Haluk Levent
TIRIŞKADAN İŞLER, TIRIŞKADAN HAYATLAR
Yakın zamanda kaybettiğimiz değerli antropolog, anarşist aktivist David Graeber aynı adlı kitabındaki tanıma göre tırışkadan iş ‘işi yapanın dahi bu iş şu yüzden elzem diyemediği ama istihdam koşulları gereği öyle değilmiş numarasına yatmak zorunda hissettiği, dibine kadar manasız, gereksiz yahut habis bir ücretli istihdam türüdür’ şeklinde tanımlanıyor. Çok kullanışlı bir kavram olduğunu düşünüyorum. Tırışkadan işlerin giderek arttığını hatta kimilerinin hayatımızı tırışkadanlaştırmak için büyük bir çaba harcadığını da düşünüyorum.
Graeber bu tanımı sosyal medyada yayınlayarak bu türden deneyimi olanların hikayelerini yazmasını istiyor. İşte kitap bu çağrıya dünyanın dört bir yanından gelen yanıtları da içeriyor. Graeber’e göre tırışkadan işler sanılanın aksine, özel sektörde devletten çok daha fazla. Bunun nedenleri üzerinde burada durmayacağım ama tanımdaki habis kavramı üzerinde biraz durmak istiyorum.
Tanım gereği tırışkadan işler yapılmadıklarında diğer işler aksamaz. Örneğin, pek çok mühim işadamından dolaylı veya doğrudan bağış toplayarak ABD’nin en lüks caddesinde AVM üstü otel tadında ve yüksek kapasiteli yurt yaparak eğitime katkı vermeyi iş edinmiş bir vakfın başkanı yıllarca işe gitmese kimse öyle bir işin var olduğunu ve artık yapılmadığını fark etmez. Hatta vakıf kapansa bizim öğrenciler bundan haberdar olmaz. Öyle ya ABD’de okuyan veya okumayı planlayan kaç tane öğrenci New York’un en lüks semtinde yaşamayı göze alabilir ki? Birbirinden lüks mağazaların, bol michelin yıldızlı restoranların arasından süzülerek bilmem kaç km uzaktaki kantinde karın doyurmaya çalışmak kolayca katlanılabilen bir şey olmasa gerek. Öğrenciyken sürünmek böyle bir şey olsa gerek.
Hatta başkanı ile birlikte vakfın kendisi faaliyetine son verse bırakın herhangi bir şeyin aksamasını vakfa giden para vergi yoluyla hazineye girecektir. Eğer kamu üstüne düşen işleri olması gerektiği gibi yaparsa çok daha etkin çözüm ortaya çıkacak ve ihtiyaç sahiplerinin kamu kaynaklarından yararlanacaklardır. Yani yapılmadığının farkında olmamak bir yana ortada zarar veren bir iş var. İşte habis kavramı bunu, yani yapıldığında zarar veren işleri tanımlıyor.
Yukarıdaki işin habisliğini tespit etmek kolay. Bu tür vakıflarda çalışan personel tırışkadan iş yapıyorlar. Tıpkı bankamatik memurları, saraylarda, bakanlıklarda faaliyet gösteren danışmanlar, iletişim uzmanları, kainat iletişim başkanlığında çalışanlar vb. gibi. Bir de tespiti görece zor tırışkadan işler var. Örneğin, bir bankanın portföy genel müdürü, Gelire Endeksli Senedin (GES) en az KKM kadar başarılı olduğunu söyleyerek vatandaşı bunları almaya davet ediyorsa bu işi nasıl değerlendirmeliyiz?
GES, kamuya ait iki kurumun DHMİ ile Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğünden bütçeye aktarılan hasılat paylarına endeksli olacak. Bu iki kurumun uyguladıkları fiyatlar kamu kontrollü fiyat, yanı sıra hasılat payının ne kadar olacağına da kamu karar verecek. Endeksleme olduğu için miktarın önemi yok. Yani diyelim ki bugün kamunun fiyat ve hasılat payı aktarımı politikaları temelinde 100 birimlik endeks değeri var. Altıncı ayın sonunda kamu, örneğin hasılatın tamamını aktarmaya karar verir ve 150 endeks değerine ulaşılırsa senedin altı aylık faizi %50 olur. Senet faizinin adını daha önce duymadığımız, faaliyetlerini ve hasılatını merak etmediğimiz iki kuruma endekslenmesi faizin dönem sonunda serbestçe belirlenebilmesi içindir. Yani devlet vatandaştan borç para istiyor; faizi için ise “ben dönem sonunda bir şey takdir edeceğim yaa!” diyor. Yedinci sorunun yanıtı olarak yapılan “senedin nihai getiri oranı” hesabı ise şöyle (bir şey anlamadıysanız psikoloğunuza başvurmanıza gerek yok): “Senedin nihai getiri oranı, bakanlık tarafından belirlenen getiri oranının hasılat pay gerçekleşmeleri çerçevesinde hesaplanacak endeks değeri ile çarpılması yoluyla ortaya çıkacak.”
Tabiri caizse lümpen bir bono ile karşı karşıyayız. Zaten Hazine’nin web sayfasındaki açıklamadan bunu anlamak mümkün. “Soru 5: Ürünün vadesi ve getirisi nasıl hesaplanacak? Yanıt: senedin vadesi 6 ay olarak belirlendi.” Peki getiri? “Ha, onu biz sonra takdir edeceğiz!” deniyor mealen. Benim tahminim, 6 ay sonra enflasyonun çok üstünde bir getiri takdir edilerek kenar mahalle barbut masası tabiri ile “gel gel” yapılacak. Sonra da, eğer “yastık altı efsanesi” ortaya çıkarsa…
Bütün bunlardan sonra Hazine’nin senedini suç ekonomisinin bir ürünü sayanlar çıkabilir, ancak “Tırışkadan İşler” kitabında Graeber, “mafya tetikçiliği neden tırışkadan iş sayılmaz?“sorusuna şu yanıtı veriyor:
“Sebep çok, ama başta mafya tetikçileri, döviz spekülatörleri yahut marka pazarlama uzmanlarının aksine, yalan yanlış iddialarda bulunmazlar.”
Yani, Hazine çıksa “Bu senedi alsanız da almasanız da verin olum şu kadar para” dese tamam; kitaba göre suç örgütü sayılabilir. Birden köprüydü, yoldu gibi lakırdılar duydum ama ben şahsen bu seslerin gaipten geldiğini düşünüyorum.
Neyse, senet işinde en azında almayanlara bir şey yapılmayacak! Şimdilik. Hazine’nin işi bir kenara, banka müdürümüze gelelim.
“Enflasyonla başa çıkabilecek noktada adımlar atılıyor şu an. … Bununla beraber KKM oldukça başarılı oldu. Mesela dövizdeki yükseliş hareketinin önünü kestiğini gördük. Çok ciddi yatırımcı da aldı. Gelire Endeksli Senet de yine Türk lirasını özendirici ve Türk lirasına yatırımı daha fazla teşvik edici bir unsur olarak karşımıza çıkacak. Getirilerine baktığımız zaman, hani yüzde 110’a kadar çıkabilecek gibi gözüküyor.”
Faizi belirsiz bir finansal varlığı satıp performans getirisi elde etmeye zorlayan ve yapanın farkındalığının da hemen hemen kesin olduğunu düşündürten bir iş tırışkadan işlere güzel bir örnektir.
Son olarak bu işlerin çağdaş kapitalizmde bir hayli yaygın olduğunun altını çizerek bitirelim. YouGov anketine göre İngiltere’de yaptığı işleri manalı bulanların oranı %50, tersini düşünenlerin oranı ise %37 civarındaymış. Hollanda’da yapılan bir ankete göre ise ikincilerin oranı %40’a kadar çıkıyormuş. Tırışkadan hayatlar başka bir yazıya kaldı.