Haluk Levent
Seçim, kurucu irade ve yeni seçim tasarısı
Bugüne kadar çeşitli saraylarda tatlı hayat yaşamaya alışmış iktidar ayaklarının altından halının kaydığını görünce telaşlandılar ve neredeyse 80 yıllık kutuyu açtılar: Seçim yasasını öyle bir değiştirelim ki tatlı hayatımız devam etsin! Yoksulluğun Cumhuriyet tarihinde görülmemiş ölçüde derinleşmesi ve yaygınlaşması, Hacer Foggo’nun sahadan tespiti ile yoksulların artık sadece yiyecek istemeleri yani hayatta kalmak için desteğe ihtiyaç duymaları iktidarı hiç ilgilendirmiyor. Tarımdan sanayiye, küçük esnaftan ücretli çalışana bütün sektörlerde ve kesimlerde büyük yıkımla karşı karşıya kalmışız! Kimin umurunda…
Yolsuzluk, rüşvet, soygun ve yağmalama yurdun her yanına yayılmış ve devlet olanakları ile yürütülür hale gelmiş ne gam! İyi yetişmiş insanlarımız memleketten kaçmanın yolunu ararken, onları göndermeye çalışan ve neredeyse cahilliğe olan sonsuz sevgisi ve hayranlığı ile bayram ilan eden bir iktidar! Kısaca gözlerimizin önünde lime lime olan bir toplum ve memleket. Tatlı hayatına devam etmek isteyen bu iktidarın fazladan yönetimde geçireceği her gün çözülüşün yıkıma dönüşeceği de açıktır.
Bu koşullar altında seçim yasasında değişiklik getiren yeni tasarıya karşı ne tür önlemler alınması gerektiği ciddiyetle tartışılmalıdır. İktidardan düşüşün belgesi olarak gülüp geçilecek ve bir kenara atılacak bir tasarı değil.
Tasarının yoğunlaştığı üç önemli hedef var: Seçim güvenliğini ihlal edebilecek ortamı yaratmak, seçim boyunca devlet olanaklarının görülmemiş ölçüde kullanılması için yasal altyapı yaratmak ve ittifak stratejisini boşa düşürmek. İlki için artık epeyce tecrübeli ve bilişim altyapısına sahip geniş bir grup oluştu. Dolayısıyla, muhalefet sandığa giren oyun korunması açısından bana göre ciddi bir sıkıntı ile karşılaşmaz. İkincisi ise zaten örtülü ödenek vb. gibi olanaklara sahip bir iktidar için fark yaratacak bir avantaj sayılmaz. Dolayısıyla üçüncü başlık üzerinde durmakta fayda var.
Bu yasa tasarısının hedefi belli ki cumhurbaşkanlığı seçiminden ziyade meclis seçimi. Seçim çevreleri bazında 2018 yılı seçimleri için yapılan bir karşılaştırma, yeni tasarı o zaman yürürlükte olsaydı Cumhur İttifakı’nın ek olarak 18 milletvekili daha elde edeceğini gösteriyor. Siyasi yorumcular ve parti sözcüleri ise genellikle, iktidarın düşen oy oranına atıfla, bu yasa tasarısının yüksek oy alacak olana, yani son zamanlarda yapılan anket çalışmalarına göre önde bulunan muhalefete avantaj yaratacağını ve iktidarın kendi kazdığı kuyuya düşeceğini söylüyorlar. Kısmen haklı olabilirler. Fakat muhtemelen iktidarın seçime dönük olarak cari durumu değiştirmek için atacağı başka adımlar da olacaktır. Bu durumda muhtemel gelişmelere karşı muhalefetin pozisyonunu koruyacak adımlar atması önem taşıyor.
Bu tasarıya bakılacak olursa iktidarın bir yandan küçük partileri birer aktör haline getiren ve muhalefeti güçlendiren ittifak stratejisini ortadan kaldırarak Millet İttifakı’nın bir bölümünü önemsizleştirmeyi hedeflediği söylenebilir. Öte yandan bir süredir yürüttüğü stratejiye bakarak da HDP’nin kapatılması ile yaratılacak türbülans vasıtasıyla %15 civarındaki oyu istikrarsızlaştırmayı, mümkünse sandığa gitmelerini engellemeyi hedeflediği söylenebilir.
Günümüz şartları muhalefetin kurucu irade gibi davranmasını gerektiriyor. Cumhurbaşkanlığı sisteminden parlamenter demokrasiye dönülmesi bir rejim değişikliği anlamına geliyor. Güçlendirilmiş lafı ise daha güçlü ve derin bir dönüşümü, 12 Eylül Rejimi’nin tüm yönleri ve kurumlarıyla birlikte tasfiyesini vaat ediyor. Bu tür bir dönüşüm toplumun tüm kesimlerinin içinde bulunacağı bir anayasa yapım sürecini ve bu süreci koordine edip yürütebilecek bir meclisi gerektirir. Yani yurt sathında geniş katılımlı bir tartışma ve meclis iradesi işin olmazsa olmaz iki ayağını oluşturur. Bunun başarılabilmesi ancak kurucu meclis vasfına sahip bir koordinatör ile mümkün olabilir. Bu durumda kurucu meclisin toplumdaki tüm kimlikleri, kesimleri ve görüşleri içeren bir yapıya sahip olması gerekir.
O zaman, önümüzdeki seçimin salt partilerin meclise taşındığı bir seçim olmaktan çıkarılması ve oluşacak meclisin yani listelerin farklı görüş ve kimlikleri kapsaması gerektiği açıktır. Bu yüzden Cumhur İttifakı’nın karşısına, Millet İttifakı Seçim Partisi ve Halkçı (veya Sol) İttifak Seçim Partisi şeklinde iki parti ile çıkmak uygun olur. Partilerin genel başkanlarının ittifak içinden bir partinin listelerinden seçime girmelerindense yeni, sadece seçim için kurulmuş ve mevcut partilerin örgütleri tarafından yürütülen bir seçim çalışması ile desteklenen bir partinin listesinden katılmaları daha kolay olur. Yeni partilerin listeleri tüm görüş ve kesimlerin önceki seçimlerde aldığı oylardan bağımsız olarak iki veya üç sandalye alacak şekilde düzenlenmesi ile meclise kuruculuk vasfı kazandırılmış olur. İktidarın HDP’yi kapatma stratejisi de boşa düşürülür.
Eğer bazı yorumcuların dediği gibi baskın bir seçimle karşılaşırsak da zaten eski yasa ve ittifaklar stratejisi yürürlükte kalır. Bu durumda da büyük partilerin, CHP’nin ve HDP’nin önceki seçimde yaptığı gibi listelerinde genişçe bir kontenjanı farklı görüş ve kesimlerin temsilcilerine ayırması önem taşımaktadır. Eğer hem baskın seçim hem de yeni yasa ile seçime girilecek olursa da ittifak üyesi, tercihan küçük partilerden biri ile tercihan adı değiştirilerek seçime girmek mümkün olabilir.
Bunları düşünmek zorunda kalmak bile içinde bulunduğumuz ortamın ne kadar boğucu ve dayanılmaz olduğunun kanıtı aslında. Hazine Bakanı’nın, Türk Telekom’un taammüden soyulduğu dönemde yönetim kurulu üyeliği yaptığı bir ülkede başka ne düşünebiliriz ki?