Galip Umut Özdil
Tarımın katma değeri kime transfer ediliyor?
Geçtiğimiz haftanın en önemli konularından biri, sigortalı çalışan çiftçi sayısının 500 binin altına düşmesiydi. Tarımda üretici ve girdi fiyatları arasında resmi rakamlara göre üretici lehine az da olsa bir fark var. Tarımsal girdi fiyatları son bir yılda %81, tarım ürünleri üretici fiyatları ise %84 artmış. Bu resmi veriyi genel olarak ve doğru kabul ederek değerlendirdiğimizde pandemi ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin girdi hammaddeleri üzerindeki yukarı yönlü çok yüklü baskısına rağmen çiftçi çok az da olsa kazanmış gözüküyor.
O zaman hem Çiftçi Kayıt Sistemi’ndeki hem de SGK kayıtlarındaki çiftçi sayısını neden azalıyor ve bu düşüşü sadece ‘tarımda girdi maliyetlerinin yükselmesi sonucu çiftçinin yeterli gelir elde edemeyeceğini düşünerek tarımdan vazgeçmesi’ boyutuyla değerlendirmek ne kadar yeterli?
Tarımsal üretim süreçlerinin aktörleri ve tüketim alışkanlıkları çok büyük bir hızla değiştiriliyor. Tarımın bölgesel ve ulusal ekonomilerdeki payı düşüyor. Bu durum tarımdaki iş gücünün payını da azaltıyor. Küresel tarım tedarik ağlarının tarımda yaratılan katma değeri, üretici yerine, fiyatları ve kârı kentli paydaşlarına aktarması ve bu durumun artarak devam etmesi için hükümetlerin de desteğiyle sürekli fon sağlanması, küçük toprak sahibi üreticileri sistemden çıkarıyor.
Çiftçinin yarattığı beşeri ve ekonomik birikim / sermaye, çiftçinin söz hakkı olmadığı hatta yok sayıldığı, gıda güvenliğini ve güvencesini tehdit eden bir düzenle ve acımasızca kentlerdeki yasal veya yasa dışı iş yapan büyük sermayeye transfer ediliyor. Kentli tüketicilerin gıda harcamalarının büyük bölümü tedarik sistemi içinde ürün çiftçiden çıktıktan sonra devreye giren kesime aktarılıyor.
Bu transferin yapılabilmesi için önce kentli tüketicilerin gıda gereksinimi yönündeki algılarının değiştirilmesi sağlanıyor. İşlenmiş, pişirilmiş, hazır gıdaların tüketimi hızlı kentleşmenin getirdiği zorunlulukların da desteğiyle ve fiyat politikalarıyla artırılıyor. Her zaman ve her koşulda küresel ölçekte gıda hammaddeleri fiyatlarının, işlenmiş gıda fiyatlarından daha çok artması tesadüf değildir.
Bu sistemin adına algı yöntemleri ve kitle reklamlarıyla bir de “modern tüketim ya da modern tedarik zinciri’’ sıfatları eklenince sonuç; geleneksel temel gıda maddelerine olan kişi başına talebin düşmesi oluyor.
Bu dönüşüm tedarik zincirlerine eklenebilen küçük işletme ve kooperatiflere yeni fırsatlar sunuyor sunmasına ama entegre olamayan yaklaşık %93’ü, uzun vadede de olsa üretimden çıkmak zorunda kalabiliyor.
Birçok küçük işletmenin çözemeyeceği kaliteli - verimli üretimin sağlanması ve pazara erişememe sorunları bir hane halkı için bile geçim sağlayacak gelirden uzaklaşılmasına neden oluyor. Bu işletmelerin sahipleri tarım dışı gelir kaynaklarına yöneliyor. Onların yerine ise yine küresel ve ulusal tedarik zincirlerinin mevcut aktörleri parsel parsel yerleşiyor.
Tarımsal ürünlerin uluslararası ticaretinin gıda gereksinimlerinin temin edilmesinde her geçen yıl artan payı bu yapıyı daha da destekliyor.
Tarımsal ithalat, gelişmekte olan ülkelerde diğer ülkelere göre daha hızlı artıyor.
Üretim yapılarının ve tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesine en uygun ülkelerin de yine gelişmekte olan ülkeler olduğunu ortaya koyan araştırmaların genel kabul gördüğünü de düşündüğümüzde denklem kurulmuş oluyor.
Bu denklemin içinde tarım arazileri azalırken ve çiftçi sayısı düşerken, tarımsal hasıla, çoğu üründe uzun vadeli düşündüğünüzde “Üretim miktarı ve gıda ihracatı nasıl artabiliyor” sorusunun yanıtını; gelişen teknoloji ve verimlilik artışı şeklinde verirler de bunun arkasındaki finansal gücün oluşması için köy ve kent yoksulluğunu artıran nasıl bir ekonomik, sosyal ve demografik kıyım yaşandığını pek ifade etmezler.