Süreyya Su
Degas’nın Küçük Dansçı’sı
Walter Benjamin’in çok alıntılanan bir sözü vardır: “Hiçbir kültür ürünü yoktur ki aynı zamanda bir barbarlık belgesi olmasın.” Bu sözle Benjamin, maddi uygarlık olan kapitalizmin ürettiği o göz alıcı ürünlerin ardında ölümcül bir şiddetin, sömürünün, acının yattığını belirtmek ister. Mesela bale böyledir. Bale tam da kapitalizmin gün doğumunda ortaya çıkmış bir sahne sanatıdır. Belli adım atışlar ve figürlere dayalı bir dans türü olarak bedeni bir biçime ve disipline sokar. Bu bakımdan baleye burjuva aileler de çocuk gelişiminde çok önem verir; çünkü bale burjuvazinin bedenle ilgili projesinin estetize edilmiş bir biçimidir. Bale bedene incelik, esneklik, dik duruş, denge ve çeviklik kazandırır. Ama bunlar aslında çok acılı bir süreçte edinilebilecek becerilerdir. Baleyi Benjamin’in uygarlık tanımı içinde bir ürün olarak bize en güzel Edgar Degas gösterir.
Bale Degas’nın yapıtlarında çok işlenen bir temadır. Ama Degas’nın bale temalı yapıtları sadece birer resim olmanın ötesinde modern Batı uygarlığına ait bir sanat ürününün aynı zamanda bir barbarlık ürünü olduğuna dair belge niteliğindedir. Degas resimlerinde ve heykellerinde bize sahnede icra edilen dans gösterisinin güzelliğini değil, o güzel gösteriyi yapanların sahne arkasındaki sosyolojik hakikatini göstermeye çalışır. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Camille Laurens’ın On Dört Yaşındaki Küçük Dansçı adlı kitap, Degas’nın yapıtı üzerine sarsıcı bir sosyolojik çözümleme içeriyor. Laurens Degas’nın ünlü Dansçı Kız heykeli üzerine yaptığı okumada bize balenin hakikatini gösteriyor: Bale sadece bir dans değil, zahmetli bir iştir. Laurens bir sanat eleştirmeninin dikkatli gözleriyle heykelin etrafında gezinip seyrederken yapıtın sosyolojik anlamını ortaya çıkartıyor. Yazar kitapta bir yandan Degas’yı ve içinde olduğu Paris’in sanat ortamını, diğer yandan heykelin temsil ettiği dansçı kızların ve özellikle Degas’ya modellik yapan dansçı kızın toplumsal hayatını, hakikatin acısını hissettirerek anlatıyor.
Yoksulluk zoruyla dans
Degas’ya modellik yapan küçük kız, sefaletten kaçmak için Belçika’dan göç edip Paris’in en yoksul semtlerinden birine yerleşmiş bir ailenin çocuğu idi. Babası ortada yoktu; ya erkenden aileyi terk etmiş ya da ölmüştü. O dönem halk kesiminde ortalama ömür ancak kırk yaşına kadardı.
Yoksul bir aile için bir kız çocuğuna sahip olmak şans getirebilirdi. Çünkü bir kız çocuğu en azından satılabilirdi. Çocukluğun henüz ne toplumsal ne de hukuki bir kategori olarak tanımlandığı 19. yüzyılda çocuk ticaretinin birçok biçimi vardı. Elbette aileler için öncelikle tercih edilen çocuğa yasal bir iş bulmaktı. İşte dansçı kızın annesi de bu amaçla kızını Opera’ya dansçı olarak sokmaya çalışmıştı. O dönem bir annenin çocuğunu bir dans kursuna kayıt ettirmesi, çocuğunu yeteneğini göstereceği bir sınava hazırlamayı değil, kötü bir el yazısıyla ya da çarpı atarak imzalayacağı ağır şartlar koşan maddelerin olduğu bir iş sözleşmesi için sıkı pazarlık yapmayı gerektiriyordu.
Bu yoksul, okula gitmeyen kızlar hayatlarını değilse bile karınlarını doyuracak bir şeyleri kazanmak zorundaydılar. Çoğu meçhul bir babadan doğmuştu ve ailelerin başlıca dayanağı idi. Oğlanlar tarla ya da madenlerde kol güçlerini kiralayabiliyorken kızlar sahne veya sokaklarda bedenlerini kiralıyorlardı. Paris Operası altı yaştan itibaren küçük kızları işe alıyordu. Yeni başlayanlar günde iki frank kazanıyordu, bu çok azdı ama yine de bir madencinin ya da bir işçisinin aldığı ücretin iki katıydı. İki frangın Paris halkı için travmatik bir anlamı da vardı. Paris halkı 1870 kışı boyunca Prusyalıların kuşatması altında açlıktan kırılıyorken bir farenin iki franga satıldığı anısı hala toplumsal hafızada canlı duruyordu. O dönem bir kedi yemek için ise sekiz frank ödeniyordu.
Laurens’in dediği gibi, bir çocuğu ayaklarını ve eklemlerini en ağır eziyetlere sokmaya, yalnızca bir umudun hayaliyle on altı ya da on sekiz yaşına kadar çocukluğunu yaşamadan uslu durmaya ve acımasız eğitmenlerin sadistçe muamelelerine maruz kalmaya ancak sefaletin en büyüğü itebilir. İşte Degas’nın Küçük Dansçısı da böyle bir saikle Opera’ya girer. Çelimsiz küçük kız için yapılan sözleşme aşırı ağırdır. Derslerin, provaların ve gösterimlerin birbirini izlediği haftanın yedi günü, günde on, on iki saat çalışır.
Dansçı kızların çilesi
Yazarın anlatımıyla Küçük Dansçı’nın günlük yaşamı tam bir çiledir. Sabah erkenden gelip otoriter hocalarının sopasının gölgesinde saatlerce ders görür ve prova yapar. Bedeni ufak tefektir ve çok güçlü değildir, egzersizler onu tüketir. Çabucak yorulur çünkü az ve kötü beslenir, bazen hiç yemez. İtiraz etmesi, konuşması, gülmesi ya da ağlaması yasaktır. Eşlik müziği ve molalar çok zahmetli geçen bir gün içerisinde küçük birer avuntu olur onun için. Gevezelik, tembellik, keyifsiz ve huysuz olmak da çabucak cezalandırılan ihlallerdir ve annesi orada kenardaki bir bankta oturup öteki annelerle birlikte dersi izlediği zaman ise durum daha da kötüdür, her taraftan azar işitir. Ayakkabıları kan içinde kalır, yaraları iyi bakılmadığı için mikrop kapar. Eve döndüğünde, ailesinin içine tıkıştığı küçücük dairede şebeke suyu olmadığı için, kapıcının iyi gününe denk gelmemişse ya da yine kendisi aşağı inip kuyruğa girerek doldurduğu kovayı dökmeden katları yeniden tırmanmamışsa, terli bedenini yıkayamaz. Umumi banyolar ise pahalıdır, ancak ayda bir kere oraya gider.
Bu küçük kızların çoğu henüz on beşine geldiklerinde alkolik olur; bazıları ya tüberkülozdan hayata veda eder ya da çocukluklarını yaşayamadan fuhşa başlarlar. Kuşkusuz birkaçı ciddiyetle hedeflerinin peşine düşer ve büyük dansçı olur. Yeter ki gösterimlere abone olan biri onları himayesine alıp özel ders giderlerini karşılasın, kimisinin bu sayede hayatı kurtulur. Büyük yeteneği olmayan ama güzelliği ile dikkat çeken bazı kızlar hayatlarını “kibar fahişe” olarak sürdürür ve lüks içinde yaşar. Bazıları ise otuz yaşını geçince sahneyi bırakır ve dans hocası olur.
Degas’nın gösterdiği ve modernliği
Degas resimlerinde ender olarak onları alımlı hallerinde gösterir. Bazen sahnedeki gösterimleri resmetse de tuvallerinin çoğu sahne arkasını gösterir: Provalardaki bitkin düşüren çalışmayı, harcanan çabayla deforme olan, halsiz düşen bedenleri…
Degas, Küçük Dansçı heykelinde de zayıf ve pek güzel olmayan bir kız çocuğunu model olarak seçer. Dansçı kız ne çekici, ne de baştan çıkarıcıdır, üzerinde güzel bir sahne giysisi yerine süsleri olmayan basit bir bale mayosu vardır. Duruşu herhangi bir bale hareketini canlandırmaz ve bir balerine özgü zarafet belirtisi taşımaz. Bir prova ya da bir gösterim sırasında değil, beğenilme kaygısı olmaksızın, bir çalışma salonunda belli belirsiz bir mola anında tasvir edilmiştir.
Aslında Degas’ın göstermek istediği güzel bir dansçı değil, sıradan emekçi bir kızdır; sahnedeki bir yıldız değil, yoksul mahallelerde geçim sıkıntısı çeken bir kızdır; eğlence ya da haz nesnesi değil, korkunç gerçekle mücadele eden öznedir. Küçük Dansçı genç bir işçiden başka biri değildir. Degas onu tüm yalınlığı ve yoksunluğuyla gösterir. Degas burjuva toplumun görmezden geldiği bir gerçeği gün yüzüne çıkartmayı arzular. Dans bir peri masalı değildir, zahmetli bir iştir. Onlar da terzi çırağı, hizmetçi, satıcı kız benzeri çalışan çocuklardır.
Degas Küçük Dansçı’yı çirkin olarak betimlemiştir çünkü amacı burjuvazinin zevkini okşamak değil, seyirciyi rahatsız etmek, hakikati görmeye ve düşünmeye zorlamaktır. Degas’ya göre sanatın eleştirel bir işlevi olmalıdır. Sanatın amacı güzeli değil çirkin de olsa hakikati göstermektir. Nitekim 19. yüzyılın sonundan 20. yüzyılın başına geçiş eşiğinde sanatın modernliği ya da estetik modernizm bir güzellik ya da mutluluk vaadi olarak değil, hakikat vaadi olarak ortaya çıkacaktır. Avangard sanatçı, Cézanne gibi kendini seyirciye hakikati borçlu olarak duymaktadır ve yapıtında onu göstermeye çalışmaktadır.