Katinaki Mou Gia Sena / Çanakkale Türküsü

Tüm ekip yanyana oturarak sıralanmış olsa, 1930’ların kafe-aman’larında hiç yabancılanmayacak bir fotoğraf karesi bu; grubun adı da “Kompania” zaten, kafe-aman denilen rebetiko tavernalarında çalan müzik gruplarına atıfla…

            2019 Kasım ayı,  Atina’daki Mythos stüdyoları. Joulia (Ioulía) Karapatáki mikrofonu son kez kontrol ediyor, stüdyo odasındaki beş erkek müzisyen mikrofonun çevresinde yarım ay  şeklinde sıralanmış, başlamaya hazırlar. Joulia “güzel” olarak nitelendirirseniz hiç haksız olmayacağınız, “sevimli” derseniz ise çok haklı olacağınız  genç ve minyon bir kadın; sürekli gülümsüyor, şakalaşıyor. Stüdyodaki herkes siyahlara bürünmüş bugün. Tüm ekip yanyana oturarak sıralanmış olsa, 1930’ların kafe-aman’larında hiç yabancılanmayacak bir fotoğraf karesi bu; grubun adı da “Kompania” zaten, kafe-aman denilen rebetiko tavernalarında çalan müzik gruplarına atıfla…

            Önce kontrbas giriyor karar sesinden, onun belirlediği tempoyu izleyerek bir mezür sonra akordeon ve cura da katılıyorlar giriş nağmesine, arkalarından buzuki ve gitarı da sürekleyerek, o ana kadar gülücükler saçarak elleriyle tempo tutan bu sevimli kadının yüzü birden ciddileşiyor sonra, okuyacağı şarkı bir trajediyi anlatıyor çünkü, sonra cisminden beklenmeyen güçlü bir sesle dolduruveriyor bütün stüdyoyu:

Katináki mou yia séna, me skotósane, áman, áman

Katináki mou yia séna, me skotósane

Mésa ston teké tou Fóti, me ksaplósane, akh

Akh, manoúla m' akh

(Katiciğim senin uğruna kıydılar canıma, aman aman

 Foti’nin batakhanesinde vurup yere serdiler beni

 Ah anam ah)

Me varésane kalé, vre me bambisiá, áman, áman

Me varésane kalé, vre me bambisiá

Akh, tris makhairiés mou 'dhósan, mésa stin kardhiá, akh

Akh, mésa stin kardhiá

(Alçakca pusuya düşürdüler beni, aman aman

 Ah, üç bıçak darbesi yedim kalbime

 Tam üç bıçak)

Ki étsi kháthika yia séna, Katináki mou, áman, áman

Ki étsi kháthika yia séna, Katináki mou

Me to davatzí pou échis, vre manáki mou, akh

Akh, manoúla m' akh

(Böyle harcadı beni Katiciğim, aman aman

 O pezevengin senin, ah tatlı bebeğim

 Ah anam ah)

Belli ki bahtsız delikanlının abayı yaktığı Kati, genç bir fahişe, bir de pezevengi var onu gözü gibi sakınan. Kati de delikanlının aşkına kayıtsız değilmiş muhtemelen, tutkun müşteriler sürekli bir kazanç kapısıdır bu işkolunda çünkü; ne zaman ki kadın da aşka karşılık verir, o zaman işler karışır, altın yumurtlayan tavuk kümesten kaçmak üzeredir çünkü, işte ancak o zaman bıçaklar çekilir.

Tabii ki genç bir delikanlının aşkı için öldürülmesi bir trajedi; kendisi için, varsa ailesi için, belki bir de Kati için. Ama bu ezgi ile anlatılmış başka büyük bir trajedi daha var ve öyle sadece bir kaç kişiyi ilgilendiren cinsten de değil; onbinlerce gencin hayatına malolan, ulusların kaderini değiştiren, dünya tarihini etkileyen cinsten: Çanakkale Savaşı; çünkü bu ezgi “Çanakkale içinde vurdular beni” diyerek başlayan Çanakkale Türküsü’nün de ezgisi…

ÇANAKKALE İÇİNDE VURDULAR BENİ!..

Tabii ki genç bir delikanlının aşkı için öldürülmesi bir trajedi, kendisi için, varsa ailesi için, belki bir de Kati için. Ama bu ezgi ile anlatılmış başka büyük bir trajedi daha var, öyle sadece bir kaç kişiyi ilgilendiren cinsten değil; onbinlerce gencin hayatına malolan, ulusların kaderini değiştiren, dünya tarihini etkileyen cinsten: Çanakkale Savaşı; çünkü bu ezgi “Çanakkale içinde vurdular beni” diyerek başlayan Çanakkale Türküsü’nün de ezgisi.

Bu güzel türkünün 1920’den önce, Çanakkale Savaşı’nın öncesini de kapsayacak bir zaman diliminde oluştuğu neredeyse kesin. O dönemin  Çanakkale Sultanisi adı verilen yatılı lisesinde 1. sınıf öğrencisi olan Seyfullah Nutku’nun ailesine yazdığı 29 Eylül 1914 tarihli mektuptan bir bölüm:

Kısa zaman önce sokaklardan askerler geçmeye başladı. “Çanakkale içinde Aynalı Çarşı, Anne ben gidiyom düşmana karşı” türküsünü söyleyerek yürüyorlar. Kimileri at sırtında kimileri develerle yol alıyorlar. Top arabaları ve mekkareler de onlara eşlik ediyor. Savaş çıkacağını söylediler. İngiliz ve Fransız gemilerinin boğazda dolaştığını duyduk. Gemiler buraları vuracakmış, ancak yakında İstanbul’a gideceğimiz için ben bunları göremeyeceğim. Oysa görmek isterdim. Sonunda size kavuşacağımı biliyorum.”

Türkünün kökeni konusunda çelişen görüşler mevcut, mesela aslen Yafa doğumlu olan ve 20. yüzyıl başlarında İstanbul'da müzik yayıncılığı yapan Şamlı Selim'in 1915 tarihli Risale-i Musikiyye dergisinde “Çanak Kal’a Marşı” adıyla notaları basılan türkünün bestecisi olarak Kemânî Kevser Hanım yazılı (1917’de  Osmanlı Devleti’nin ilk resmi konservatuvarı olan Dârülelhan’da keman ve piyano eğitmeni olarak göreve başlamış olan bu olağanüstü kadın, aynı zamanda çok bilinen “Nihâvend Longa”nın da bestekârı). Eserin bestecisinin Destancı Mustafa olduğu da öne sürülmüş kaynak gösterilmeden, müzikolog Mahmut Ragıp Kösemihal ise tüm bunlardan farklı görüşte:

“Bu kıtaların son iki üçerlisi Çanakkale Savaşı’nda uydurulmuş mısralar olmakla beraber asıl türkü ondan daha eskidir. İlk kıtadan anlaşıldığı gibi, sevgi macerasında Çanakkale’de öldürülen bir delikanlı ağzından yakılmış bir ağıttır. Bay Vahit Lütfi, bu türkünün gençliğinde (yani Genel Savaş’tan çok önce) söylendiğini ve hatta bizzat söylediği yerleri hatırlayıp anlatıyor. Bir ara unutulduktan sonra Çanakkale Savaşı sıralarında-mevzuu yakınlığına binaen- yeniden hatırlanarak çok moda olmuş, zamana uygun mısraları araya katılmıştır...” 

1923 TAŞ PLAK KAYDI

Kökeni ne olursa olsun türkü çok sevilmiş olmalı ki zamanla tüm Balkanlardan Kırım’a, Kerkük’e kadar geniş bir coğrafyada Türkçe sözlerle söylenir olur. Eldeki en eski kayıt, 1923 yılında İstanköy (Kos) kökenli Yunanlı şarkıcı Marika Papagika tarafında ABD’de kaydedilen taş plak kaydı. 1932 yılında Atina’da İzmir kökenli Roza Eskenazi tarafından okunan “Katinaki Mou Gia Sena” ise türkünün bestesini ödünç almış, yukarıda Joulia’nın söylediği şarkı işte bu şarkı (bu güftenin de Yunanca farklı varyasyonları mevcut).

Yurtdışında pek çok yerde Türkçe ya da farklı dillerde yeniden yorumlanan bu türkünün savaş sonrasındaki öyküsü ise biraz muğlak. Türkü ancak yıllar sonra, 1948 yılında, Ankara Devlet Konservatuvarı’nda görevli olan Muzaffer Sarısözen’in Kastamonu’ya yaptığı türkü derleme gezilerinin birinde İhsan Ozanoğlu’ndan derlenmiş ve –hatalı olarak- Kastamonu türküsü olarak kaydedilmiş. Türkünün tekrar popüler olması, Sarısözen’in 1952 tarihli “Yurttan Sesler” kitabında yer alması ve özellikle 70’lerde TRT repertuvarına girmesinden sonra.

Bu acımasız emperyal savaşın sonunda; Türk, Kürt, Arap, Süryani ,Çerkez, Rum, Ermeni, Yahudi ve diğerleri, 57 bin Osmanlı genci yurdunu savunurken savaş alanında can verir; yaralıyken hastanede ölenler, kaybolanlar, sakatlananlar, başka hastalıklardan hayatını kaybedenler bu sayının dışında; karşı tarafın kayıpları da bundan az değil.

“Yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi”

Gençler ölmesin…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi