Haldun Solmaztürk
Saltanat tamam, sıra Hilafet’te
Sunucu hanım Cumhurbaşkanı’nı kürsüye davet ediyor:
“Büyük ve güçlü Türkiye’nin inşası adına, yirmi yıldır Türk ve dünya siyasetinde emsalsiz bir liderliğe imza atan, Türkiye’yi dünya siyasetindeki karar alma süreçlerinin en vazgeçilmez aktörlerinden birisine dönüştüren, kararlılığı, vizyonu ve deneyimiyle dünya liderleri arasında güçlü bir diyaloğa imza atan, küresel diplomaside tüm kıtalara dokunarak Türk ihracatçısına dünya ekonomisinde yeni fırsatlar, yeni kapılar açan, milletimizin hizmetinde bize emsalsiz bir gurur yaşatan, dünya liderimiz Sayın Cumhurbaşkanımızın kürsüyü teşriflerini arz ederim”.
Bu, ‘kürsüye buyrun’ yerine—okuması bir dakika sürüyor…
AKP parti toplantısında değil, iki gün önceki TİM ödül töreninde.!
TİM, Türkiye İhracatçılar Meclisi oluyor.
Ödül töreni deyince; bakanlarla ödül (!) alanların, çarpışan arabalar gibi sahnede koşuşturması…
TİM Başkanı, “yol ve kader arkadaşı” Cumhurbaşkanını çok özlemiş. Çok heyecanlı; camdaki yazıları okumakta bile zorlanıyor, kem-küm ediyor. Tüm sorunlar çözülmüş; yalnız bir fuar merkeziyle, teminat şartı koşmayan (!) kredi yöntemleri ‘geliştirilmesi’ kalmış.
Onları da Cumhurbaşkanı zaten düşünmüş, müjdeliyor. Hiss-i kabl-el vuku…
Türkiye’nin “İki asrı bulan demokrasi ve kalkınma arayışlarında tarihinin en zirve noktasında” [a.b.] olduğunu söylüyor; isteksizce de olsa, alkışlıyorlar—kelli felli insanlar.
Bir de tablo hediye ediyorlar—liderlik ettiği ‘mega eserler’ ve 2023 Türkiyesi’nin tablosuymuş.!
Baştan sona ‘Erdoğan’ güzellemesi—Propaganda Başkanlığı düzenlese bu kadarını beceremezdi.
Bunu yapanlar, ihracatın ‘özel sektör’ kanadının en üst örgütü—paralı, eğitimli, aydın kesim.!
Aslında verdikleri (!) tabloyla, siyasi rejimin değiştiğini, daha 1922’de—Büyük Taarruz’dan iki ay sonra—kaldırılan ‘saltanatın’ fiilen ihya edildiğini sembolleştiriyorlar, gözümüze sokuyorlar.
Saltanat kaldırılınca Osmanlı hanedanından bir Halife atanır. Ankara hükümetinin İstanbul’daki temsilcisi Refet Paşa Halife’ye, tablo bulamamış olmalı ki bir ‘at’ hediye eder, “Hayvanın Halife Hazretleri tarafından beğenilmesini Tanrı’nın bir lûtfu sayıyorum” der. “Tanrı’nın gölgesi ve Peygamberin vekili Halife Hazretleri ifade buyurulan bağlılık duygularından” pek hoşnut olur.
Mart 1924’te Hilafet de kaldırılır ama birileri ne saltanattan ne de hilafetten hiç vazgeçmezler.
O birileri bugün artık gözlerini iyice kararttılar.!
Saltanat, son Anayasa referandumuyla, ‘başkan’ olarak kodlanarak, fiilen ihya edildi. Şimdi Hilafeti de ihya etmek isteyen siyasi çabaların başını Diyanet İşleri Başkanı çekiyor, eleştirilince de “Anayasal görevimizi yapıyoruz” diyor. Ama doğruyu söylemiyor.!
Anayasa’da Diyanet İşleri Başkanı’nın görevi “Laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirmek”.
Laiklik ilkesi doğrultusunda…!
Çünkü “Türkiye Cumhuriyetinde muamelât-ı nasa dair ahkâmın teşrî ve infazı Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun teşkil ettiği hükümete ait”, Diyanet’e değil…
Diyanet, “Dîn-i mübîn-i İslâmın bundan maada”, yani ‘muamelât-ı nas’ dışında kalan ‘inanç, ibadet ve ahlak’ ile ilgili işleri yürütmek, ibadet yerlerini yönetmekten sorumlu.
Yasa koyma—muamelât-ı nas—yetkisi münhasıran Türkiye Büyük Millet Meclisinin.
Diyanetin ‘inanç, ibadet ve ahlak’ dışındaki konulara girmesi, “Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırmaktır”, açıkça suçtur.
Ama "Diyanet camiamız üzerindeki bazı spekülatif olaylar” Cumhurbaşkanı’nı ‘ciddi manada’ üzüyormuş. Halbuki spekülatif olayları yaratan Diyanet İşleri Başkanı’nın kendisi.!
Daha dün ‘Şer’i hükümlere’ dayalı ‘Ümmet’ anayasasının hayata geçirilmesini “Ümmetin önemli ve öncelikli meselesi” olarak gören Diyanet İşleri Başkanı şimdi de "Evinden işine, mabedinden mektebine, ticaretinden sanatına, sokağından şehrine varıncaya kadar hayatın her alanında Allah'ın ezelî ve ebedî kelamını rehber edinmektir, müminin vazifesi” diyor.
“Hani 'işte [din] insan ile Allah arasında olsun, ticaretine, siyasetine, adaletine, yargısına yansımasın' diye bir anlayış var ya” diyerek açıkça laiklik ilkesini tarif ediyor—reddediyor…!
Cumhurbaşkanı niçin üzülüyor ki?
“Zaman ve şartlar değişse de İslam'ın nasları değişmeyecektir. İslam bize göre değil biz İslam'a göre hareket edeceğiz. Hayatımızın merkezine dinin hükümlerini yerleştireceğiz” diyen kendisi.
Hayatın merkezine ‘dini’ yerleştirince Hilafet’in de ihya edilmiş olacağının herhalde farkındadır.
Tek sorun kimin Halife olacağı ki nasıl olsa bir çözüm yolu bulunur.
Üzülmesin…!