tanışmaya hazırız
Bizim atlarımız yel gibidir
Ah, bizim tanklarımız şimşek hızlıdır
Taşkın pilotlarımız izliyor,
Gökyüzündeki fırtına bulutunu
Denizaltılarımız süzülüyor hızlıca
Ah, Voroshilov dikkatlice izliyor
Kolhozumuz arı gibi çalışsın
Barış içinde
Bugün biz gözcüyüz
Ah, bugün biz nöbetçiyiz
Kızlar, bakın!
Kızlar, silin gözyaşlarınızı
Şarkımızı daha da
Yüksek sesle haykırın
Ah, savaş şarkımızı bizim
Ovalar, uçsuz bucaksız ovalar
Kahramanlar ovalarda
Koşturuyor atlarını
Ah, onlar Kızıl Ordu'nun kahramanları
Tırıs Koşu
“Kazak Süvarileri”, “Kazak Atlıları”, “Kazak Devriyesi”, “Çayırlar” gibi değişik adlarla tanınan bu şarkının özgün adı “Polyushka Polye” (ya da “Polyushko Pole”, Kiril alfabesinden çevriyazıya göre değişiyor). “Polye” Rusça’da ova ya da düzlük anlamına geliyor. “Polyushka”ysa onun küçültme eki almış hali (ova ve ovacık gibi). Şarkı,daha doğrusu marş, Kazaklarla değil, at üzerinde düşmana karşı savaşmaya giden Kızıl Ordu süvarileriyle ilgili. II. Dünya Savaşı’nda düşmana karşı at koşturan süvari birliklerinin çoğunlukla -binicilikleriyle ünlü- Kazaklardan oluştuğunu düşünürsek Kazak ilintisi çok da nedensiz değil ama bu marş bestelendiğinde savaş bulutları henüz uzaklarda, tohum halinde.
Yazılmış en güzel marşlardan, hatta yalnızca marş demeyelim, ezgilerden biri olan bu epik şaheser, düzenlemesiyle de bir yaratıcılık harikası. Tahta vurmalı çalgılarla canlandırılan nal sesleriyle açılıyor marş, “tırıs” koşuyor bu atlar ve en sona kadar koşularına devam ediyorlar (atların tırıs koşusu dakikada yaklaşık 150 adıma denk gelir ki bunun müzikteki tempo karşılığı allegrodur, bu şarkının özgün temposu da tam olarak budur). Dörtnala koşmuyorlar çünkü yolları uzun, yolculuklarının nereye kadar süreceği belirsiz. Önce çok alçak seste başlayan bu “tırıs” gitgide güçleniyor, onunla birlikte vokal de kuvvet kazanıyor, bir yandan da koro ekleniyor. Fısıltı gibi başlayıp gittikçe güçlenen bu epik kreşendo, tepe noktasına ulaştıktan sonra tekrar zayıflayarak kulaktan siliniyor. Öyle ki uzaktan yaklaşan bir süvari bölüğünün önünüzden geçtikten sonra tekrar gözden kaybolmasını çıplak gözlerle izlemişcesine gözünüzde canlanıyor bütün sahne.
1933 tarihli bu marşın sözleri Viktor Gusev, bestesi Lev Knipper’a ait. Sözler, müziğin lirik ve coşkun karakterini gayet iyi yansıtsa da bu marşın asıl kahramanı, bestecisi Lev Knipper. Kızıl Ordu marşlarından en güzellerinden birini besteleyen Knipper’in bundan 15 yıl önce Bolşevik’lere karşı savaşan “Beyaz Ordu”nun bir subayı olduğunu öğrendiğinizde olay daha ilginç hale geliyor. Aslında sadece Lev Knipper’in değil, ablası, sessiz film döneminin ünlü oyuncusu Olga Çehova’nın da yaşam öyküsü inanılmaz.
Olga ve Lev
Olga 1897’de Aleksandropol’de, Lev 1898’de Tiflis’te dünyaya gelirler. Babaları demiryolu projelerinde çalışan Alman asıllı bir mühendistir (o dönem Rusya sınırları içinde çoğu Baltık kökenli 1.5 milyon Alman asıllı Rus yaşamaktadır). Aile varlıklıdır, babanın işi gereği Kafkaslar ve Güney Rusya’da geçen ilk yıllardan sonra Kırım’a geri dönülür. Her iki kardeş de çok iyi eğitim görürler. Rusça ve Almancaları mükemmeldir. Lev çocukluktan itibaren piyano ve klasik müzik eğitimi alır, tenis ve dağcılıkla uğraşır. Olga ise Moskova Sanat Tiyatro’sunun baş oyuncularından ve aynı zamanda yazar Anton Çehov’la evli olan halaları Olga Knipper-Çehova’nın yönlendirmesiyle önce Petersburg sonra da Moskova’da tiyatro eğitimi görür.
Olga, herşeyde halasını örnek aldığından olsa gerek, 1914’te Anton Çehov’un yeğeni oyuncu Mikhail Çehov’la gizlice evlenir. Kızları Ada iki yıl sonra dünyaya gelir. Ancak hemen ardından Mikhail başka bir kadına aşık olur ve evlilikleri dağılır. Dağılan sadece Olga’nın evliliği değildir, 1917 Ekim Devrimi olmuş, Çarlık yıkılmış, ülke iktidar için savaşan iç -ve dış- güçlerin arenası haline gelmiştir.
Lev de kendini bu kanlı iç savaşın içinde bulur, Kızıl Ordu’ya karşı kurulan Güney Rusya Beyaz Ordu’suna teğmen olarak katılır. Ordunun komutanı –yine bir Baltık Almanı olan- “Kara Baron” General Pyotr Vrangel’dir. Bolşeviklerle yıllar süren çarpışmalar 1920’de Kızıl Ordu’nun zaferiyle sonuçlanır (yine de SSCB’nin kurulması ancak iç savaşın bütünüyle kazanıldığı 1922’de mümkün olacaktır). Lev Knipper, Beyaz Ordu’nun çoğu subayıyla birlikte yurtdışına kaçarak Almanya’ya sığınır.
Sovyet Gizli Servisi
Bu arada Rusya’da oynadığı sessiz filmlerle ün kazanmaya başlamış olan Olga da, önce Viyana’ya gider, sonra Berlin’e taşınır; ülkedeki iç savaş yüzünden tiyatro oyunları ve film çekimleri durma noktasına gelmiştir çünkü. Alman azınlığın çoğunlukla devrim karşıtı olması nedeniyle Rusya içindeki Alman kökenliler sıkı bir gözetim altındadır. Devrimden kaçan ve yurtdışında karşı-devrim çalışmaları yürütenlerin toplandığı yer de Almanya’dır genellikle (çoğunlukla Berlin; İstanbul da bu göçten az da olsa nasibini almıştır). Bunun dışında, yeni rejim, tanınmış sanatçıların Rusya’yı terketmelerine de engel olmak istemektedir (hem değerli insan kaynağını yitirmemek hem de yurtdışındaki karşıtlarına propaganda kozu vermemek için). Bu nedenle tanınmış bir oyuncu ve üstelik Alman kökenli olan Olga’nın yurtdışına taşınmasına izin verilmiş olması ilginçtir. İşin aslı şu ki, Olga ancak Rus Gizli Servisi’ne (önce Cheka, sonra GPU/OGPU) Almanya’daki karşı-devrimciler konusunda işbirliği yapma sözü verdikten sonra bu izni koparabilmiştir.
Olga Berlin’de ünlü yönetmen F.W. Murnau ile tanıştırılır ve filmlerinde rol olmaya başlar, oyunculuk yeteneği dışında mesafeli ve asil güzelliğiyle de dikkati çeken oyuncu kısa sürede tüm Avrupa’da tanınan bir film yıldızı haline gelir.
Bu arada şaşırtıcı birşey daha olur, Lev Rusya’ya dönme kararı alır. Azınlık olmak zordur, Rusya’da Alman asıllı olduğu için kuşkuyla bakılan Lev, Almanya’da da Rusya’dan göç ettiği için ikinci sınıf bir Alman olarak görülmektedir. Beyaz Ordu saflarında yeni rejime karşı savaşmış bir subayın geri dönüşünde başına ciddi şeylerin gelmesi beklenir ancak birşey olmaz. Belli ki geri dönüşünden önce ablası Olga ya da halası Olga Knipper-Çehov Sovyet gizli polisinden onun adına güvence almışlardır. Lev sorgusunda Almanya’daki karşı-devrimciler hakkında bildiklerini anlattıktan sonra serbest bırakılır, hatta NKVD (devletin o dönemki gizli polis örgütü) kadrosuna alınır. Her iki kardeş de kadrolu ya da işbirlikçi olarak Sovyet Gizli Servisi için çalışmaya başlamıştır artık.
İzleyen yıllarda Lev, Moskova Gnesin Enstitüsü’nde müzik eğitimini tamamlar, sonrasında Kızıl Ordu’nun Propaganda Bölümü’ne bağlı olarak yurtsever şarkılar ve marşlar besteler, film müzikleri yapar. Aynı zamanda Moskova Sanat Tiyatrosu’nda dönemin ünlü yönetmeni Stanislavsky ile çalışır ve oyun müzikleri besteler. Bu dönem boyunca sık sık eğitim için tek başına ya da Tiyatro’nun turnelerinde görevli olarak Almanya’ya gider ve bu ziyaretler sırasında topladığı istihbaratı üstlerine aktarır. Başlangıçta amacı yalnızca Almanya’daki Beyaz Ruslar hakkında bilgi toplamak olan bu ziyaretler, Almanya’da komünizmi baş düşman gören Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin (NSDAP) iktidara gelmesiyle başka bir amaca yönelir: Nazi Almanyasının Avrupa ve SSCB konusundaki yayılmacı planlarını öğrenebilmek.
Hitler Suikastı
Nazilerden istihbarat toplama konusunda Olga daha şanslıdır, çünkü artık tanınmış bir yıldız olması sayesinde önde gelen Nazi liderleriyle kişisel dostuklar kurabilmiştir. Hermann Göring ve –muhtemelen dostluğun da ötesinde bir ilişkisi olduğu- Joseph Goebbels bunlar arasındadır. Hatta 1933’te Goebbels tarafından Hitler’e tanıştırılır ve onun da gözüne girmeyi başarır. Sonraki yıllarda Hitler’le sık sık görüşecek ve ondan hediyeler alacaktır.
Olga’nın ilişkilerini dikkatle takip eden ve yöneten Sovyet Gizli Servisi, 1939’da her iki kardeşe de yer veren bir plan yaparlar. Lev, Olga’dan kendisini Hitler’le tanıştırmasını isteyecek, ziyaret sırasında bedenine sarılı patlayıcıları infilak ettirerek Hitler’i –ve doğal olarak kendini- öldürecektir. Olga’nın bu plandan hiç haberi olmaz ancak zaten bir süre sonra plan rafa kaldırılır. Stalin, Hitler’in ölümünden sonra diğer Nazi liderlerinin İngiltere ile işbirliği yaparak Sovyetler’e saldıracağından korkmuştur.
1945. Savaşın başlamasından bu yana altı yıl geçmiş, Almanların Sovyetler saldırısı püskürtülmüş ve savaş, Nazilerin tüm cephelerde bozguna uğramasıyla sonuçlanmıştır. Her iki kardeş de Mayıs’ta Moskova’da yapılan “Zafer Şenlikleri”nde yer alır; akşam da Moskova Sanat Tiyatrosu’nda, enişteleri Anton Çehov’un yazdığı ve başrolünü halaları Olga Knipper-Çehova’nın oynadığı “Vişne Bahçesi”ni seyrederler.
Özellikle “Polyushka Polye”nin de yer aldığı “4. Senfoni”den sonra ünlenen Lev Knipper sonraki yıllarında hem bestelerine devam eder, hem de etnomüzikolog olarak Türkmenistan, Kazakistan ve Tacikistan’da yerel müzikler üzerinde çalışır. Kendisi gibi Sovyet Gizli Servisi için çalışan Maria’yla evlenir. 1974’te yaşama veda ettiğinde geride çok sayıda opera, senfoni, konçerto, film ve tiyatro müziği bırakmıştır.
Olga, Moskova’da geçen birkaç aydan sonra Berlin’e döner ve Sovyet yetkililer tarafından şehrin Doğu sektöründe bir eve yerleştirilir. Bir tür tecritte geçen yıllardan sonra 1949’da Batı’ya kaçmayı başarır ve Münih’e yerleşir. Bir yandan “Olga Çehov Kosmetik” adıyla kurduğu kozmetik şirketi için çabalarken bir yandan da –çoğunlukla yan roller olmak üzere- filmlerde rol alır.
Olga Çehova’nın yaşamı dışarıdan çok parıltılı görünse de aslında Ekim Devrimi’nden II. Dünya Savaşının sonuna kadar her gününü ince buz üzerinde yürüyerek geçirmiştir. Sovyet Gizli Servisi’yle işbirliğinden vazgeçerse infaz edilmekten korkmaktadır, haksız da değildir, “Cheka”nın yurt dışındaki “hain”lere suikast düzenlemesi ya da Sovyetler Birliği’ne zorla götürerek hızlı bir dava sonrasında infaz etmesi duyulmadık şeyler değildir o dönemde. Diğer tarafta Naziler vardır, en büyük kabusu Sovyetler hesabına çalıştığının ortaya çıkmasıdır. Zaten kuşku bulutları hep üzerindedir, Himmler ilk günden beri onun Sovyet casusu olduğundan kuşkulanmaktadır örneğin. Hatta bir keresinde onun emriyle evinin etrafını çevirmiş olan Gestapo subayları tarafından tutuklanmak üzereyken son anda Hitler’in haberdar olması ve müdahale etmesiyle kurtulabilmiştir. Bir yandan da baba tarafından Yahudi sayılan kızı Ada’yı Nazilerin dikkatinden kaçırabilmek için çırpınmaktadır.
1955’te -artık yakın dostu- ilk eşi Mikhail Çehov’un ve 1966’da kızı Ada’nın ölümleriyle sarsılsa ve bir süre alkole sığınsa da yaşama tutunacak kadar güçlüdür, film yapmaya devam eder, anılarını yazar. 1980’de artık sona geldiğini hissettiği gün, şampanya ister torunundan ve getirdiği kadehi içerken şu son sözleri dökülür ağzından: “Hayat güzeldi”.
Keşke –herşeye rağmen- hepimizin son sözleri bunlar olabilse…