Mehmet Şandır
İlahi bir hikmet; Ağustos; Zafer Ayı!
Bence; dünü hatırlamak yol gösterici olabilir. Bugünün muhasebesini yapmak ve geleceği öngöre bilmek için dünde yaşananların stratejik değerini hatırlamak faydalı olacaktır.
Sözün özü, Türk Milleti diye tanımlanan sosyal gerçeklik, bilinen ve kayıt altına alınan zamanın her döneminde var olagelmiş, bunun da ötesinde coğrafyanın ve zamanın belirleyici gücü olmuştur. İlahi bir hikmet; Ağustos ayı, Türk Milletinin hayatında hep “stratejik başlangıç” olagelmiştir.
Yine bir Ağustos ayındayız; Zafer Haftası’nın gururunu yaşıyoruz. Bu günün nesilleri olarak Ağustos aylarının şehitlerine gazilerine çok şeyler borçluyuz; hepsine şükranlarımızı sunmalıyız.
1071 Malazgirt, 1473 Otlukbeli, 1514 Çaldıran, 1516 Mercidabık, 1526 Mohaç, 1571 Kıbrıs, 1921 Sakarya ve 1922 Başkomutanlık Meydan Savaşları hep ağustos ayında yaşanmış ve zaferle sonuçlanmıştır.
Anadolu’nun ‘yeniden’ Türklere vatan olması, Selçuklu ve Osmanlı Türk Devletlerinden sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşu için stratejik öneme haiz savaşlar ve zaferler bu ayda gerçekleşmiştir.
Selçuklu Türkleri, Türklüğü Orta Asya’dan Ön Asya’ya taşımışlar ve 1071 yılı Ağustos ayında Malazgirt Meydan Savaşında Bizans’a karşı kazanılan zaferle Anadolu’yu vatan kılmışlardır.
Selçuklu Türklerinin bir diğer stratejik adımı, Malazgirt’ten 4 yıl sonra Kutalmışoğlu Süleyman Şah liderliğinde Marmara Denizi kıyılarına ulaşmaları ve İznik şehrini fethederek başkent yapmalarıdır; o günün dünyasında büyük devlet olmak iddiasını ortaya koymuşlardır.
Türk Milleti’nin “devlet tarihinde” en stratejik adımı bu olmuştur; Kazanılan “Büyüklük şuuru” Anadolu’da kurulan Türk Devletlerini imparatorluğa ulaştırmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bu ilahi kaderi yaşayacaktır, yaşamak mecburiyetindedir. Bugünü bu mecburiyet doğrultusunda değerlendirmeliyiz.
İznik’in Müslüman Türkler tarafından fethedilmiş olması ikinci bin yılın başlangıcında çok belirleyici bir olaydır. Çünkü, İznik, Hristiyan dünyası için Kudüs’ten sonra en kutsal şehirdir; Birinci Konsül burada toplanmış ve 218 piskopos İncil’i/Hristiyanlığı yeniden tanımlamışlardır. Hristiyan Batı’nın kalbi/beyni Anadolu’ya Asya’dan gelenler tarafından fethedilmiştir. Böylece bu topraklarda kalıcı olduklarını dünyaya ilan eden bu yeni savaşçı millete Batılılar ilk defa TÜRKLER ve Anadolu’ya da Türkiye demiştir.
Selçukluların bıraktığı yerden bu defa Kayı boyundan Osmanoğulları, beylik çadırını yine Bizans’ın kıyısına kurdular ve yönlerini Batı’ya çevirdiler. Tarihçi Halil İnalcık'a göre Osmanlı Devleti'nin kuruluşu, 1302 yılının Temmuz sonunda başlayıp Ağustos ayında zaferle sonuçlanan Koyunhisar Savaşında Osman Gazi’nin Bizans ordusunu mağlup etmesi ile başlamıştır. Bursa’nın fethedilerek başkent yapılmasından sonra hedef İstanbul’un fethedilmesidir. Bunun için 1352 yılında Çanakkale Boğazı atlanarak Avrupa topraklarına adım atılmıştır. Yüz yıl sonra İstanbul da fethedilerek Doğu Roma İmparatorluğu tarih olmuştur. Türk yüzyılları başlamıştır.
İznik’in Türk Devleti başkenti olduğu 1080 Ağustosu’ndan 1922 Ağustos ayına kadar yaklaşık 850 yıl, Batı Türklerle boğuşmuştur.
Yine bir Ağustos ayında (10 Ağustos 1920'de), SEVR’de, “Türkleri, geldikleri Orta Asya karanlıklarına geri göndermek” hayalini gerçekleştirmek sevincini yaşayacaklarını zanneden Batı, Sakarya ovasında yine bir Ağustos ayında Türk Milleti’nin şamarını ensesinde hissetmiştir.
Bir yıl sonra 26 Ağustos 1922 günü şafak vakti, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın Dumlupınar tepelerinde bir bozkurt haykırışı gibi “Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir, ileri” komutu ile Batı’nın ham hayalleri EGE’nin serin sularında son bulmuş ve “geldikleri gibi geri gitmişlerdir.”
Türk Milleti, 29 Ekim 1923 günü son noktayı koymuş; Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bağımsız bir milli devlet olarak ilan edilmiştir.
Cumhuriyet bir mucizedir; Cumhuriyet döneminde yapılanlar da aslında mucizedir!
Yapılanlar yeterli midir, değildir!
Ancak bir gerçek var; üçüncü bin yılın birinci yüzyılının ilk çeyreğini tamamladık; bundan sonra bugüne kadar geldiğimiz şekliyle devam edemeyiz.
Geçen hafta sonu Ankara’dan Konya üzerinden Mersin’e geldim. Yol boyunca ürünlerini pazarlayan çiftçilerin feryadını dinledim; Üreticileri feryat eden bir toplum ve devlet güçlü olabilir mi?
Nükleer savaşın konuşulduğu bir süreçten geçiyoruz. İklim krizi ile büyüyen su, açlık ve göç sorunu yaşanıyor. Bu süreçte gıda en stratejik güç olacaktır.
Medeniyetlere beşiklik yapmış Anadolu’nun yaratıcı gücü tarımdır, üreticidir.
Sözün sonu; Ülke yöneticileri, aklınızı başınıza toplayın; çiftçilerin feryadını dindirin!