Derya Kömürcü
Yeniden Ortak Bir Gelecek Hayal Etmemiz Mümkün mü?
Geçtiğimiz günlerde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun önce sosyal medyada, ardından Meclis Grubu konuşmasında yaptığı “helalleşme” açıklaması, gündemin önemli bir maddesi haline gelirken, çokça tartışıldı. Tartışma, “helalleşme”den neyin kastedildiği, hesaplaşma olmadan gerçek anlamda bir yüzleşme yaşanıp yaşanamayacağı, “kimlerle helalleşilmesi gerektiği” gibi konularda yoğunlaştı. Buna karşılık Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” açıklamasının bir strateji olarak algılanmasına gösterdiği tepki ve “Ne stratejisi? Ben gelecekte bu ülke çocuklarının, ardımdan bu ülkeyi barıştırdığımı söylemelerini istiyorum. Böyle anılmak istiyorum” sözleri genel olarak görmezden gelindi. Oysa bu sözler geçmişe değil, geleceğe yönelik bir vaadi, yeni bir ortak yaşam vaadini içinde barındırması itibariyle muhalefete sıklıkla yöneltilen negatif siyaset eleştirilerine bir yanıt olarak değerlendirilebilir.
Aylardır hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem de AKP ve MHP’nin güç kaybettiğini, oy oranlarının 24 Haziran 2018 seçimlerinin oldukça gerisine düştüğünü görüyor ve bunu, ülkenin kötü yönetilmesiyle, yani iktidarın yapamadıkları ya da kötü yaptıklarıyla ilişkilendiriyoruz. Buna karşılık gelinen noktada siyasi tablonun belirli bir dengeye oturduğunu, bundan sonra partilerin oy oranlarında yaşanabilecek anlamlı bir değişimin iktidarın yapamadıkları üzerinden değil, muhalefetin vaatleri, politika önerileri ve kadroları üzerinden şekilleneceğinin altını çiziyoruz. Bu bağlamda Kılıçdaroğlu, “İktidarı değiştirmek bana yetmiyor, ben ülkeme bir miras bırakmak, ülkemi barıştırmak istiyorum” dediğinde iktidarı eleştirmenin ötesine geçip, umutsuzluk içinde debelenen, neredeyse toplum olma özelliğini yitirmiş tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına peşinden gidebilecekleri bir ütopya sunmaya çalışıyor.
Öte yandan Kılıçdaroğlu’nun son dönemdeki pek çok açıklaması gibi “helalleşme” konusu da psikolojik üstünlüğün çok açık bir biçimde muhalefete geçtiğini gösteriyor. Artık Cumhurbaşkanı Erdoğan, gündemi belirlemek, söylediklerini topluma tartıştırmak, muhalefeti kendisine yanıt yetiştirmeye mecbur bırakmak konusunda eski gücünün çok uzağında. Buna karşılık “128 milyar dolar nerede?” kampanyasından başlayarak artan bir ivmeyle Kılıçdaroğlu, dile getirdiği konuları gündemin en çok tartışılan maddeleri haline getirmeyi başarıyor. Bürokratlara yaptığı “kanun dışı emirlere uymama” çağrısı, geçiş/yolcu/hasta garantisi verilerek yapılan yolların, köprülerin, havaalanlarının, şehir hastanelerinin kamulaştırılacağı vaadi, “çift maaş” tartışmaları, Merkez Bankası ziyareti, “siyasi cinayetler” uyarısı gibi, helalleşme açıklaması da Kılıçdaroğlu’nun gündemi belirlediği, iktidarın yanıt yetiştirmek zorunda kaldığı bir hamle oldu.
Psikolojik üstünlüğün muhalefete geçtiğini yalnızca gündemi belirliyor olmasından değil, belki daha da önemlisi iktidar olacağına kendisini ve seçmenleri inandırmış olmasından da anlıyoruz. Seçmenlerin –bir kısım AKP-MHP seçmeninin de dahil olduğu– önemli bir çoğunluğu, hem önümüzdeki hem Cumhurbaşkanlığı seçimini muhalefet adayının kazanacağına hem de TBMM’de çoğunluğu bugünkü muhalefet partilerinin elde edeceğine inanıyor. Bu inanç, muhalefete olan ilgiyi ve iktidar cenahından muhalefete –yavaş da olsa– seçmen geçişini kolaylaştırıyor.
Ayrıca muhalefetin iktidarın kazanılacağı konusunda kendi kadrolarını ikna etmiş olması, neredeyse seçmeni ikna ediyor olması kadar önemli. Kadrolar, iktidarın değişeceğine inanmaya başladığında atıl parti örgütleri bir hayali gerçek kılmak konusunda çok etkili bir biçimde çalışmaya başlayabiliyor. 2019 yerel seçimlerinde İstanbul, bunun çok belirgin bir örneği.
Aynı açıklamasında Kılıçdaroğlu, “Toplumdaki fay hatlarını ortadan kaldırmak” derken aslında kutuplaştırıcı siyasetin üzerine kurulu zemini, kimlik eksenli siyaset anlayışını hedef alıyor, toplumun önceliklerinin aidiyetler değil, toplumsal varoluşlar üzerinden şekillenmesinin yolunu açmaya çalışıyor. Kendisi artık hemen hiç ağzına almıyor olsa da bir anlamda sosyal demokrat siyasetin üzerinde yükselebileceği bir zemin hazırlamaya çalışıyor.
Aidiyetler üzerinden kurulan kutuplaşma içinde farklı acıları, dertleri, öncelikleri ve hassasiyetleri olan toplum kesimleri sadece farklı siyasal pozisyonları duymaz hale gelmiyor, aynı zamanda birbirlerini de duymaz hale geliyor. Kendi aidiyet çevresi dışından gelen siyasal argümanlara tamamen sağır hale gelen seçmenin siyasal tercihlerini değiştirmesi de neredeyse imkânsızlaşıyor. Bir anlamda siyasetsizliğin siyaseti üretilmiş oluyor. Siyaset var olanı değiştirmek ya da sorunları çözmek için değil, kendi kitleni konsolide etmek için yapılır hale geliyor. Siyasetçiler konuştuğunda karşı cephedeki pozisyonlar değişmiyor, sadece kendi cephesindeki tercihler pekişiyor. Erdoğan “ekonomi şahlanıyor”, “Avrupa ülkelerinden daha iyi durumdayız” ya da “ekonomideki sıkıntılar dış güçlerin oyunu” dediğinde dört seçmenden birinin hala bu söylemleri doğru bulduğunu söylemesini başka türlü açıklayamayız.
İşte tam da Erdoğan’ın uzun süredir başarıyla sürdürdüğü ve hep kazanmasını sağlayan stratejinin özünde bu yatıyor. Ancak bundan daha önemlisi, farklı toplum kesimleri birbirini duymaz hale geldiğinde, sadece siyaset değil, toplum da imkânsızlaşıyor. Gettolara bölünmüş, ötekilere sağır, sadece kendi önceliklerine duyarlı, ortak bir gelecekten, birlikte kurulacak yeni bir yaşam vaadinden yoksun güruhların toplamı bir toplum etmiyor. Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” vaadi belki de en çok bu yüzden önemli. Bu bir ilk adım. Bunu başarıp başaramayacağını, Türkiye toplumuna ortak bir gelecek hayal etme becerisini yeniden kazandırıp kazandıramayacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz.