Burak Soyer
“Selahattin Demirtaş’ın siyaset-dışı değerini vurgulamak istedik”
HDP’nin tutuklu eski eş başkanlarından Selahattin Demirtaş’ın ilk Seher’deki Ah, Asuman! öyküsü, belgeselci-yazar Ümit Kıvanç yönetmenliğinde, Gaye Boralıoğlu senaristliğinde filme uyarlandı. Artık çevrimiçi de izlenebilen Ah, Asuman!’ın başrolünde Settar Tanrıöğen ile Halil Babür yer alıyor.
2016 yılının Kasım ayından beri hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de dahil olmak üzere yerel mahkemelerin de verdiği tahliye kararlarına rağmen Türkiye’deki hukuksuzluğun gözümüze sokulmasında başat örneği temsil eden HDP eski eş başkanlarından Selahattin Demirtaş’ın ilk kitabı Seher, 2017 yılında yayınlanmıştı. Kitap ilk çıktığında ‘parmaklık arkası hobisi’ algısı oluştursa da, 12 öyküden oluşan Seher’i okuyanların genel kanısı olumlu yönde olmuştu. Bundaki en büyük etken, kuşkusuz, Demirtaş’ın siyaset sahnesinde birçok kez karşılaştığımız muzip üslubuna, sıradan insan hikayelerini, daha doğrusu bizi anlattığı kitabında da şahit olmamızdı. Kısa sürede farklı alanlardan birçok okurun ilgisini çeken kitap kısa sürede dört baskı yaparak hak ettiği ilgiyi görmüştü.
Kitabı tekrar anmamızın sebebi belgeselci-yazar Ümit Kıvanç’ın, Seher kitabındaki Ah, Asuman! adlı öyküyü kısa filme uyarlamış olması. Gaye Boralıoğlu’nun senaryosunu yazdığı, başrollerinde Settar Tanrıöğen ve Halil Babür’ün oynadığı film, 56. Altın Portakal Film Festivali Ulusal Kısa Metraj kategorisinde gösterilmişti. 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde de Altyazı dergisinin Youtube kanalında çevrimiçi galası yapılmıştı. Film, artık Ümit Kıvanç’ın YouTube kanalından da izlenebiliyor.
Bir gece yolculuğunda, uzun süredir otobüsün aynı hızda bir kamyonun arkasında yol alması üzerine durumun sebebini öğrenmek için şoför Fahri’nin yanına giden toy avukat Ahmet’in, ‘kaptan’ın davetiyle yola, onun ‘Türk filmi gibi hikayesi’ni dinleyerek devam etmesini konu alan Ah, Asuman!’ı, filmin yönetmeni Ümit Kıvanç’la konuştuk.
Sizi sinemada belgesellerinizle tanıyoruz.‘Ah, Asuman!’da ilk defa belgesel dışına çıkıyorsunuz. Nasıl karar verdiniz Ah, Asuman!’ı çekmeye?
İlk defa çıkmıyorum. Sinemayla ilişkim yalnız belgesel sinema değil. Daha önce de kısa film çektim, başkalarının kısa filmlerinde ve bazı sinema filmi setlerinde çalıştım, uzun film senaryoları yazımına katıldım, dizilerde senaryo ekiplerinde çalıştım. Ah, Asuman!’a kitabı okurken göz koymuştum. Bunun hem hoş bir kısa film olabileceğini hem de tamamını otobüs içinde, anlatıcı-dinleyici çifti arasında geçirmenin iddialı bir iş olacağını düşünmüştüm. O sıralarda bazı sinemacı arkadaşlar, kitaptan çeşitli hikâyeleri film yapsak, hepsini başka yönetmen çekse gibi bir öneriyle ortaya çıktılar. Ben de Asuman’ı çekerim, dedim. Sonra ortak proje yattı, biz devam ettik.
Bir de belgeselleriniz hep siyasi içerikliydi. ‘Ah, Asuman!’ bu açıdan bakıldığında da sizin için bir ilk. Farklı bir şey mi denemek istediniz?
Demin de dedim ya, benim için ilk değil. Aslına bakarsanız ben devamlı kısa filmler çekmek isterim. Ama bu işin piyasası yok, kendine has sektörü yok. Para bulmanız lazım. Kısa film kısa ama harcamalarınız hiç kısa olmuyor. Toplayacağınız ekip bile kısa filmdir diyerek tam randımanla çalışmıyor. Haydi yaptınız, değerlendirme şansınız, internet dışında çok zayıf. Bir yandan da farklı bir şey denemek istedim. Ama otobüsün içinde geçen, yalnız iki kişi arasında anlatılan-dinlenen hikâyeden ibaret bir filmi bu devirde izlenir tarzda çekme iddiası o.
Uyarlama olarak ‘Ah, Asuman!’ı seçmenizde, öykünün Selahattin Demirtaş’a ait olmasının özel bir sebebi var mı?
Elbette var. Selahattin Demirtaş’ı çok önemsiyorum, Türkiye için umut olarak görüyorum. Bunun üstüne, çok yönlü, yaratıcı, muzip, esprili, akıllı bir insan olduğunu düşünüyorum. Üzerindeki siyasî sorumluluk ve toplumsal baskıya rağmen hikâyeler, romanlar üreten bir insan. Onun bir hikâyesini filmleştirerek, kendisinin siyaset-dışı değerini vurgulamak istedik tabiî.
Film Fahri’nin hikayesine odaklansa da sizin saliselik de olsa yer verdiğiniz ‘beşi benzemez’ yolcuların görüntüleri izleyiciye açık bir yorum kapısı bırakıyor diye düşünüyorum. Herkes bu ‘anlar’dan farklı bir şeyler çıkartabilir gibi geldi. Ben mesela “Hepimiz aynı yolun yolcusuyuz” dedim film bittikten sonra…
O planların hepsi ve nerede girip çıktıkları elbette benim özel anlamlar yükleyerek kurduğum şeyler. İzleyicilerin hepsi benimkilerle ve birbirlerininkilerle aynı anlamları çıkarmayabilirler. Ama onlara dikkat eden, hele az öncesinde, az sonrasında geçen laflarla birlikte düşünürse, ufak ufak hikâyeler çıkarabilecektir. Umuyorum yani.
Yine yukarıdaki soruyla bağlantılı olarak; filmin başındaki sahneyi de “Aslında ufak bir gülümseme yeter birbirimize” diyerek bağladım…
Baştaki sahne derken, aslında “bugün”de geçen, Fahri’nin oğlunun hapisten çıkmasını kastediyorsanız, o, otobüsteki tanışmadan sonra Fahri ile artık tecrübeli avukat olmuş Ahmet’in aralarında bir dostluk geliştiğini gösteriyor. Bir çeşit rövanş da ayrıca. Henüz seyretmemiş olup da seyretmeye niyetlenenlerin keyfini kaçırmamak için bu kadar diyebiliyorum.
Gazete Duvar’dan Soner Sert’e verdiğiniz röportajda, “Kabul edelim ki, bu yaştan sonra “ilk film”ini çekecek, benim gibi, siyasi içerikli belgeselden başka şey yapmaz görünen birine kimse doğru dürüst para “yatırmaz,” diyorsunuz. Türkiye’de birçok siyasi film çekildi, çekilmeye de devam ediyor. Kendiniz neden bu kulvarın dışında tutuyorsunuz?
Evet, kendimi dışarıda tutuyorum, ama içeri girmek istesem de olmaz, kulvar beni dışarıda tutar. Belgesellerimin gösterilebildiği tek ana akım mecra Uluslararası İstanbul Festivali oldu şimdiye kadar. Hiçbir ana akım TV kanalı hiçbir yaptığımı göstermedi. Göstermezler.
Elbette kafamda birçok sinema filmi projesi var. Ama film çekmek çok pahalı iş ve ekip işi. Mutlaka para yatıracak ve o parayı yönetecek birilerinin olması lazım. Ben sektör dışı bir insanım. Üstelik yaşımdan ötürü kimsenin bana “gelecek vaat eden yönetmen” muamelesi yapmayacağı açık. Gelecekten beklenti yoksa niye para yatırsınlar? Bunları kastediyorum. Yoksa, ona göre bir hikâye ve senaryoyla, elbette üç-beş arkadaşımı örgütleyip film çekebilirim. Yine de para ve ekip gerekecektir. Üstelik filmin sinemalarda gösterilme şansı muhtemelen olmayacaktır. Veya işte, yasak savma kabilinden, iki-üç sinemada en fazla bir hafta falan. Ne kadar iyi filmler seyirciyle doğru dürüst karşılaşmadan kenara köşeye itiliyor. Bu saatten sonra ben şahane işler yapsam da göreceğim muamelenin farklı olacağını sanmam.