Haldun Solmaztürk
YAŞ ve siyaset-liyakat paradoksu
Yüksek ‘Askeri’ Şura’nın hiçbir ‘askeri’ işlevi kalmadıysa da kararlarına hâlâ garip bir ilgi var. Aslında ordudaki terfi, atama, emeklilik kararları da artık devletin diğer kurumlarındaki gibi.
Elbette sonuçları da.!
Malum, nerede bir afet—su baskını, deprem, yangın—olsa hemen bir kaç bakan gönderiliyor. Oralarda devletin hiçbir kurumu, o kurumların amiri-memuru, vali, kaymakam yokmuş gibi.
Aslında hepsi var, oradalar. Ama yoklar.!
Bakanlar gelince hepsi işi gücü bırakıp önce onlarla ilgilenmeye, dert anlatmaya, sorularına cevap vermeye, onları basın toplantılarına hazırlamaya çalışıyor, kendi işlerine bakamıyorlar.
Bir de, Allah muhafaza, yürütmenin başı ‘çay dağıtmaya’ geldi mi, kolaysa iş yap…!
Epeydir orduda da aynı hastalık baş gösterdi. Milli Savunma Bakanı, ‘bakan’ üniformasını (!) giyip, ‘bakan’ armalı beyzbol şapkasını da başına geçirdi mi, kuvvet komutanları yanında harekat merkezlerinde arz-ı endam ediyor. SİHA’lara hedef seçiminden uçakların ya da obüslerin ‘etkisiz hale’ getireceği ‘teröristlerin’ ekranda parmakla işaret edilmesine kadar, bizzat yapıyor.!
Ara kademelerdeki sıralı komutanlar—hepsi—esas duruşta, ‘seyirci vazı içinde’ izliyorlar.
Bu tutum ve davranışın temelinde siyaset-liyakat paradoksu vardır.
Liyakat yerine siyasi kaygılarla atama yapılması ‘güveni’ baştan yok eder, güvensizlik siyasi kaygıları besledikçe atama ve görevlendirmelerde liyakatten daha da uzaklaşılır. Bu paradoksun kaçınılmaz sonucu tüm kurumları ve devleti aşağıya çeken, uğursuz ‘kötü yönetim’ sarmalıdır.
Askeri ve siyasi tarihimizde son üç dört asırdır—Sokollu Mehmet Paşa’nın 1579’da öldürülmesinden, özellikle de 1683 Viyana bozgunundan beri—bu ‘hastalığa’ işaret edilir.
Dönüm noktası 1915, Çanakkale Cephesi’ndeki Gelibolu muharebeleridir.
Savaş kaybedilmiş, İmparatorluk yıkılmış ama bu muharebelerde siyaset-liyakat sarmalı kırılmıştır. Kurtuluş Savaşı’nı kazanan ve Cumhuriyeti kuran, bu meşum sarmalı kıran kadrodur.
Bunda 1912-1913 Balkan Savaşları felaketinin ‘uyandırıcı’ rolü vardır.
Atatürk savaştan hemen önce Osmanlı ordusundaki siyaset-liyakat sarmalına dikkat çekiyor, alay ve tümen komutanlarının “Teftiş ve tenkiddeki cahillikleri subaylarda hayret, istihza ve itimatsızlık duyguları uyandırıyor. Bu zihinde ve ilimde komutanlar kıtaları yetiştiremeyecekleri gibi, onlara kumanda ve icabında sevk ve idare edemezler” diyor.
Nitekim bir yıl sonra askeri tarihimizin en acı, en utanç verici bozgunu yaşanıyor.
Yarbay Mustafa Kemal’e göre “Teşebbüs, kayıtsız ve müsamahasız evsaf ve liyakat-i mahsusa sahibi olmak istidadını gösterenlerden bir komuta ve subay heyeti vücude getirmek olmalıdır”.
Yani, komuta heyetini, siyasi kaygılarla değil, ‘nitelik’ ve ‘liyakat’ sahibi subaylardan oluşturalım diyor. Ama teşebbüsün, onarımın, düzeltmenin ‘yukarıdan’ başlatılması gerekiyor.
Çünkü “Ancak bilgili, faal, müteşebbis ve salahiyet sahibi bir Ordu komutanı yanında cahil Kolordu ve Tümen komutanları barınamayacakları gibi, bu vasıfları haiz Kolordu komutanları yanında orduya [hiçbir] eyiliği olmayan Tümen ve Alay komutanları kabul ve yer bulamazlar”.
En tepedeki, siyasi kaygılarla değil de liyakate göre atanırsa tüm sistem kendiliğinden düzelir, yoksa “Makam ve icraat sahibi olanlar, ordunun inhitatına [çöküşüne] yardım ederler” diyor.
‘Makam ve icraat sahipleri’ çok kızıyorlar, yazıyı ‘haddini bilmemenin bir örneği’ olarak Ordu komutanına gönderiyorlar. O da “Bu yükselen feryadın manası yoktur. Bu lüzumsuz bir gayret ve belki de bir cinnettir” diyor. Aslında ‘cinnet’ değil, gelecek felaketi akıl gözüyle görmek.!
Osmanlı ordusunda ‘liyakat’ kavramını hayata geçiren, 1913 sonunda gelen Alman Askeri Heyeti’dir. Yarbay Mustafa Kemal’in önce albay, sonra generalliğe terfisini sağlayan da…
Atatürk, İstiklal Savaşı sonrası askeri kadroların siyaset dışı kalmasını ve orduda liyakat esaslı terfi ve atama sistemini kurumsallaştırmıştır—bizzat. Ama sistem 1950’den sonra bozulmuştur.
Demokrat Parti’nin ‘palto tutan’ generallerinden, 1960 sonrasının siyasetçilere ‘parmak sallayan’ generallerine kökten değişimlerin yarattığı travmalar altmış yıldır aşılamamış, sivil-asker ilişkileri düzeltilememiş, liyakat esaslı terfi ve atama sistemine bir türlü dönülememiştir.
Bugün, Ordu’nun kurumsal, profesyonel özerkliğini tümüyle yitirdiği bir ortamda, siyasetçilerin hakim olduğu bir Yüksek Askeri Şura’dan ‘askeri liyakat’ esaslarına dayalı kararlar beklenemez. Yüzlerce albay, general ve amiralin terfi, atama ve emeklilik kararları ‘2 saatte’ alınmıştır.
Her bir subayın dosyasına ‘30 saniye’ bile düşmüyor.
Yüksek ‘Siyasi’ Şura’nın, siyasi kararlarına hak ettiğinden fazla önem atfetmek yersizdir.
Ordudaki terfi, atama sorunu ülkedeki genel yönetim sorununun bir parçasıdır.