Tolga Balcı
Yoksulluğun gazetecilik hali: Habere ‘ulaşılamıyor’
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde (İBB) tüm yöneticilerinin canla başla UKOME’den geçirmeye çalıştığı ve bunda başarılı olduğu yüzde 40 zamlı ulaşım tarifesi geçtiğimiz günlerde uygulanmaya başladı.
Bu zam kararının alındığı gün DİSK Basın-İş Genel Başkanı Faruk Eren, Halk TV’de Ayşenur Aslan’ın programına konuk olmuş gazetecilik üzerindeki baskıyı ve öldürülen gazeteciler gerçeğini anlatıyordu.
Bu haber üzerine konu tabiî gazeteci yoksulluğunda ulaşım zammının etkisine geldi ve öldürülen gazeteciler gününde öldürülen gazetecileri görmeyen yandaş basının deyimi ile “gazeteci Faruk Eren bile” ulaşım zammına isyan etti.
Programda gazetecilerin habere ulaşım hakkının bu zamlarla engellendiğini söyleyen Faruk Eren İBB’ye bir çağrıda bulunarak “gazetecilere basın kartı şartı aranmaksızın kent içi ulaşımın ücretsiz olması gerekiyor” dedi. Bu çağrı sonrası Ayşenur Aslan’ın “evet genç gazeteciler için çok önemli bir talep” sözü başlıkta geçen sırrı aşikâr etti.
Türkiye’de bir kuşak gazeteciliğin tabiri caizse ‘ekmeğini yerken’ bir kuşak bu yenen ekmeğin bedelini ödedi, ödemeye de devam ediyor. Bu çok kaba tanıma itirazlar gelecektir muhakkak ama konuyu açmakta fayda var. Türkiye’de yurttaşlar yaşam pahalılığı ve yoksullukla sınanıyor bir süredir. Bundan tabiî herkes gibi gazeteciler de etkilendi. Mesleğin kendi krizinin yanına Türkiye’nin “yüksek” siyasetinin ürettiği sorunlar ve İBB’nin yaptığı yüzde 40’lık ulaşım zammı da eklenince birçok muhabir için habere ulaşma konusu artık ayrı bir problem.
Ulaşım zammının freelance çalışanlara etkisi
Zamlara biraz da farklı bir penceren bakalım. Türkiye’de gazetecilik mesleği yaşam mücadelesi verirken aynı anda işsizlikle de sınanıyor. TÜİK verilerine göre gazetecilik mezunları Türkiye’deki en yüksek ikinci işsizlik oranına sahip. Üstelik istihdam oranı da bir hayli düşük.
Bunun birçok sebebi ve sonucu var ama istatiksel olarak çoğunlukla görmezden gelinen bir durumdan bahsetmek istiyorum. Memlekette habercilik faaliyeti siyasette olduğu gibi iki kutuplu yayın çizgisine hapsolmuş durumda. Bu iki kutuplu habercilik kalıbına uymadan, oto sansüre uğramamak için yüzlerce genç gazeteci freelance çalışıyor ve yaşamak için yoksulluk karşısında tam anlamıyla bir savaş veriyor.
Haberden habere koşan, polis gazı ve copu yiyen, gözaltına alınan, özel söyleşiler ve araştırma dosyaları önümüze koyan bu gazeteciler komik rakamlara bu üretimi yapıyor. Üstelik ne bir güvenceleri var ne de kurumlardan ulaşım ve yemek gibi destekler alabiliyorlar. Gayri insani şartlarda gazetecilik yapmaya çalışan bu arkadaşlarımıza devlet de ‘sigortan yok’ diyerek ‘örgütlenme yasağı’ getirmiş durumda. Üstelik haberlerini yaptıkları ve seslerini duyurdukları toplumsal muhalefetin de bu konu üzerinde pek sözü bulunmuyor ne yazık ki. Basın açıklamalarını takip etmek için toplu taşıma araçlarını kullanan meslektaşlarımız zamların da etkisiyle artık haber takibi için alanlara gitmemeye başladı.
Karşılanabilir bir talep
Hayat pahalılığı nedeniyle araç ve gereçlerini satarak mağaza çalışanı olan gazetecilerin olduğu memleket burası ve bu yüzden Faruk Eren’in talebinin ne kadar hayati olduğunu tekrar tekrar anlatmamıza gerek yok.
Gazetecilerin talebi çok basit ve net: ulaşımın basın kartı aranmaksızın tüm basın çalışanlarına parasız olması. Bu talebin uygulanabilirliği bir tartışma konusu ancak Türkiye’de bunu yapan bazı iller mevcut. Örnek vermek gerekirse Diyarbakır’da kayyumlar öncesinde ulaşım, kurum kartını gösteren gazetecilere ücretsizdi. Anadolu’nun birçok kentinde kurum kartını göstererek müzelere herhangi bir ücret ödemeden hâlâ giriş yapabiliyor. Seminerlere ve açılışlara basın kartı aranmaksızın gazeteciler girebiliyor. Kısıtlı da olsa bazı kazanımlarımız hala yerinde duruyor.
Yani birçok örneği olan bu durum karşısında İBB’nin ve yöneticilerinin ilk çekincesi olan ‘basın kartı zorunluluğu’ konusu aşılamayacak bir problem değil. UKOME’de iradi bir duruşla gazeteciler için uygun bir karar çıkarılabilir ve gazetecilerin habere ulaşım hakkı sağlanabilir. Yeter ki karşımızda bunu gerçekten çözmek isteyen bir irade görelim. İBB’ye de açık çağrımızdır basın meslek örgütleri ile bir araya gelin ve sorunu çözün.
Sorun ne?
Bu tartışma yıllardır çözülemeyen başka bir tartışmayı da beraberinde getiriyor tabiî; kimin verdiği basın kartı?
İBB’nin de karşımıza bahane olarak öne sürdüğü bu duruma bir itirazımız var. Basın kartının Cumhurbaşkanlığı’na bağlı İletişim Başkanlığı tarafından verilmesine karşıyız. Üstelik yüzlerce gazetecinin basın kartı başvurusu hala açıklama dahi yapılmadan bu kurum tarafından bekletiliyor ya da iptal ediliyor.
Kendisini demokrat olarak tanımlayan muhalefetin ‘Propaganda Bakanlığı’ gibi çalışan bir kurumdan alınması istenen basın kartını ücretsiz ulaşımda önümüze engel olarak sunması geçmişte gazetecilik üzerine söylediği sözlerle çelişiyor.
Ayrıca gazeteciler bu durum karşısında plansız da değil. Bu uygulamaya karşı geliştirdiğimiz alternatif çözüm ise basın meslek örgütlerinin belirlediği bir komisyonun gazetecilere basın kartı vermesi.
Öte yandan bu sözcükler ağızdan çok basit bir şekilde ortaya çıksa da basın örgütlerinin birçoğunda bu duruma karşı bir isteksizlik hali de var. Burada kendisini töhmet altında bırakmak istemem ama bunun altında yatan sır Ayşenur Aslan’ın, Faruk Eren’e, “Genç gazeteciler için önemli bir talep” şeklinde verdiği tepkide gizli aslında. Türkiye’de basın kartı sahibi gazetecilerin çoğu ya emekli ya da yönetici. Genç ve yoksul gazeteciler bu sistem altında ezilmeye devam ederken, basın meslek örgütlerinde belli konfor alanları oluşturmuş bazı meslek büyüklerimizin iç çekinceleri ve kaygıları nedeniyle basın örgütlerinin, basın kartı verme girişimleri sürekli sonuçsuz kalıyor. DİSK Basın-İş bu durum için elinden ne geliyorsa yapmaya hazır olduğunu tüm muhataplarına bildirmiş durumda. O yüzden alnımız açık bir şekilde bu talebi en yalın haliyle dillendirmeye de devam ediyoruz. Gazeteciler için parasız ulaşım bir haktır.