Emre Tansu Keten
Gazeteciliğin Krizi, Okurların Rolü
Bunun yanında, gazetelerin muhabirleri ve editörleri tarafından hazırlanan ve ana sayfada görülen haberler başta olmak üzere birçok haber/yazı, SEO kriterleri göz önünde bulundurularak kaleme alınıyor. Başlıkta belli bir kelime sayısı, belli sayıda ara başlık, içerik içerisinde kullanacağınız anahtar kelimeler derken, standartlaşma zirve noktasına varıyor. “İçerik her şeydir” sloganının geçer akçe olduğu bu ortamda, metin yerini içeriğe bırakıyor. İçerik, metnin sahip olduğu yaratıcı ve edebi gücü öldürüp, kendi teknik mantığını hâkim kılıyor. Bu dönemde metnin gücü, haberin kalitesi, harcanan emek yerini erişebilirliğe, yazar ve gazeteci de yerini “içerik üreticisi”ne bırakıyor.
Şunu unutmamak lazım: ister basılı olsun, ister dijital, gazetecilik maliyetli bir faaliyettir. Nitelikli gazetecilik ve kaliteli haberler ancak sağlam bir altyapıyla mümkündür. Bu nedenle, medya kurumlarının yüzde 90’ının saraydan gelen talimatlarla, bir propaganda bülteni gibi çalıştığı Türkiye’de, adını hak eden bir gazetecilik faaliyetinin var olabilmesi için, gazeteciler kadar okurların da elini taşın altına koyması elzemdir.
Dijitalleşme olgusu, diğer bir çok başlık gibi gazeteciliği de yeniden düşünmemiz için bizi zorluyor. Türkiye’deki medya krizinin temel nedeninin siyasi iktidarın medya alanını bizzat düzenleme arzusu olduğunu göz ardı etmeden, gazeteciliğin dünya ölçeğinde geçirdiği dönüşümün izini sürmek, gazeteciliğin geleceği açısından oldukça yararlı. Tolga Çevikel’in Dijital Çağda Gazeteciliğin Krizi ve Finansmanı (2020, Um:ag Yayınları) isimli kitabı, bu açıdan oldukça yol gösterici.
Gazetelerin krizi
Çevikel, kitabının ilk bölümünde gazetelerin neden gelir kaybettiği sorusunun peşinden gidiyor. Yapılan araştırmalara göre gazetelerin gelirleri, dünya ölçeğinde, 2004 yılında bir duraklamaya giriyor. 2008 ekonomik krizinin ardından ise bu duraklama aralıksız bir küçülmeye evriliyor. 2013’ten 2018’e kadar gazetelerin toplam gelirlerinde %13,1 oranında bir azalma meydana geliyor ve bu küçülme 2020 itibariyle hâlâ devam ediyor.
Bu küçülmenin ana sebebi tirajların düşmesi değil. Evet, tirajlar düşüyor. Örneğin, Türkiye’de 2013 yılında gazetelerin toplam tirajı 5 milyon 200 bin iken, 2018’de bu rakam 2 milyon 900 bine iniyor. Türkiye’deki tiraj rakamlarının ne kadar güvenilmez olduğu ortada olsa da dünyada da gazete tirajlarının benzer bir seyir izlediğini söylemek gerekir. Ama bu tiraj kayıpları, abonelik ve satıştan elde edilen gelirde bir azalmaya neden olmuyor. Bunun nedeni gazetelerin fiyatlarını buna göre belirlemesi.
Gazetelerin gelirlerindeki düşüşün temel sebebi reklamların dijitale kayması. 2000’li yılların başından beri yükselişte olan dijital reklamlar, on yıl içerisinde radyo, televizyon ve gazeteleri geride bırakarak reklam harcamalarında en büyük kalem haline geliyor. Gazeteler, internet siteleri üzerinden dijital reklamdan pay alma çabasına girse de, dijital reklamlardan elde ettikleri gelir, basılı reklamlardan kaybettikleri rakamı telafi etmekten oldukça uzak.
Çevikel’in aktardığına göre, toplam dijital reklam pastasının sadece yüzde 5’i medya kuruluşlarının reklam gelirlerinden oluşuyor. Bu pastanın 4’te 3’ünü ise Google ve Facebook paylaşıyor. Bunun nedeni, bu platformların kullanıcılardan topladıkları verilerle, hedef odaklı ve çok daha efektif bir reklam faaliyetine olanak tanımaları. Hal böyleyken reklamverenler, büyük şirketlerden küçük işletmelere kadar, bu platformları tercih ediyor ve bunun gelecekte farklı bir biçim alması da zor görünüyor. Yani yeni medya platformları, okuyucu/tüketiciye ulaşmak konusunda gazetelerin sahip olduğu avantajı yıkmışa benziyor. Çevikel, gazetelerin reklama dayalı gelir modelinin, 1800’lerin başından beri ilk kez böylesi bir krizle karşı karşıya olduğunu belirtiyor.
Haberin krizi
Reklam gelirlerini kaybeden ya da doğrudan dijitale yatırım yapan gazeteler, kendi haber sitelerini kurarak, bunun yanında sosyal medya platformlarında etkin hesaplar oluşturarak dijital çağa ayak uydurmaya çalışıyor. Sitelerine doğrudan reklam almaya çalışan örnekler olsa da, bu haber siteleri ağırlıkla Google reklamlarından gelir elde etmeye çalışıyor. Bunun tek yolu da çok tık almak.
Bu çok tık alma çabası, görünüşte masum gibi gözükse de, işleyişte haberin değerine ilişkin ciddi kaygılar oluşturuyor. Çevikel’in aktardığı bir araştırmaya göre, Türkiye’de okurların yüzde 70’i haber sitelerine doğrudan değil dolaylı trafik üzerinden ulaşıyor. Dolaylı trafik de iki şekilde oluyor: arama motorları üzerinden gerçekleşen arama trafiği, sosyal medya platformları üzerinden gerçekleşen sosyal trafik.
Arama trafiğinden maksimum fayda sağlamak için seçilen en yaygın yol SEO (Search Engine Optimization). Aramalarda üstlerde çıkmak, Google’ın algoritmalarına uygun metinler üretmekle ilgili ve bunun uzmanları var. Bugün birçok haber sitesi SEO uzmanı istihdam ediyor ve sitelerin içeriğinde ciddi miktarda, ana sayfada gözükmeyen, ancak aramalarda çıkan, saçma sapan yazılar yer alıyor. Yemek tariflerinden, hastalık belirtilerine kadar, Google’ın trend aramalarına göre hazırlanan bu sayfalar, haber sitelerinin ciddiyetine halel getirirken, sağlık gibi önemli konularda, konuyla ilgili fikri/bilgisi olmayan insanların kaleme aldığı tavsiyeleri barındırıyor. Bunun ne kadar tehlikeli olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.
Bunun yanında, gazetelerin muhabirleri ve editörleri tarafından hazırlanan ve ana sayfada görülen haberler başta olmak üzere birçok haber/yazı, SEO kriterleri göz önünde bulundurularak kaleme alınıyor. Başlıkta belli bir kelime sayısı, belli sayıda ara başlık, içerik içerisinde kullanacağınız anahtar kelimeler derken, standartlaşma zirve noktasına varıyor. “İçerik her şeydir” sloganının geçer akçe olduğu bu ortamda, metin yerini içeriğe bırakıyor. İçerik, metnin sahip olduğu yaratıcı ve edebi gücü öldürüp, kendi teknik mantığını hâkim kılıyor. Bu dönemde metnin gücü, haberin kalitesi, harcanan emek yerini erişebilirliğe, yazar ve gazeteci de yerini “içerik üreticisi”ne bırakıyor.
Arama trafiği haberi böyle sarsarken, sosyal trafik ise, yanlış, eksik ve yanıltıcı başlıklarla , yani tık tuzaklarıyla (“Öyle bir şey yaptı ki”) ve genel olarak internet medyasının tabloidleşmesiyle (T24’ün seks temalı haberleri) öldürücü son darbeyi vuruyor. Reklam gelirlerindeki düşüş ve gazetelerin dijitalleşmesi, istihdam edilen gazeteci sayısında da bir azalmaya neden oluyor. Son on yıl içerisinde ABD’de yüzde 47, Türkiye’de ise yüzde 25 oranında bir istihdam düşüşü var. Yukarıdaki tabloya daha az çalışanla daha çok iş yapma çabasını da eklersek, kaliteli bir haberciliğin bu koşullarda ne kadar zor olduğunu anlayabiliriz. Yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de yapılan haberlerin sadece yüzde 6’sı özgün haber olarak nitelenebilir, bunların da yarısı sahaya çıkmadan masa başında yapılan haberler.
Özetle, gazetelerin içerisine girdiği krizin çözümü olarak görülen yol hem gazetelerin krizini çözmüyor, hem de haberi yeni bir krizin içerisine sokuyor.
Anahtar oyuncu: Okur
Çevikel bu tabloyu şöyle yorumluyor: "Şurası ki kesin ki, kaliteli gazeteciliği, tek başına ya da ağırlıklı olarak reklam gelirleri üzerinden finanse etmek artık mümkün olmayacak”. Ona göre gazeteciliğin geleceğini kurtaracak olan okur desteği.
Dünyada bunun olumlu örnekleri mevcut. Örneğin, 2011 yılında ödeme duvarı sistemine geçen New York Times, sekiz yıl içinde 3,8 milyon aboneye ulaşıyor. Bu sisteme göre, her okuyucuya aylık belli bir haber/makale okuma kotası konuluyor ve kotasız bir şekilde gazeteye ulaşmak için abone olmanız gerekiyor. Bu başarılı deneyimin ardından New York Times, gelirini büyütürken, çalışanlarının sayısını da ciddi oranda artırıyor.
2015’te okur desteği/bağış sistemine geçen The Guardian da başarılı örneklerden birisi. Gazetenin sitesindeki tüm metinler herkesin erişimine açıkken, her sayfanın altında bir destek metni yer alıyor. Nitelikli gazeteciliğin desteklenmesi çağrısı, 2015’ten bugüne bir milyona yakın okur tarafından karşılık buluyor ve 1998’den beri aralıksız şekilde zarar eden gazete 2019 yılında kâra geçmeye başlıyor.
Şu an okumakta olduğunuz gazetemiz Pencere de, Türkiye için alışılmadık bir yöntemi hayata geçiriyor ve okur desteğiyle sürdürülen bir gazeteciliğin temellerini atmaya çalışıyor. “İnternetten erişilebilen bir şeye para vermem” mantığının yavaş yıkıldığı bu coğrafyada, Pencere, ilerisi için çok önemli bir deneyim birikimi gerçekleştiriyor.
Şunu unutmamak lazım: ister basılı olsun, ister dijital, gazetecilik maliyetli bir faaliyettir. Nitelikli gazetecilik ve kaliteli haberler ancak sağlam bir altyapıyla mümkündür. Bu nedenle, medya kurumlarının yüzde 90’ının saraydan gelen talimatlarla, bir propaganda bülteni gibi çalıştığı Türkiye’de, adını hak eden bir gazetecilik faaliyetinin var olabilmesi için, gazeteciler kadar okurların da elini taşın altına koyması elzemdir.