Murat Aydın
#TıpFakülteleriKapatılsın
Yaşadıklarımız birkaç kendini bilmezin işi değil. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet, toplumun şiddete meyyal oluşuyla açıklanamayacak boyutlara geldi. Bu nedenle sadece cezaların arttırılmasıyla, suç işlediği iddia edilenlerin derhal tutuklanmasıyla çözülemez.
İnsanların yaşadıkları sorunların, acıların, açlığın, yoksulluğun kendi icraatlarının eseri olduğunu görmelerini istemeyen bir siyasi anlayış tarafından yönetilmenin sonuçlarını yaşıyoruz. Toplumun yaşadığı yıkımı görmesi ve çalınan geleceği konusunda bilgi sahibi olmasını önlemek için her yol deneniyor. Bu yolların en yıkıcı olanı toplumu aydınlatmalarını önlemek için eğitimli kesimi itibarsızlaştırmak, nitelikli insan gücünü aşağılamak, hor görmek.
İnsanların imkân ve fırsat eşitliği sunulmadığı için iyi eğitim alıp ulaşamadıkları okullara ve mesleklere imrenmeleri, bunlara neden erişemediklerini sorgulamaları istenmiyor. Okumuşu, iyi eğitim almışı aşağılayarak, hor görerek, itip kakarak değersizleştirmeye çalışan bir yönetici kadrosuna sahibiz. Nitelikli dış işleri kadrosunu “monşerler”, hekimleri “teröristler, paragözler”, Boğaziçilileri “kaymak tabaka” diye nitelemeleri bu çabanın birer tezahürü.
Geçtiğimiz hafta kısa adı SABİM olan Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi’ne yapılan bir başvuru geldiğimiz yeri bir kez daha bütün çıplaklığıyla ortaya koydu. Salı günü hastaneye geldiğinde sağlık çalışanlarının sorunlarını dile getirmek için yaptıkları eylem nedeniyle muayene olamadığını söyleyen bir kişi, Sağlık Bakanlığı’na yazılı olarak yaptığı şikâyette; “Devlet bunlara müdahale etmezse ben bu doktoru döverim, öldürürüm. Kendisini dağa kaldırmak lazım. Bir gün gelip onu hastanede bulacağım. Birimiz bu tarafa fazlayız. Ben onu bir öbür tarafa göndereyim” sözlerini yazabildi. Bu sözleri resmi bir kuruluşa verdiği dilekçede yazmanın kendisi için sorun olmayacağından emin olarak yazdı. Onun bu kendinden emin tavrının altında yatan tek şey cehaleti veya öngörüsüzlüğü olabilir mi? Yaşadığı hayattan edindiği deneyim, devlet yetkililerinden duyduğu sözler, hekimlere yönelik şiddet olayları ve olayların faillerinin başına ne gelip gelmediğine ilişkin bilgisi onun bu sözleri bu denli rahat söylemesine neden oluyor.
Üstelik bu ilk defa da olmuyor. 2020 yılında, Kahramanmaraş’ta, Covid nedeniyle karantinada olması gerektiği halde evinden çıkarak aile hekimine giden hasta, bu nedenle kendisini uyaran hekimi, Sağlık Bakanlığı’na telefonla şikâyet ederken “doktor dayak yemeyi hak ediyor, gırtlaklamamak için kendimi zor tutuyorum” diyebildi. 2021 yılında, aile hekimine gidip o sırada yanında olmayan eşine ilaç yazılmasını isteyen, hastayı görmeden ilaç yazamayacağını söyleyen hekimi şikâyet etmek için SABİM’i arayan kişi “doktoru dövüp haberlere mi çıkalım?” diyebildi. Örnekler o kadar çok ki.
Cumhurbaşkanına ya da iktidar sahiplerine yapılan eleştiri niteliğindeki sözler için bile insanları evlerinden alıp haklarında soruşturma yapan devlet, kurduğu bilgilendirme hattını arayıp kamu çalışanlarını açık açık tehdit eden kişilere tutanak tutup suç duyurusunda bulunmakla yetiniyor. Yaşananlara karşı seslerini duyurmaya çalışan, bu nedenle soruşturmalara ve sürgünlere maruz bırakılan hekimler, “izahı olmayan şeyin mizahı olur” diyerek “tıp fakülteleri kapatılsın” etiketli mesajlarla seslerini duyurmaya, maruz kaldıkları trajikomik olayları ifade etmeye çalışıyor.
Çalışarak ya da imkânlarının verdiği avantajla iyi eğitim almış, iyi bir mesleğe sahip olmuş kişileri değersizleştirmenin bize de çocuklarımıza da faydasının olmayacağını görmeliyiz. Çocuklarımız için iyi eğitim koşulları ve fırsat eşitliği talep etmeliyiz. Nitelikli iş gücünü kaybetmiş, bunun sonucunda vasata mahkûm edilmiş bir ülkede hiç birimizin mutlu ve refah içinde bir geleceği olmayacağını anlamalı ve anlatmalıyız.