Emre Tansu Keten
Goebbels’ten Kızıl Elma’ya propaganda
İletişim Başkanlığı’na verilen önem Altun’un kişisel kariyeri açısından bir başarı olarak okunabilir. Herkesin yükselmek için birbirinin kuyusunu kazdığı ve Erdoğan’ın bir hakem rolünü üstlendiği iktidar cenahında, kendisini Erdoğan’ın yakınında konumlandırmayı başaran Altun, kendi meziyetlerinin ve dehasının vazgeçilmez olduğunu birtakım isimlere kanıtlamış gibi gözüküyor.
2018 yılında kurulan T.C. İletişim Başkanlığı ve onun başında bulunan Fahrettin Altun’un propaganda faaliyetleri sıklıkla Nazi Almanya’sının propaganda bakanı Goebbels’in yaptıkları ile karşılaştırılıyor, Altun’un iletişim stratejisi oluşturma konusunda bu isimden yararlandığı ima ediliyor. Bu karşılaştırmada kısmi de olsa bir haklılık payı var. Çünkü Goebbels, Nazi iktidarının teşkilinde ve güçlenmesinde önemli bir rolü olan propaganda makinesiyle, kendisinden sonra da devam eden bir siyasal iletişim tarzının temelini atmış bir isim. Bu tarz ise şöyle özetlenebilir: “Bir propagandanın doğruluk ve yanlışlığının yalnızca elde ettiği başarıyla ölçülmesi, kendi kendini doğrulayan topolojik bir döngü oluşturur: kendini yegane doğru olarak sunduğu için ona inanılır ve kitleler ona inandığı için doğrudur” (A. Koschorke, Hitler’in Kavgam’ı Üzerine bir Analiz, çev. Ayşe Kurultay, İletişim Yay., 2016).
Bu konudaki klasik eserlerden birisi olan Politika ve Propaganda’nın yazarı Jean M. Domenach da, Goebbels’i alanın kurucularından birisi olarak tanımlıyor. Bu nedenle bu karşılaştırma, Türkiye’yi tıpkı Nazi Almanya’sı gibi faşist bir ülke olarak değerlendirmekten ziyade, belli bir politik yol yordam benzerliğinden söz ettiğinde anlam kazanıyor. Lakin, faşizm toplumsal, politik ve ekonomik örgütlenmesiyle bambaşka bir yönetim şeklini ifade ediyor.
Anlatı kurmak
Goebbels için, bir ülkedeki bütün iletişim kanallarının ele geçirilmesi, burada yer alacak yayınların sıkı sıkıya takip edilmesi ve bunların dışında hiçbir yayın faaliyetine izin verilmemesi, toplumu kendi siyasi çıkarları doğrultusunda seferber etmek isteyen bir iktidar için yeterli önlemler değil. Toplumu mobilize etmek, bu iletişim araçlarının, belli bir ideolojik söylem doğrultusunda kullanılmasıyla mümkün ancak. Bu nedenle Goebbels’i tarihte ayrıksı kılan, sadece iletişim araçlarını ustalıkla kullanmış olması değil, Hitler’in müphem ve tutarsız politik söyleminden etkili bir ideoloji yaratmış olması. Aslında İletişim Başkanlığı’nın faaliyetlerinde de benzer bir amacı görüyoruz. AKP’nin “dava”sının yıllar içinde iyice gözden düşmesi, bunun yerine tek bir kişinin iktidarı etrafında, büyük politik yol değişimleriyle, müttefiklerin yüzer gezerliğiyle, geniş bir çıkar birliği haline gelmesi, etkili bir propaganda için yeni bir davanın icat edilmesini zorunlu kılıyor.
Aslına bakılırsa Nazi Almanya’sının propaganda makinesi, bütün toplumu büyüleyen, kendisine inandıran ve onları rıza ile mobilize eden bir deneyim olmaktan uzak. Almanya’nın Kısa Tarihi kitabında Mary Fulbrook, Alman toplumunun büyük bir kesiminin doğrudan kendisini ilgilendirmeyen meselelerde sessiz kaldığını ve kendi hayatına çekildiğini söylerken, Koschorke de, üst düzey Nazi yöneticilerinin bile kapalı kapılar arkasında bu propaganda metinlerine güldüğünü, ancak kamuoyu önünde bunları canhıraş bir şekilde savunduğunu vurguluyor. Naziler, sadece akıllı bir propaganda faaliyetiyle değil, toplumsal, ekonomik ve politik şartların kendilerine sunduğu avantajlarla iktidarı ele geçirdiler ve bu yolda Almanya’nın geleneksel egemen kesimleriyle işbirliği yaptılar. Açık toplantılarda Nazi ideolojisini yüksek sesle savunan bürokratlar ve yöneticiler, bunu kendi şahsi kariyerlerinin gelişmesinde bir gramer gibi kullandılar ve grameri Goebbels oluşturdu.
Bu açıdan Altun kendisini çok önemli bir dönemde, çok önemli bir işin başındaki bir kahraman gibi görüyor olabilir. Ama tarihe bir iktidarın kaderini değiştiren bir iletişim dehası olarak değil de, sansür konusunda uzmanlaşmış, halkın vergisiyle bir partinin propagandasını yapan, başarısız filmleriyle ve israfla anılan bir kurumun mucidi olarak geçeceği kesin.
AKP’ye dava icat etmek
İdealleriyle değil çıkarlarıyla birbirine bağlı insanların oluşturduğu Türkiye’nin güncel iktidar grubunun da benzer bir ideolojik dil birliğine, ihale kovalarken kullanacakları bir gramere ihtiyaçları var. İletişim Başkanlığı’nın Kızıl Elma videosuyla iyice berraklaşan bu ideoloji tesis etme çabası, bir başarıdan çok başarısızlığı ifşa ediyor. Türk milliyetçisi ve İslamcı imgelerin üst üste yığıldığı, tarihin bugünü meşrulaştırmak için arka fon olarak kullanıldığı, duygusal bir kurgu amacıyla çıkılan yolun duygu sömürüsüne dahi varamadığı bu başarısız film, AKP’nin geçmiş seçim reklamlarının yanında bile kalitesizliğiyle sırıtıyor. Yukarıda bahsettiğimiz, “müphem ve tutarsız politik söylemden etkili bir ideoloji yaratma” meselesi, burada politik söylemin müphemliğinin ve tutarsızlığının daha da artması olarak karşımıza çıkıyor. Başka bir deyişle, iktidar “beka fighter” oyununda bütün tuşlara basıyor.
Evet, Altun, Goebbels’in temellerini attığı bir yöntemin araçlarını kullanmak için çabalıyor. Ama Goebbels yükselişte olan ve tarihi avantajlarla güçlenmiş bir siyasi akımın anlatısını kurarken, Altun düşüşte olan ve dezavantajlarla mücadele eden bir iktidarın destanını yazmaya çalışıyor. Oysa ki iletişim biliminin, henüz erken bir aşamada farkına vardığı gibi, propaganda abartıldığı kadar güçlü bir belirleyen değil. Gerçek hayatta olup bitenlerin insanlar üzerindeki etkisinin gücünü bu filmleri hazırlayanlar da iyi biliyor.
Sansür ve propaganda kurumu
Bütün bunlara rağmen, İletişim Başkanlığı’na verilen önem Altun’un kişisel kariyeri açısından bir başarı olarak okunabilir. Herkesin yükselmek için birbirinin kuyusunu kazdığı ve Erdoğan’ın bir hakem rolünü üstlendiği iktidar cenahında, kendisini Erdoğan’ın yakınında konumlandırmayı başaran Altun, kendi meziyetlerinin ve dehasının vazgeçilmez olduğunu birtakım isimlere kanıtlamış gibi gözüküyor. Bunun yanı sıra İletişim Başkanlığı, gerek Türkiye’nin uluslararası alanda gitgide sarsılan imajını toparlama konusunda, gerekse ülke içinde medyanın tamamen kontrol altına alınması, muhalif medyanın susturulması, sosyal medyanın sansürlenmesi gibi önemli başlıklarda büyük iddialar taşıyor.
Bu açıdan Altun kendisini çok önemli bir dönemde, çok önemli bir işin başındaki bir kahraman gibi görüyor olabilir. Ama tarihe bir iktidarın kaderini değiştiren bir iletişim dehası olarak değil de, sansür konusunda uzmanlaşmış, halkın vergisiyle bir partinin propagandasını yapan, başarısız filmleriyle ve israfla anılan bir kurumun mucidi olarak geçeceği kesin.