Burak Soyer
100 yıllık bir hazine: To Dervisaki
Anadolu folk müziğini alıp türlü hallere sokarak çok farklı formlarda şarkılar sunan Yasak Helva grubu bu kez İzmirli Rum müzisyen Evangelos Papazoglou’nun 100 yıllık şarkısı To Dervisaki’yi ‘elektrikli reggae’ tınılarıyla yorumladı. Yasak Helva’nın bu yeniden yorumu ortaya güzel bir şarkı koymanın yanında bu topraklarda gizli kalmış değerleri keşfetmek için de kapı aralıyor.
Evangelos Papazoglou ya da Vangelis Papazoğlu, 1896 yılında İzmir’in Durbali köyünde doğmuş. İlkokuldan terk. Bunun yerine mandolin, keman gibi çeşitli enstrümanlarla haşır neşir olmuş. Ogdhondakis, Panagiotis Tountas ve Spiros Peristeris gibi Anadolu’da o zamanın isim yapmış müzisyenleriyle çalışmış. 1919 yılında Yunan ordusuna katılmış. Yunan ordusunun Birinci Dünya Savaşı’nda Türk ordusuna yenilmesiyle Papazoglou da Yunanistan’a yerleşip, Almanlar Yunanistan’ı işgal edene kadar çeşitli rebetiko şarkıcılarıyla gece kulüplerinde sahne almış. 27 Haziran 1943’te hiçbir şarkı kaydedemeden hayata gözlerini yummuş. Bu bilgiler wiki.phantis’ten. Ama aslında biz bu İzmirli Rum şarkıcıyı çok yakından tanıyoruz. Kendisi Yeni Türkü’nün en popüler şarkılarından olan Yedikule’nin asıl sahibi. Şarkının hikayesi de Papazoglou’nun Yedikule cezaevinde beş yıl hapis yatışını anlatıyor. Yazıya konu olmasının sebebi Türkiye’de öznesi folk olan, yanına yerleştirdikleri diğer türleri harmanlayarak kendi türünü yaratan Yasak Helva grubunun, Papazoglou’nun To Dervisaki şarkısını yeniden yorumlamış olması.
Salih Korkut Peker, Onur Ertem ve Hakan Görkem Bıyık'tan oluşan Yasak Helva, Türkiye’de Baba Zula’nın başını çektiği ‘modern saykodelik folk’un yeni dönem temsilcisi. Kısa sürede kendilerine sağlam bir dinleyici kitlesi edinen topluluk, 2019 yılında Tunus’ta düzenlenen Jazz a Carthage ve dünyada epey takipçisi olan Sziget Festivali’nde yer alarak alanını genişletti. ‘Ekürileri’ cümbüş, çağlama, bas ve davulla enteresan işler yapan Yasak Helva ekibinden Salih Korkut Peker ile grubu, yaptıkları müziği, piyasayı ve bu kendi deyimleriyle ‘elektrik reggae’yle bizi buluşturdukları To Dervisaki şarkısını konuştuk.
Death metal, caz, rock, grunge… Bu türlerden sonra şimdi –sizin deyiminizle- elektronik folk’a geçiş nasıl oldu?
Bu müzik türlerinin hepsi, bizim müziğe başladığımız ve müziği keşfettiğimiz dönemlerdeki ilk heyecanlarımız. Sonrasında yelken açtığımız her farklı müzik türünde, onların izleri üzerinde çalıyoruz. Normalde tam tersi olması gerekirdi ama bu müziklerle yola çıkmamızdan bir süre sonra kendi coğrafyamızın müziklerinin zenginliğini ve lezzetini keşfettik, vurulduk. Sonrasında ilk heyecanımız olan müzik türleriyle, üzerinde durduğumuz hazinenin örneklerini birbiriyle kaynaştırmak, bir refleks haline geldi. Özetle: "Elektrik" kısmından gençliğimiz, "folk" kısmından da geçmişimiz sorumlu.
Son şarkınız To Dervisaki, İzmirli Rum müzisyen Evangelos Papazoglou'na ait bir şarkı. Nereden buldunuz şarkıyı? Daha önceden duymuşluğunuz, dinlemişliğiniz var mıydı?
To Dervisaki'yi ilk kez 20 yıl önce Kalan Müzik'in rebetiko derlemelerinden birinde dinlemiş ve şarkıdaki güçlü anlatıma hayran kalmıştım. Sonraları fark ettik ki, Anadolu'daki çok sesli ve çok renkli dönemin sona ermesini anlatan şarkıların içinde artık bir sembol konumuna gelmiş. Repertuarımıza da ilk aldığımız şarkılardan biridir.
Şarkıda ne anlatılıyor? Neden bu şarkıyı seçtiniz?
Memleketinden çok uzaklara sürüklenmiş, hasretini bağrına taş diye basmış, avare bir müzisyen portresidir To Dervisaki. Hepimiz de farklı dönemlerde buralara göç etmiş ailelerin müzisyen çocukları olarak, şarkıdaki enerjiyi kendimize mâlederek çalmayı çok istedik.
Baba Zula’nın başını çektiği –tam aynı yerde olmasa da- bir müzik icra ediyorsunuz. Türkiye’de bu tarzla ilgilenen çok fazla sanatçı yok ama dinleyicisi var değil mi? Yurtdışında daha mı fazla ilgi görüyorsunuz? Sebebi nedir bunun?
80'lerden sonra adeta bıçak gibi kesilen "kendi kültürünü müziğine yansıtmak" dürtüsünü 90'lı yıllarda ilk dirilten gruplardandır Baba Zula. O yüzden onların inadının ve duruşunun önemi tartışılmaz. Bu tarza yönelen müzisyenlerin sayısı gittikçe artıyor ama dünyadaki ilgi tabii ki başka. Çünkü Anadolu ve Ortadoğu müziği, onlar için çok ilginç, çok yabancı ve bir o kadar da insanı içine çeken bir müzik. Kimisi turist olarak kimisi de gerçekten içselleştirerek dinliyor.
Sizin yaptığınız To Dervisaki’de yaptığınız gibi bu topraklarda doğmuş ama kıyıda köşede kalmış sanatçıların eserlerinin tekrar ortaya çıkarılmasını, onların keşfi, hikayelerinin bilinmesi, tanınmaları, dolayısıyla da bu ülkenin sanatının özündeki zenginliği bulma açısından önemli görüyorum. Katılır mısınız bu görüşüme?
Kesinlikle aynı fikirdeyiz. Bu toprakların elle tutulmayıp, gözle görülmeyen ama kulaklarda ve dillerde hala yaşayan hazineleri var. Bu hazinelerin yankısı ne kadar geleceğe uzanırsa, çok sesliliğin ve çok renkliliğin birleştirici gücü o kadar artacaktır. Bunun için müzisyenlerin kuru kuruya misyon edinmesi de samimi olmaz ama. Bu dediğim şey bir misyon değil, bir hevesin doğal sonucu olmalı. Ancak o zaman tadını ve yolunu bulabilir.
Son zamanlarda çıkan şarkılarda –sizin kadar eskiye gitmeseler de- bir ‘yeniden yorumlama’ furyası var. Tam cover da değil bu. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Yeni şeyler üretip dikkat çekmeyi başarmak, artık hemen hemen imkansız. Gerçekten çok özgün ve vasatlıktan uzak bir hikaye anlatmak zorundasınız. Hal böyle iken, zaten kabul görmüş ve çok sevilmiş hikayeleri farklı fikirlerle anlatmak daha cazip geliyor. Ama "farklı fikir" dediğimiz şeyin de hakkını vermesi gerek. Yoksa sosyal medya yörüngesine bir başka "XYZ Akustik Versiyon" uydusu fırlatmaktan öteye gidilmez.