Burak Soyer
45 yıl sonra hepimiz ‘salağız!’
Türkiye’de ‘punk müziğin babası’ olarak anılan Tünay Akdeniz’in, ilk çıktığında büyük sansasyon yaratan ‘Salak’ 45’liği, 45 yıl aradan sonra orijinaline sadık kalınarak tekrar yayınlandı. O yıllarda “Punk da neymiş?” diye soranlara en güzel cevabı veren Tünay Akdeniz’in eskimeyen bu 45’liği bulunmaz bir nimet.
İngiltere ve Amerika’da 1970’li yılların ortasında temelleri atılmaya başlanan punk, aynı yıllarda sessiz sedasız Unkapanı’nda bir stüdyoda da çınlamaya başlamıştı ama kimsenin bundan haberi yoktu. O sıralar pop müzikle diskoteklerde rakı bardağında viski içerek eğleniyordu Türkiye gençliği. Siyasal ortam bugünlerin kılavuzluğunu yapanlara emanet edilmişti ve sokaklarda ‘sağdan’ ‘soldan’ kurşunlar yağıyordu gençlerin üzerine.
1975 yılında bu atmosfer içinde, Unkapanı’nın o stüdyosunda ışıklar kapandığında, pikaplardan daha önce bu topraklarda duyulmamış bir şarkı yükselecekti: Salak! Sonraları ‘Türkiye’de punk’ın babası’ olarak anılacak şarkının sahibi Tünay Akdeniz’di. Ve Tünay Akdeniz’in ‘Salak - Babam Yazdı Ben Besteledim İşte Aşkın Tarifi’ 45’liği, 45 yıl sonra Ironhand Records tarafından tekrar yayınlandı. Hayli uzun bir hikayeye sahip şarkının hikayesini, dönemi, yer elverdiğince Tünay Akdeniz’in ağzından yazmaya çalıştık.
Yıl 1975… Neler geliyor gözünüzün önüne?
‘Çığrışım Folk’tan ‘Grup Çığrışım’ adına dönüşle öncelikle bir grup müziği… Geçmişten gelen sert müziğe karşı olan ilgim, gençliğimizde ‘beat’ dediğimiz daha sonra ‘underground’ daha da sonra rock ve sonraları rock müziğinin türevleri ve her neyse -bunun ismini zaten dünyada müzik yazarları ve gruplar bile koyamamışken- kısaca rock diyelim… Henüz yeni evliydim. Mecidiyeköy’deki evimde 2 arkadaş, bir İspanyol gitar ve sandalyeyi bateri olarak kullanarak 2 bagetle yaptığımız ‘Salak’ ve ‘Babam Yazdı Ben Besteledim İşte Aşkın Tarifi’ isimli şarkılarımı prova etmekle geçen zaman… Sonrasında Kadıköy Nis düğün salonundaki birkaç provadan sonra Beyoğlu Fitaş sineması pasajının arka kapısından çıkıp hemen yan binanın en üst katında, Atilla Özdemiroğlu ve Şanar Yurdatapan’ın stüdyosu Şat Yapım’a 1800’lü yıllardan kalma her an düşecek ya da duracak bir asansörle çıkıp, konuşup, gün almak ve stüdyoya 2 kişi girerek üst üste kayıtlar yapmak… Şarkıları tamamlamak ve sonrasında Unkapanı’nda birçok plakçıyı koltuğumun altında bantla gezmek, dinletmek, sonuç alamamak ve en son 16 Ekim 1974 Çarşamba günü, ramazan bayramı arifesinde çok yağmurlu bir günde son kez Unkapanı’na gidip tek açık olan şirket Kent Plak’la görüşüp bandı bırakmak… Bandın kabul edilmesi ve 1975 yılında kapak dizaynını kendi yaptığım ‘Salak’ 45’liğimin büyük kızımın doğumuyla çıkması… 1975 in hafızamdaki yeri bu!
Bir de siyasi atmosfer var. Türkiye ikinci darbeyi yemiş, siyasal İslam kafasını göstermeye başlamış…
Sorma diyeceğim ama sormuşsun. Maalesef ki maalesef, kendini bilmez birçok gazetecinin, şeytancı, civciv ezenler olarak tu kaka olarak gösterdiği rock müzik, ebeveynlerin de çocuklarına “Aman ha uzak durun” dedikleri, şimdiki Eminem’in küfürleriyle dolu şarkıları kadar rağbet görüp kanıksanmadı. Dinleyici bulamadı. Bu ülke zaten hiçbir zaman bu İslamcıların kafasından kurtulamadı. 80’li yılların başını düşünecek olursak; liseli gençlerdi rock müziği dinleyenler çoğunlukla. Hatta rap’çiler, rock’çılar zaman zaman bayağı kapışırdı. Rock müzik zaten bence siyasal İslam’a uygun bir müzik değil. Olmayacak da. Zaten rock bir kültürdür, bir felsefedir. Bu kültür ve felsefeyi anlayacak kafa onlarda yok.
Müzikal olarak baktığımızda 60’lı yılların ikinci yarısında doğan Anadolu Rock devam ediyor ancak pop müziğe bir kayma var. Müzikal atmosfer nasıldı?
Bu Anadolu Rock’ı, hiç aklım almadığı gibi tür olarak da kabul etmiyorum. Böyle bir tür yok. Nasıl ki Bavyera rock, Liverpool rock olmadığı gibi. Rock vardır, bu da İngilizce’dir, Türkçe’dir, Rusçadır vs. Moğollar 1970 yılının sonunda Paris’e gitti ve CBS firması ile çalışmalar yaptılar. 1971'de çıkan ilk albümleri ‘Academie Charles Cros’ büyük plak ödülünü aldı ve o plakta da Anadolu ile ilgili bir ibare olmamasına rağmen müzik yazarları Anadolu ibaresini kullandılar. Evet, Anadolu ezgileri ve ritimleri kullanılmıştı. Yakışmıştı da ve olmuştu da. Sonra ne olduysa bizim yerli sanatçıların her çıkarttığı distortion’lı melodiler birden bire Anadolu Rock oldu. Cem karaca bile bir söyleşisinde müziğinden rock diye bahsetmişti. Rastladığım bazı yazılarda ya da YouTube’da Anadolu Rock ibaresini görünce gerçekten nevrim dönüyor. Böyle bir tür yok yok yok! Ben babalar gibi Türkçe sözlü rock yapmışım, o kadar. Pop müzik bu ülkede hep vardı, hep bir numaraydı, hep var olacak. Bu dünyada da böyle maalesef. Yapacak bir şey yok. Pop müzik eğlence müziği. Bir yerde, geçen seneden aklınızda kalan bir pop müzik ismi verin desem sanırım birçok kişi bilmez ama rock öyle değil. Rock müzik arabada, uzun yolda dinlenmez. O zamanlarda Boney M. vardı. Popülerliği ile kasıp kavuruyordu. Black Sabbath, Led Zeppelin, Deep Purple gibi gruplar da vardı ama Boney M. daha çok dinlenen gruptu.
Ve siz 1975’te, o atmosferde ‘Salak-Babam Yazdı Ben Besteledim İşte Aşkın Tarifi’ni yayınlıyorsunuz. Hiç sormadınız mı kendinize, “Yahu ben ne yapıyorum? Bu tutar mı tutmaz mı?” diye?
Hayır. Bu soruyu kendime hiç sormadım. Ama üstüne vazife olmayan iki ukala müzisyen bunu sordu. ‘Salak’ kaydını yaptık. Camlı bölmeden çıktık, diğer kısma geçtik. İndirgeme yapılıyor. Orada bir ukala, Mazhar, o zamanlar MFÖ falan yok. Şat Yapım’da sanatçı kayıtlarına girip şarkı başı ya da saat başı ücret alıyor. MFÖ’nün 1986’da LP’si çıktı. Demez mi “Bu plağı hangi kafayla yaptınız?” Benim kafayı kendi kafası gibi zannetti herhalde. “Bu plak satmaz. Kimse dinlemez” gibi bir ifadeyle konuşunca, “Sen kimsin?” dedim, “Sana ne? Tutar tutmaz, para kazanır kazanmaz. Şarkı benim, söz benim. Stüdyoya girdim. Saat ücretini de veriyorum. Senden para istedim mi? Keyif benim. Ukalalık yapma, seviyeni bil. Şimdi yürü git işine” gibi bir takım sert ifadelerle uyardım. Ortam sertleşince araya girdiler. Diğeri de bir gün firmama gittiğimde Ümit Güner ve Şerif Yüzbaşıoğlu vardı. İşte tanıştırdı Ümit Abi, “Değişik bir plak yaptık, dinleteyim” dedi. Bandı koydu. Çalmaya başladı. Ukala ikinci müzisyen de demez mi ki “Bu plak para kazanmaz. Neye göre yaptın? Rafta durur. Kimse almaz.” Sonra da bana döndü: “Nasıl bir cesaret? Bu plak para getirmez” demez mi! Nevrim döndü. Dedim ki; “Bak bir müzik ve müzisyen geçmişin var. Ona saygı duyarım ama sınırlarımı zorlama. Bu seni ilgilendirmez. Yorumuna da ihtiyacım yok. Ukalalık etme, ağzımı bozdurma.” Bu sırada Ümit Abi girdi devreye. Beni sakinleştirdi. Koluma girip alt kata indirdi. Maalesef böyle kendini fasulye gibi nimetten sananlar, kendini bilmez, saygısız ukalalar oluyor. Ayrıca şunu da belirteyim. Tam tersi Ankara’ya TRT’ye gittim plak çıktıktan sonra. O zamanlar TRT Pazar programları var. Hem radyo hem televizyonda. İzzet Öz’le tanıştım. Oturduk, konuştuk. Odasına çıktı. Banttan kopya almaya geldi. Şarkıyı çok beğendiğini, harika bulduğunu, nasıl böyle bir şarkıyı yapabildiğimizi sordu. “Şayet isterseniz hemen Pazar TRT radyosunda canlı yayına çıkartayım” dedi. Ama zaten cumaydı. Ayrıca da zaten elektro gitar fuzz kiralıktı, geri vermiştik. Dolayısı ile gidemedik. Zaten denetimden de geçmedi şarkı. ‘Salak’ plağım zarflı bir kapakla çıktı. İlk kapağı açtığınızda arka sayfada şöyle bir şey yazıyordu: Çalışıp uğraştık. Ülkemizde denenmemiş söz ve müzikle bu değişik 45’liği hazırladık. Başarabildiysek ne mutlu, başaramadıysak yeni yapıtlar hazırlayacağız. Bir sene sonra yaptığım ikinci 45’liğin arka tarafında ise aynen şöyle yazıyor: Müzikle para için uğraşmak güzeldir… Ama müzikle amatörce uğraşmak, bir şeyler yaratmak, halka ilginç şeyler vermek, çok daha güzeldir. Biz ikincisi için uğraşıyoruz.
Nasıl karşılandı ilk çıktığında?
Çok büyük bir sansasyon oldu öncelikle Unkapanı’nda. Firmamın ortaklarından rahmetli Ümit Güner kapıdan girer girmez, “Hoş geldin salak” derdi. Bu bir müddet böyle gitti. Basına götürdüğümde çok büyük bir ilgi gördü müzik yazarları tarafından. O zamanlar tabii daha ünlüler var. Yer verecek, resim koyacak ya da olmayan haberleri sırf sanatçıyı gündemde tutmak için bir şeyler yazacak. Kıyafetinden, kedisinden, köpeğinden bahsedecek. Biz neyiz ki o zaman? Hele de rock yapmışız. Kim takar Tünay Akdeniz’i ve rock müziğini? Bahsetmiş olmak için kısa da olsa söz ettiler. Biraz da Nazmi Abi’nin etkisiyle (Kent’in ortağı ) ülkenin tek müzik dergisi Hey genel yayın yönetmeni rahmetli Doğan Şener yıllar sonra bana aynen şöyle söylemişti: “Sizin değerinizi, yaptığınız müziği anlayamamışız. Takdir edip gerektiği ilgiyi gösterip hak ettiği değeri verememişiz.
45 yıl sonra ‘Salak’ yeniden yayınlandı. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Ben tüm 45’liklerimi bir araya toplamak için çok girişimlerde bulundum. Sponsor aradım. Plaktaki çıtırtıları temiz kayıt olsun diye Unkapanı’nda bu işi yapan bir arkadaşa hallettirdim ama olmadı. Ha baldırı çıplak olsaydım, dostum olsaydı çoktan çıkmıştı. Defalarca İstanbul’a gittim geldim. Kısaca 10 sene falan bu işe kafa yordum. Kendim yapacak finansım yoktu. Sevgili Murat Beşer aradı. 39 seneye dayanan bir dostluğumuz vardır kendisiyle. “Abi Almanya’da senin tüm 45’lik plaklarını yapmak isteyen bir firma var. Görüşmek istersen telefonu vereceğim, arayacaklar” dedi. Verebilirsin dedim. 1-2 gün sonra İstanbul’dan Ironhand’in ortağı sevgili Cem Şeftalicioğlu aradı. Gerekenleri konuştuk. Kısa sürede anlaştık. Nisan 2017’de İstanbul’a gittim. Sevgili Murat Beşer ve sevgili Cem Şeftalicioğlu ile buluştuk. Karşılıklı imzaları atarak anlaştık.
Sizinle yaptığımız telefon konuşmasında kısa da olsa günümüzde işlerin daha kolay olduğundan bahsettik. ‘Salak’ ilk bugünlerde yayınlansaydı nasıl karşılanırdı? En nihayetinde ‘Çikita Muz’ şarkısını da dinledi bu ülke çok da uzak olmayan bir zamanda…
Bu ülkede rahmetli Celal Şahin’in çok yıllar önce yaptığı bir parodi vardı. Adı: Adamını Bul. Bu ülkede adamını bulmadan, arkanda birileri olmadan, baldırı çıplak olmadan sadece müzik değil her işin başarıya ulaşması gerçekten çok zor. Ben ‘Salak’ı tamamen kendi imkanlarımla yaptım. 1974’te ödediğim stüdyo ücreti 1.000 TL idi. Plak firmasıyla anlaşınca bu ücreti aldım almasına ama bu sefer de imzalattığı belge ile iki şarkımın telif hakkını da kendine almış. Hiçbir şey bilmiyorsun. Plağın çıkacak, çok sevinçlisin. Kağıt mı okuyorsun ki! Plağın çıkacak neticede. Bunların hiçbiri olmadan yaptığın işler de her ne olursa olsun, o gün değerini bulmazsa yıllar sonra buluyor. Onun için ‘Salak’ bu zamanlarda yayınlansaydı gene de karambole gider miydi o zamanki gibi, tartışılır. Çünkü o zaman bile senden önde bir sürü meşhur sanatçı vardı. Onları haber yapmak varken neden seni haber yapsınlar ki? Ama gene de ufak tefek haberler, röportajlar oldu. Sadece tek dezavantaj o zaman bu kadar özel TV ve radyo yoktu. Onun için belki de 1975 yılında çıkması bence daha iyi oldu. Ben Türk toplumunun tuhaf bir müzik kültürü olduğunu düşünüyorum. Eğlence müziği. Zıplansın, oynansın, zaman geçsin, eğlenilsin. ‘Çikita Muz’u bile bir numara yapan bir toplumuz. Yok böyle bir müzik kültürü ve anlayışı. Sen uğraş, didin, güzel bir şeyler icra et. Dinleyen yok. Adam Çikita Muz’la gündeme otursun. Ve işte şimdi, şu an bile bu şarkıdan bahsediyoruz. Bu onun başarısı değil asla. Toplumun müzik zevki işte kısaca. Daha da yazıp gündemde tutmanın bir anlamı yok. Ayrıca önemli bir faktör de doğup büyüdüğü evdeki müzik kültürü. Kulağının o müzikle dolu olması.
Yeni isimleri takip edebiliyor musunuz? Dinlediğiniz isimler var mı? Genel olarak şu anda Türkiye’deki müzik ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Takip ediyorum dersem yalan olur. İstanbul dışındayken de takip etmek de ayrıca zor. Orada günlük hemen her şeyi, yeni grupları bir şekilde en azından ağızdan ağıza da olsa öğrenebiliyorsun. Ancak yıllarca hiç taviz vermeden kendi bildikleri yolda yürüyen tek grup benim için Pentagram’dır. Cenk ve Hakan 40 yıllık dostlarımdır. İlk provalarını yapmaya başladıkları yılları bilirim. Ve sadece bu zamana kadar bir cover yaptılar. O da ‘Uzun İnce Bir Yoldayım’. Benim zamanıma göre Türkiye’de çok fazla rock grubu var. Ama amatör ama profesyonel. Bu çok sevindirici ve güzel bir olay rock açısından. Harika gitarcılar, basçılar, davulcular, klavyeciler var. Birçoğu bar müzisyeni olarak çalışıyor zaten. Birçok ülkede olay böyledir. Çoğu bar müzisyenliğinden gruba dönüşmüştür. Aslında temel barlardır. Bunun haricinde değişen bir şey yok. Bugün hala piyasa müziği revaçta. Rock ikinci planda. Genç kesimin müzik yapısının, dinleme kültürünün değiştiğini düşünüyorum. Bu güzel röportajı benim 1984’ten beri kullandığım ifadeyle bitirmek isterim: “Herkes rock’çı olamaz!