Mehmet Yaşin
Sandviçime yan baktırmam!
Yemek bir yana, sandviç bir yana. İki dilim ekmek arasındaki bu lezzet, beni hep baştan çıkarmıştır. Sandviçi, lezzetli bir yemeğe tercih ettiğim çok olmuştur. Ona fast food diyenlere içten içe kızarım.
Sandviç tutkumu anlatmaya başlamadan önce, adının öyküsüne bir göz atalım. Sandviç Dükü John Montagu, evinde düzenlediği kumar partileriyle ünlüdür. Saatlerce poker masasından kalkmak bilmez. Yine bu partilerden birinde karnı acıkır ve yiyecek bir şeyler ister. O yıllarda atıştırmalık dediğin, dilimlenmiş soğuk ettir. Dük, uşağını etleri iki dilim ekmeğin arasına koyması konusunda uyarır. Eğer eti parmaklarıyla tutarsa, kağıtlar yağlanacaktır. Bu kaygı sandviçin doğmasına neden olur!
SANDVİÇ AŞKI
Benim sandviç tarihim ise lise yıllarında başladı. Hikayeyi şöyle toparlayabilirim... Kabataş Erkek Lisesi’nde öğrenciydim. Öğle tatili zili çalınca, karnımızı doyurmak için soluğu Ortaköy sokaklarında alırdık. Tramvay caddesinde, fırının hemen yanında bir bakkal vardı. O, biz gelmeden malzemeleri hazırlardı: Salam dilimleri, turşu, domates, Sana yağı, zeytin ezmesi, kaşar peyniri. Tabii fırından yeni çıkmış sıcacık ekmekler.
Bir koşu soluğu o bakkalda alır, yarım ekmeğin içine tezgahta ne varsa hepsinden koydururdum. Karmakarışık bir ekmek arası olurdu benimki.
Bazen paraya kıyar, fırından aldığım sıcak ekmeğin arasını, o zamanlar makul fiyatla satılan, yarım yağlı pastırma dilimleri ile doldururdum. Ekmeği hemen yemez, biraz beklerdim. Bu süre içinde, içinden buhar tüten ekmeğin arasına sıkışmış pastırmanın yağı gevşerdi. O zaman ortaya doyumsuz bir tat çıkardı.
İşte benim sandviç aşkımın başlangıcı böyledir.
FAKİR ÇOCUKLARIN SANDVİÇİ
Bu aşk sonraları daha da gelişti. Hele hele Amerika’da “Poboys” sandviçi ile tanışınca vazgeçilmez bir tutkuya dönüştü.
“Poboys”, Poor Boys’un yani “Fakir Çocukları”nın kısaltılmışı.
New Orleans’ta, demiryolu işçilerinin grevi sırasında doğmuş. Bir şarküteri sahibi, greve giden işçilere, 30-35 santimetre uzunluğundaki baget ekmeğin içine, dilimlenmiş domates, kıyılmış marul, birkaç dilim peynir ve salamla yaptığı sandviçi bedava dağıtmış, adı onun için “Poboys” kalmış.
Amerika’da, New Orleans limanında, kaçak temizlik işçisi olarak çalışırken, benim de greve giden demiryolu işçilerinden pek farkım yoktu. Yani, karnımı doyuracak parayı zar zor denkleştiriyordum.
Onun için “Poboys” en favori yiyeceğimdi.
Hem ucuz, hem doyurucuydu. İçinde birkaç salam dilimi, ince doğranmış marul, domates ve peynir bulunuyordu. Yani çok sakin bir sandviçti!
Son Amerika gezimde (Bu kez paralı bir turist olarak gitmiştim), ilk gözağrımla yeniden buluştum. Bizim fakir yemeğinin sınıf atladığını görünce pek şaşırmadım.
Artık dilimlere mayonez sürülüyor, içine roast beef dilimleri, bol salata malzemesi, lezzetli ve pahalı peynir dilimleri konuyordu.
Bazı yerlerde etin yerini tavuk, deniz mahsulleri, karides, midye, istiridye alıyordu.
Benim zamanımın zayıf sandviçi, artık ağza sığmayacak kadar kalınlaşmıştı! Tıpkı ünlü “Basri Sandviçi” ne dönüşmüştü. Onu yemek ustalık istiyordu. Isırdığınız zaman içinden fışkıran malzemeler, parmaklarınıza, sakalınıza, bıyığınıza bulaşıyordu. Tabii çok dikkatli yemezseniz, üstünüz, başınız da leke içinde kalıyordu.
YENİ BİR AŞK DOĞUYOR
Daha sonra New York’ta başka bir sandviçe aşık oldum!
Manhattan’da “Bremen House” adındaki bir şarküterinin bodrum katında duvar yıkıyordum. Patron öğle tatilinde çalışanlara, üstüne bol miktarda mayonezle karıştırılmış ton balığı eti konmuş iki kalın dilim ekmek verirdi. Öylesine lezzetli olurdu ki, yemeye doyamazdım.
Dükkanın bu tonlu ekmekleri öylesine meşhurdu ki, öğle tatilinde, sırf bunu yemek için insanlar kuyrukta beklerlerdi.
Ve o günden sonra, ton balıklı sandviçi de sevgililerimin arasına koydum, hayranı oldum. Şimdi en sevdiğim sandviçlerin başında bu da geliyor.
Tokyo’ya yaptığım bir gezi sırasında, sabahın köründe balık pazarına gidip etini çok sevdiğim ton balıklarının açık artırmasını izlemiştim. Dünyanın en büyük, en lezzetli ton balıkları burada satılıyordu. Artırmada ortaya sürülen paraların miktarı akıl alacak gibi değildi.
Tokyo’da tonları gördüm ama sandviç arasında yiyemedim ne yazık ki!
Çünkü Japonlar, bu güzelim balığı ya suşi yapıyorlar ya da ince dilimler halinde çiğ olarak tüketiyorlardı. Kimsenin aklına bunları sandviçin arasına koymak gelmiyordu!
Şimdi haftada en az bir kez, öğle yemeğimde ton balıklı sandviç yiyorum.
ÇOK ÖZEL BİR TARİF
Sandviçimin tarifini sizinle paylaşabilirim:
“Balık etini bir tabağa boşaltın. Onun üstüne bir çorba kaşığı kadar ev yapımı mayonez koyun. Yarım turunç suyunu (veya limon) sıkın. Salatalık turşusunu küp küp doğrayıp ilave edin. Kapari çiçeği de olur. Sonra bir güzel karıştırın.
Yarım taze baget ekmeğinin hamur kısmını çıkarıp ton balığı karışımını araya boca edin. Üstüne de biraz dere otu serpiştirince “yeme de yanında yat” kıvamında bir sandviç yapmış olursunuz.
HER LİMANDA BİR SEVGİLİ
Bir başka sevgilim de Paris kafelerinde yediğim, jambonlu, bri peynirli bagetlerdi. Bu sandviçi, bir bardak şarap eşliğinde yemek, damağımda unutulmaz tatlar bırakmıştır.
Sonra, sevgili sandviçlerin sayısı arttı!
Bunların başında, Rus salatalı (veya Goralı) sosisli sandviç geliyor. Beyoğlu’nda Atlantik Büfe’de yediğim bu muhteşem sandviç, hâlâ rüyalarıma giriyor. Rus salatası ile sosis, birbirleri için yaratıldıklarını bu sandviçte kanıtlıyorlar!
Sosisli sandviç denince, New York sokaklarının sevgilisi “Hot Dog”tan da söz etmek lazım. İçine kurutulmuş soğan taneleri serpilen bu sandviçi yemeye doyamazdım. Bir, iki, üç… Yumuşacık sandviç, içindeki lezzetli sosisle iki ısırıkta biterdi.
Amerika’da Submarine, İtalya’da salam ve peynirle yapılan panini,
Vietnam’da, et, sardalye, tofu, havuç, acı biberle yapılan bahn, yurt dışındaki diğer sevgililerimdir.
[caption id="attachment_579179" align="alignnone" width="933"] Yayın[/caption]
Gelelim Türkiye’deki aşklarıma...
Sıralamaya başlamadan önce, tostu da sandviç sınıfına dahil ettiğimi söylemeliyim. Çünkü o da iki dilim ekmek arasında, inanılmaz lezzetler sunuyor.
İşe, dilimlere acılı hardal sürülmüş, hıyar turşusu ile desteklenmiş dilli sandviç ile başlayabiliriz. Hele dil fümelenmişse, o zaman sandviçin lezzeti bir üst sınıfa tırmanabiliyor.
Bir diğer aşkım da ekmekler büyükken çeyreğin arasına, ekmekler küçülünce yarımın arasına sıkıştırılan kokoreç. Kabuğu kıtır kıtır olan taze ekmek içinde üstüne kimyon, kekik, tuz, acı pul biber serpiştirilmiş kuzu kokoreçli sandviçe can dayanmaz. Daha doğrusu benim canım dayanmıyor! Hele yanında buz gibi bir bardak bira varsa!
Bir zamanlar (benim çocukluk yıllarımda) balık-ekmek sandviçi vardı. Sirkeci’den, Eminönü’ne kadar uzanan bütün kıyı şeridinde, kayıklarda çeyrek ekmek arasında balık satılırdı. Bu balık, bolluk zamanında palamut olurdu. Kayıkların bulunduğu yerin civarında seyyar turşucular, tatlıcılar, sucular bulunurdu.
Şimdi balık-ekmek satan, padişah sandalı kılıklı kayıklar, sadece Eminönü kıyısına sığındı, palamut ise Norveç uskumrusu ile yer değiştirdi.
İzmir’in ünlü kumrusu, bir zamanların yengen tostu, Bebek Kahvesi’nin eski kaşarla yapılan simit tostu, ünlü Ayvalık tostu, yanında köpüklü ayranla, Mihaliç peyniri ve salça ile oluşturulan Susurluk tostu, Taksim Meydanı girişindeki büfelerin icadı ıslak hamburger, tabii ki ekmek arası köfte ve benim unuttuklarım…
Bunların hepsi damak çatlatacak kadar lezzetli sandviçler.
Onun için sandviçe yan gözle bakılmasına asla tahammül edemem, bakanlarla da aram bozulur!