İ. Bülent Çelik

İ. Bülent Çelik

Seçim nasıl kazanılır?

Eskiden tuvalet kağıdı mı vardı?
Yoktu!
Arazide iş pratikti!
Yaprak vardı, taş vardı.
Kışın kar, yazın mısır koçanı vardı.

...

Evlerdeki rabıtayı ise özellikle kentli genç kuşak bilmez.
Ama doğum tarihi 1960 ve öncesi olanlar istisnasız iyi bilir!

Evlerde alafranga tuvalet yoktu. Hepsi çömmeliydi!
İbrik, maşrapa ya da yarım metre hortum vardı.
Af buyurun, elde dikilmiş yarım A4 boyutunda taharet bezleri vardı.

Bu son saydıklarım belli ki hâlâ da çok evde var!

Neden “belli ki” oraya geleceğiz!
Kahvaltısını yapmamış olanları düşünerek bu girizgahı fazla uzatmayalım.

Rulo tuvalet kağıdı denen şeyi dünya 1800’lerin sonlarına doğru icat etti.


Tuvalet medeniyeti, bizde yani Osmanlı’nın merkez coğrafyasında, dünyanın diğer ülkelerine göre çok daha erken gelişmişti. Buna rağmen tuvalet kağıdı; matbaayı sevmediğimiz için kağıt ile haşır neşir olma işi bizden çok önce başlayan batı toplumlarında, bizden çok daha önce kullanıma girdi.

Hatta biz tuvalet kağıdını o kadar geç kullanmaya başladık ki, Türkiye’de ilk tuvalet kağıdı üretimi 1970 yılında, Eczacıbaşı bünyesinde başlayana kadar, bu narin buluş elit bir kesimin kullandığı ithal bir malzeme olmaktan öte bir şey değildi.

İşte o ara, tuvalet kağıdı gerçekten de lüks tüketimdi.


Ben çocukluğumda ilk tuvalet kağıdını Sinop’ta babamın çalıştığı Amerikan üssünde görmüştüm.
Aklıma başka birşey gelmediği için, o kağıtla elimi yüzümü kurulayıp çıkmıştım tuvaletten!

Şimdi gelelim asıl soruya:
“Bugün artık tuvalet kağıdı lüks mü değil mi?

Bu garip soruyu neden soruyoruz?

Çünkü son düzenlemede, tuvalet kağıdı lüks tüketim sınıfına sokularak KDV’si  yüzde 8’den yüzde 20’ye çıkarıldı.

Böylece tuvalet kağıdı, vatandaşın, etten sonra tükettiği en pahalı zorunlu ürünlerden biri oldu.
Bugün birçok evin olmazsa olmazlarından biri haline gelen ürün gerçekten zorunlu tüketim mi lüks tüketim mi?

Dedik ya, buna iktidar, “lüks tüketim!” kararını verdi?


Peki, seçim hesapları ile kılı kırk yaran, saraydaki maaşlı danışman kadrolarının ağır mesaisi ile en ince hareketi seçime göre planlayan bu seçim odaklı kadro, tuvalet kağıdını lüks tüketim sayarken seçmenin tepkisinden çekinmedi mi?

El cevap!
Hayır çekinmedi!

Çünkü tuvalet kağıdının lüks sınıfına sokulması ve ondan gereğinden fazla vergi alınması onu kullanmayanın umurunda olmaz!

Hayır, bu iktidara oy verenler evlerinde tuvalet kağıdı kullanmıyor demek istemiyorum.
“Belli ki iktidarın seçim danışmanları bunu böyle varsayıyorlar” demek istiyorum.

Çok şaşıracaksınız ama ‘AcNielsen’in yaptığı araştırmaya göre Türkiye’de nüfusun sadece dörtte biri tuvalet kağıdı kullanıyor!
Zaten ona inanmazsanız da toplam satılan tuvalet kağıdını nüfusa bölün, durum ortaya çıkıyor! Kişi başına iki kilo!

Acaba, tuvalet kağıdı kullanmayan, dolayısıyla KDV artışını umursamayan dörtte üçlük vatandaş kesiminin içinde, ağırlıklı olarak hangi partilerin seçmeni vardır?

Belli ki iktidarın konuyla ilgili danışmanları da şu anda sizin düşündüğünüzü düşünüyor!

Vatandaştan hem vergi alacaksın, hem de kendi seçmeninin mümkün olduğunca incitmeyeceksin!

Yoksa seçim nasıl kazanılır?

E o zaman yapıştır KDV’yi gitsin!

Hainin dübürünü mü düşüneceksin?

Artık kabak tadı vermedi mi?

Seçim bittiğinde, seçimi kazandığına bir türlü inanamayan, şaşkınlıktan adamakıllı bir kutlama bile organize edemeyen; gazetecisiyle, yöneticisiyle, milletvekiliyle tüm iktidar elemanlarının, seçimin ertesi gününden itibaren en önemli derdi, ‘Kemal Kılıçdaroğlu'nun koltuğunda oturmaya devam etmesi’ oldu…

...

Neden?
Çünkü en başından itibaren hayal kırıklığı yaşamış CHP seçmeninin de katıldığı ve güçlendirdiği müthiş verimli bir yıpratma alanı!


Hazır bütün muhalefet bu ateşin altına odun atarken;
Hazır kimse çocuğuna defter kalem alamayan, bırak eti tavuğu,  evine bir kilo patates götüremez hale gelmiş vatandaştan bahsetmezken;
Hazır kimse ev sahibi ile yakın dövüşe girmiş kiracıdan söz etmezken;
Hazır kimse artık neredeyse damperli kamyonlarla şehir merkezlerine dökülen sığınmacıları konu etmezken,
iktidar enayi mi ki bu verimli alandan yararlanmasın?

Doğal olarak onlar da, adeta bütün ağırlıkları ile vatandaşın üzerine çöktükleri halde, ellerinde bir yelpaze, bu ateşi yelleyip duruyorlar.
...
"Yelleyin arkadaşlar!.. Körükleyin!.. Hatta her fırsatta: “Bakın nasıl kavga ediyorlar, iktidarı bunlara mı verecektiniz, onlar kavga ediyor, biz çalışıyoruz deyin!.."
Eğer Sarayın danışmanlarından, bütün il ve ilçe başkanlarına, milletvekillerine, bu söylem, bir talimat olarak gelmediyse ben de bir şey bilmiyorum!

Aklın yolu bir!
Şu ekonomik yangında, iktidar için bundan daha serinletici bir iklimi hangi güç yaratabilir ki?
...
Muhalefetin kendi yarattığı bu iklimi tersine çevirme zamanı artık geçiyor.
Bu duygusal yaklaşımın, seçmende sabit fikir haline gelmeden ortadan kaldırılması için yarından daha uygun bir vakit yok! 

Önlük

Onlar şans eseri sağ kaldı.
Onları 7,7  şiddetindeki deprem öldüremedi!
Ama cehdettik, biz öldüreceğiz!
...
5 Şubat'ta herkes gibiydiler.
6 Şubat'ta ne evleri kaldı ne okulları..
Ne oyuncakları kaldı, ne hikaye kitapları!
...
Depremzedeler şimdi, sağ kalan, hayatta kalan çocukları için eğitim istiyorlar!
Hala yiyecek içecekleri yok denilecek düzeyde.
Suları çamurlu akıyor.
Hala konteynerlerde, çadırlarda yaşıyorlar.
Ama çocukları için eğitim istiyorlar.
Defter kalem, kitap istiyorlar.
Okul, öğretmen istiyorlar!

Ne cevap veriyor Milli Eğitim Bakanı?
"Öğretmenler önlük giyecek!" diyor.
Yeni eğitim reformumuz bu!
"Önlük giyecekler!"

Bakan gelip bakacak!
Öğretmen önlük giyiyor mu giymiyor mu?
...
İyi de öğretmen yok ki Sayın Bakanım!
Atanmış olsa, çuval pantolon bile giyecek!
Kelebek tokalı kemer bile takacak!
Ama öğretmen yok ki!

Boşuna tutsak etmemişler!

Depremin en ağır yaralı ili durumundaki Hatay’da, TİP’in organize ettiği, mahalle mahalle dolaşan, Can Atalay Gezici İrtibat Bürosu karavanı dışında, heyecanlı, hareketli bir nesne yok!
Demek ki Can, bir de dışarıda olaymış!..
---

İnanmak!

İskoç psikiyatrist R.D. Laing diyor ki:
“Öldüğün zaman ölü olduğunu bilmezsin. Bu başkalarına acı verir.

Aynısı aptal olduğun zaman da geçerlidir!”
...
Karadeniz'de gaz dediler, inandın!
Gabar'da petrol dediler, inandın!
Kırıkkale'de Jelibon rezervi dediler ona bile inandın!
...
"Verin bu kardeşinize yetkiyi görün etkiyi!" dediler ona da inandın.
Verdin!
Şimdi öldüm bittim! diyorsun!
Ama onlar sana inanmıyor!
"İyisin, iyisin!" diyorlar.
Şimdi güya sana akıllı telefon, bilgisayar, kota veriyorlar!
...
Nasıl anlarsan anla güzel kardeşim; 
"Sen inanıyorsun, onlar inanmıyor!"
Acıyı hepimiz çekiyoruz!

Anlayana Haftanın Hatırlatması

Türkiye Yazarlar Sendikası eski yöneticilerinden Recai Şeyhoğlu ustamız, Karşıyaka Gazetesindeki köşesinde, özellikle gazetecilere, Çetin Altan’ın: “Yazı dediğin, 100 yıl sonra birileri baktığı zaman sana 'dangalak' demesinler diye özenle yazılmalıdır” cümlesini hatırlatmış.

Bu uyarıyı okuyunca, şu arapça kaset doldurup, köşe yazılarında, Ortadoğu’nun bütün ülkelerinin vatandaşlarına “Hepimiz aynı milletiz!” diye ara nağme yapan gazeteci-yazar(!) arkadaşlar geldi aklıma!..

Bir kamyon gazetecinin, daha ‘millet’in tanımını bilmediği yerde, noktalama, gramer, tashih filan meğerse ne kadar da naif ve entipüften hatalarmış!




Önceki ve Sonraki Yazılar
İ. Bülent Çelik Arşivi