Haldun Solmaztürk
Yine yanlış şeyi tartışıyoruz
Türk ordusunun yirmi yıldır görev yaptığı Afganistan’a, şimdi de ‘savaşmak’ için asker göndermeyi tartışıyoruz. Kolayca verilebilecek bir karar değil—bazılarına öyle görünse de.!
Ama devlet yönetimi, esas olarak karar ‘almak’ demektir. Günlük dilde özensizce kullanılsa da karar alma karar ‘vermeden’ farklıdır. Karar alma, farklı hareket tarzları arasında seçime götüren akılcı, bilimsel, çoğulcu, katılımcı bir süreçtir.
Karar olgunlaştığında, yetkili kişi ya da makam bir hareket tarzını seçer—karar verir.
Karar alma süreçlerini ‘zaman kaybı’ olarak gören siyasi kültürlerin hâkim olduğu yönetim modelleri ‘hızlı’ karar vermeyi yüceltir. Hatalar ve savrulmalar kaçınılmaz olur.
AKP Genel Başkanı’nın geçen haftaki video konferans kazası akla bunları getirdi.
Demokraside ve ekonomideki ‘kazanımları’ anlatıyor, âdet olduğu üzere ‘şeamet tellallarına’ çatıyor. Giderek dili dolanıyor, metni okumada zorlanıyor, konuşması yavaşlıyor, gözleri kapanıyor. Kafası bir an için düşüyor, sonra toparlanıyor ama konuşmayı bitirmekte zorlanıyor.
Görüntüsü üzüntü ve kaygı verici.!
İnsanlar, hükümet başkanı da olsalar hastalanabilir, yorgun düşebilirler. Bu doğaldır. Ama asıl sorun ülkenin yönetim şeklinde—karar alma modelinde. Onu, yani sistemi tartışmalıyız.
Türkiye’de, geleneksel olarak ‘çok gruplu’ karar alma modeli hâkim olmuştur. Dış politika kararlarına, esas olarak, Genelkurmay, Dışişleri ve Hükümet—zaman zaman diğer kurumlar—ayrı ayrı kendi içlerinde geliştirdikleri karar süreçleri, sonuçta ‘ortak akıl’ hâkim olmuştur.
Milli Güvenlik Siyaset Belgesi—ulusal çıkar, ulusal hedefler, siyaset, strateji bütünlüğü içinde—istikrarlı karar alma süreçlerine ve tutarlı kararlara ışık tutmuştur.
2000’li yılların başından itibaren karar alma modeli önce tek gruba—hükümet—dönüşmüş, son beş-altı yıldır da tek kişiye indirgenmiştir…
‘Verilmiş’ olduğu anlaşılan Afganistan kararı bu modelin sakıncalarını bir kez daha gösterdi.
Milli Güvenlik Siyaset(i) Belgesi’nin—en son 2019’da güncellendi—adı varsa da kendisi yoktur, “Bakanlar, bakanlık hizmetlerini mevzuata, Cumhurbaşkanı’nın genel siyasetine, Cumhurbaşkanı karar ve talimatlarına uygun olarak yürütmekle görevli, Cumhurbaşkanı’na karşı sorumludurlar.”
Milli Güvenlik Kurulu yıllardır iki ayda bir sadece ‘olağan’ toplanmaktadır. Son üç toplantısında ‘Afganistan’ konusu, ismen bile gündeme alınmamıştır.
TBMM ihtisas komisyonları, özellikle de Dışişleri ve Milli Savunma komisyonları ne Afganistan konusunu gündemlerine almışlar, ne de bölgeyi ziyaret etmişlerdir. Afganistan ‘tezkeresi’ daha altı ay önce, Genel Kurul’dan yıldırım hızıyla ‘Kabul-edenler-etmeyenler’ yöntemiyle geçmiştir.
Buna rağmen, yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı, geçen ay NATO toplantısına giderken ayaküstü, Türkiye’yi “Amerika (Afganistan’ı) terk ettiği andan itibaren, orada süreci devam ettirecek güvenilir tek ülke” ilan etmiştir.
Afganistan’dan sadece Amerika değil ‘herkes’ çekilirken, Türkiye’nin hangi ‘süreci’, niçin, nasıl devam ettireceği belirsizdir. Ama bu belirsizliğe rağmen “Arkadaşlarımız muhataplarına gereken [olumlu] cevapları” vermişler, Amerikalılar da bundan ‘memnun’ ve ‘mutlu’ [a.b.] olmuşlar.!
Sonra, NATO Zirvesi sonrası basın toplantısında öğreniyoruz ki “Eğer Afganistan’dan çıkmamız istenmiyorsa [Belli ki istenmiyor] özellikle orada belli bir desteğin verilmesi isteniyorsa diplomatik, lojistik bunun yanında mali konularda Amerika’nın bize vereceği destek büyük önem arz ediyor”.
Birilerinin bize, niçin memnun ve mutlu olmamız gerektiğini, Amerika’nın bizden istediği desteğin (!) bizim ulusal çıkarlarımıza nasıl ve ne katkısı olacağını anlatması gerekmez mi?
ABD Başkanı’nın danışmanından (!) öğreniyoruz ki Başkan Biden’la görüşmede “Kabil Havaalanının işletme ve güvenliği” konusunda açık taahhüte girilmiş. Hatta aynı danışman Taliban’ın tehdidine de Türkiye adına (!) cevap veriyor, “ABD’nin şekillendirdiği kapsamlı ve etkin plan” üzerinde bir etkisi olmayacağını söylüyor.
İşte tartışmamız gereken budur.!
Ulusal çıkarlarımızla ilgili kararları ‘tek başına’ verebilen kişi üzerinde ne çevresinin, ne Meclis’in, ne de Milli Güvenlik Kurulu’nun—ya da başka herhangi bir kurumun—hiçbir denetim ya da gözetim gücü yoktur.
Dışarıdan girdiye, katılıma, yakın ve uzak iç ve dış çevreye karşı hemen tümüyle duyarsızdır.
Kararlarını şekillendiren kendi eğitimi, birikimi, yeteneği, dünya görüşü, zihinsel haritasıdır.
Bu değerlendirmeler, elbette başka herhangi bir siyasi—ya da asker—karar ‘verici’ için de geçerlidir. Ama karar ‘alma’ süreçlerini yük sayan ‘tek’ karar vericinin canlı yayında konuşurken bile uyanık kalmakta zorlanıyor olması hepimizi kaygılandırmalıdır.
Hasta ya da yorgun; sistem, yönetim iklimi, ‘karar alma’ modeli bunu öngörememiş, tedbir alamamış, önleyememiştir.
Bu koşullarda Afganistan’da savaşma ya da bir başka hayati kararın sağlıklı verildiğine nasıl inanabiliriz?
Bu sorunu ciddiye almalı, mutlaka ve acilen çözüm bulmalıyız.!