Oğuz Demir
Üst komşumun kredi borcunu birlikte ödüyor olabilir miyiz?
Bu hafta yaşadığım iki olay, beni bu yazıyı yazmaya mecbur hissettirdi. Birincisi apartmanda boş duran üst katımdaki daireyi kredi ile satın alan yeni komşumla tanışmak; ikincisi ise bütçedeki görev zararları kaleminin büyümeye devam etmesi! “İkisi arasında ne ilişki var?” diyebilirsiniz. Ben önce görev zararlarını anlatayım!
Malumunuz görev zararları, 2000’li yılların başında hayatımızdan bir hayli uzaklaşmıştı. Ancak 2015’ten sonra sessiz sedasız yeniden konuşmaya başladık. O dönemden bu yana ekonomik koşullardaki değişim ve finansal güçlükler, kamu bankalarının yeniden ekonomi sahnesinin yıldızı haline gelmesine neden oldu.
2014 yılının tamamında bütçede toplam 1,1 milyar TL görev zararı var iken 2015’te bu tutar 4,8 milyar TL’ye sıçradı. Sonra da artmaya devam etti. Nitekim geçtiğimiz yıl 8 milyar TL ile zirve yaptı. Bu hafta başında açıklanan bütçe rakamlarına baktığımızda ise görev zararlarının ilk beş ayda şimdiden 4 milyar TL’yi geçtiği görülüyor. Bu kalemde zararın büyük kısmı ise Halkbank ve Ziraat Bankası’ndan gelmiş görünüyor!
Elbette bu durum da bir ekonomi politikası tercihinin sonucu! Son yıllarda sürekli zorlaşan uluslararası ekonomik koşullar ve Türkiye’nin kendi iç ekonomik ve siyasi sorunları; büyümenin finansmanının krediye bağımlı olduğu bir ortamda, bu yaklaşımın tercih edilmesine neden oldu! Daha iyi yöntemler var mıydı? Elbette ki vardı. Ancak bu alternatif uygulamaların sonuçlarının daha uzun vadeli olması ve üst üste gelen seçim dönemleri ile hükümet kamu bankaları kozunu kullanmayı tercih etti.
Pandemi öncesinde Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı şartlar ise bu dönemde kamu bankaları eliyle verilen kredileri ve dolayısıyla görev zararlarını temel araç haline getirdi. Nihayetinde mevduat faizinin %8’lere kadar indiği bir ortamda, pandeminin de etkisiyle kamu bankaları hem daha uzun vadeli hem de çok daha düşük faizle kredi verme görevine sahip oldu.
Bu zarar nasıl oluşuyor derseniz de kabaca açıklayayım.
Banka, kendisine yatırılan 100 TL mevduata 1 yıl sonunda 8 TL faiz ödüyor. Bu sadece paranın maliyeti. Operasyon maliyetlerini de koyarsanız bankanın kar edebilmesi için aldığı mevduatı kredi olarak verdiğinde 100 TL için en az 10-11 TL kazanması lazım ki sistem çalışmaya devam etsin. Ancak bu faiz oranları hükümetin pandemi öncesi büyüme arzusu ve pandemi ile birlikte yaşanan kriz için yüksek kalıyor.
İşte tam da burada devreye kamu bankaları giriyor. Topladığı mevduata ödediği faizin altında kredi verme görevini üstlenen bankalar, son kredi paketleri ile 1 yılın sonunda 5-6 TL geri almaya -yani zarar etmeye, razı oluyor. Verdiği her 100 TL kredi için de en az 4-5 TL zarar ediyor. Öte yandan özel bankalarda böyle bir uygulama olamayacağı ve çok daha ucuza kredi verdiği için, kamu bankalarına kredi başvuruları da artıyor.
Nereden mi biliyoruz? Hemen rakamlara göz atalım!
Yılbaşından bu yana kamu bankalarının verdiği kredilerin miktarı TCMB verilerine göre 254 milyar TL. Bu süreçte geriye kalan tüm özel bankalar sadece 60 milyar TL kredi verebilmiş. Bu durum piyasada kısa vadede bir hareketlenme yaratıyor ama orta ve uzun vadede iki temel risk yaratıyor. Birincisi sektördeki özel bankaların iş hacimlerini daraltarak, onları rekabet edemez hale getiriyor ve yavaş yavaş oyun dışına itiyor.
İkincisi ise kredilerdeki zararın, “görev zararı” olarak bütçeden finanse edilmesi ile birlikte kamunun bütçe dengesini bozmaya başlıyor.
İşin bir başka kötü tarafı da gelir dağılımındaki adaletsizliği derinleştirmesinden ileri geliyor. Zira ücretli çalışan ve vergisini düzenli ödeyen bir yurttaşın vergileriyle ödenen bankalardaki görev zararları sayesinde, kredi kullanan görece daha iyi durumdaki bir yurttaşın konut kredisi daha ucuza verilmiş oluyor.
Ya da bir başka deyişle ben, kamu bankasından aldığı kredi ile üst dairemi satın alan komşumun kredisini ödemesindeki en büyük destekçilerden biri oluyorum. Sadece benimle de kalmıyor durum tabii. Tüm vergi verenlerin durumu aynı!
Dolayısıyla komşuluk ilişkimizin de pek gelişime açık olduğunu söyleyemem!
Şaka bir yana bu noktada bizim görevimiz uyarı yapmak!
Görev zararları mevcut haliyle hala kontrol edilebilir bir seviyede ancak pandemi sürecindeki ucuz kredi politikası ve Vakıfbank hisselerinin de Hazine’ye devredilmesi ile beraber hiç istemediğimiz seviyelere tekrar çıkabilir!
Pandemide de, normal dönemde de daha fazla borç, daha fazla borçlu yaratmak zaten yeterince doğru bir tercih değilken; bir de bu borcu görev zararları ile bütçeden finanse etmek belki bugün makul görünebilir ama emin olun yarın canımız yanar!
Bu dediğimi net bir şekilde görmek için 1990’lı yıllara bir göz atmanız yeterli!