Mehmet Şandır
SORUMLULUK AHLAKINI KAYBEDERSEK DEVLETİ YAŞATAMAYIZ!
Ülkemizde son haftalarda yaşananları anlamlandırmak; neler oluyor, nereye gidiyoruz sorusuna ikna edici ve iç rahatlatıcı cevaplar verebilmek çok zorlaştı.
Freni patlamış bir kamyon gibi uçuruma doğru son hızla gidiyoruz hissine kapılıyor insan.
Suç örgütü liderliği yargı kararı ile kesinleşmiş bir eski hükümlü, seriye bağladığı video yayınları ile İçişleri Bakanı’nın şahsında siyasi iktidarı, “sözünde durmadığı ve işbirliğini bozduğu” gerekçesi ile çok ağır sözlerle suçluyor.
AKP İktidarı’nın yeni bir kirli ittifakı ile karşı karşıyayız.
FETÖ ile gizli ittifakı, 15 Temmuz darbe teşebbüsü ile sonuçlanmıştı.
PKK/Abdullah Öcalan’la çözüm ittifakı ülkeyi iç savaşın eşiğine getirmişti.
Şimdi, bir suç örgütü lideri, kendisini de ilzam edecek şekilde hükümet üyelerini suçluyor ve Yüce Divan’la tehdit ediyor.
Siyasetin gayri resmi yapıları kullandığını bilirdik ancak eski de olsa suç örgütlerinin siyasi alana girmesini, iktidar gücü ile kavgasını ilk defa görüyoruz ve iktidar içi çekişmelerde kullanılmasının bu denli çarpıcı örneğini ilk defa öğreniyoruz.
“Cin şişeden çıkmıştır”;
Pandora’nın kutusu açıldı.
İddia ve ithamlar örtbas edilemeyecektir.
Açıklamaların çarpan etkisi olacaktır.
“Yok saysak da” bir siyasi krizin ötesinde rejim/devlet krizine dönüşecek bir boyut kazanıyor.
Sedat Peker, video yayınlarında, “Beni yurt dışına siz gönderdiniz. Nisan ayında döneceğimi garanti etmiştiniz, dönüş biletim bizatihi İçişleri Bakanı’nın kendisidir. Sonra hakkımda organize suç örgütü ithamı ile soruşturma açarak evimi bastınız. Eşimi ve çocuklarımı taciz ettiniz, büyük bildiklerim bana sahip çıkmadı. Beni sattınız, ben de bu yaptıklarınızın hesabını soracağım ve sizi rezil rüsva edeceğim” diyerek siyasi iktidarı tehdit ediyor.
Eski yeni birçok devlet yöneticisini, (başbakanları, bakanları, üst düzey bürokratları) işadamını, gazeteciyi, cinayet, uyuşturucu kaçakçılığı, yolsuzluk, mafyacılık adeta Türk Ceza yasasında tanımlanan tüm suçlarla itham ediyor, itibarsızlaştırıyor.
İçişleri Bakanı, iddia ve ithamlara cevap vermek için iki televizyon programına çıktı. Cevapları ve açıklamaları kamuoyunda inandırıcı bulunmadı.
Sedat Peker için, “Karısının iç çamaşırlarının arkasına saklanıyor” derken kendinden gurur duyan bir yüz ifadesiyle gülüyor olması, “Başbakan, (A.Davutoğlu) bizim odalarımızı dinlediğini söyledi” ve “Bir milletvekili Sedat Peker’den ayda on bin ABD Doları alıyor” gibi dedikodu yapması hiç hoş karşılanmadı.
Her şeye rağmen, bir suç örgütü liderinin canlı yayında “Sülüüü, süslü Sülü, senin boynuna köpek tasması takarak sokaklarda gezdireceğim” demesi kabul edilemez.
Acı olan husus, bu sözleri milyonlarca insan izledi, dinledi, ancak hiç kimse, “Bu kadar da olmaz, can güvenliğimizi emanet ettiğimiz bir bakana bu sözler söylenemez” demedi. Hatta Sayın Bahçeli tepki koymasaydı, Cumhurbaşkanı ve partisi de Bakana sahip çıkmayacaktı.
Sedat Peker, önceden ilan ederek her hafta AKP İktidarı dönemindeki kirli işleri Yunus Emre’nin Molla Kasım’ı edasıyla açıklıyor.
Söyledikleri doğru veya yanlış, tartışılır.
Ancak Sedat Peker, çok önemli bir iş yapıyor; Devlete/siyasete ayna tutuyor.
Milyonlarca insan Dallas dizisi ve Ceyar’ın kötülüklerini izler gibi tepkisiz takip ediyor. Video yayınlarından birinin 17 milyon kişi tarafından izlendiği biliniyor.
Konu hızla toplumsal bir boyut kazanıyor.
BENCE
Bu olayın en önemli sonucu toplumda oluşan çaresizliktir.
Biz bu filmi daha önce seyretmiştik.
3 Kasım 1996 tarihinde Susurluk’ta yaşanan bir trafik kazası sonrasında ortaya çıkan Devlet-Siyaset-Suç Örgütü ilişkisinin gerçekleri tüm boyutlarıyla yıllarca hatta halen tartışılmaktadır.
Bazı amaçlar için Devlet içinde oluşturulan gayri resmi yapıların daha sonra nasıl suç örgütüne dönüştüğünü ve suç işlediğini Devletin yetkili kurumlarının hazırladığı raporlarda ve mahkeme kararlarında görmüştük.
Susurluk olayı diye siyaset tarihimizde yer alan ve bu türlü gayri meşru ilişkilerin tanımı için kullanılan olayın bu gün, çok “cıvık” bir örneğini yaşıyoruz.
Bugün dünden eksik olan ne?
Olayın gerçeği aydınlansın ve suçlular cezalandırılsın diye;
• "Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık Eylemi" başlatan bir sivil toplum insiyatifi ve toplum gücü olarak bağımsız bir basın yok.
• TBMM Araştırma komisyonu kurulsun diyecek bir Meclis iradesi yok.
• İddia ve ihbarlar üzerine doğrudan harekete geçecek bir Yargı dirayeti yok.
• Kutlu Savaş gibi bir Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı liyakati yok.
• Dünden ders çıkaracak bir Devlet Aklı ve iradesi yok.
• VE en önemlisi toplumda ve Devlet yönetiminde/siyasette bir sorumluluk ahlakı yok.
Sonuçtan sorumluluk duymayan ve geleceği okuyamayan bir yönetim Devleti yaşatamaz.
Toplum olarak yaşananlara seyirci kalamayız, kalmamalıyız.