Burak Soyer
‘Saldırı altında’ kaydedilen anlar
Türkiye’de devletin kendi ayıbını gizleme, ‘kalkanlar arkasında’ neler olduğunu saklama çabasıyla en çok karşılaşanlar kuşkusuz gazeteciler. Onlar ellerinde fotoğraf makineleriyle ‘gerçeği’ topluma aktarmak için ellerinden geleni yaparken, devlet ise bunu engellemek için tüm güvenlik birimleriyle birlikte biber gazı, cop, plastik mermi gibi ‘hafif’ silahlarla gazetecilere şiddet uygulamaktan çekinmiyor. Bu şiddet dijital medya sayesinde artık daha görünür olsa da, sanal dünyanın sabun köpüğü gündeminde sadece çok kısa bir süre yer tutabiliyor ve maalesef sonrasında unutulup gidiyor. Ama unutturmamak gerek. İşte bunun için de devletin kendilerine uyguladığı zorbalığı yine kendileri kayıt altına alan gazetecilerin ‘an’larından oluşan bir sergi açıldı Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nde. Sadece işlerini yaparken saldırıya uğrayan gazetecilerin fotoğraflarından ve videolarından oluşan ‘Saldırı Altında’ sergisi, bir yandan tarihe not düşerken diğer yandan da “Türkiye’de basın özgürlüğü vardır” diye bas bas bağıranlara işin aslını gösteriyor. 3 Eylül’a kadar açık olan sergiyle ilgili küratör Mustafa Ünlü’yle konuştuk.
‘Saldırı Altında’ sergisi fikri nasıl ortaya çıktı?
Punto24 Bağımsız Gazetecilik Platformu, biliyorsunuz, bağımsız gazetecileri, gazeteciliğin bağımsızlığını destekleme, bu konuda çalışmalar yapma düşüncesi ile kurulmuş bir platform, bir sivil toplum kuruluşudur (www.platform24.com). Punto24’ün projelerinden biri de Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’dir (www.kiraathane.com.tr). Bu evde edebiyatın, sanatın her alanında çeşitli etkinlikler, konuşmalar, atölyeler ve sergiler yapılır. Hani ¨Gün geçmiyor ki...¨ diye lafa başlarız ya, işte malumunuz, bizim ülkede de gazetecilerin haber yapmasının kolluk kuvvetleri tarafından, çoğu zaman şiddetle engellenmesi de öyle başlayan bir cümlede ifade edilebilir. Dolayısıyla bu cümlenin, bir Punto24 – Kıraathane Edebiyat Evi toplantısı sırasında ¨Yeni sezonda hangi sergiler olacak?¨ sorusuyla yan yana gelivermesi büyük bir tesadüf olmuyor. İşte gene polis şiddetine rağmen işini yapmaya çalışan gazetecilerin fotoğrafları durmadan sosyal medyaya, telefonlarımıza, bilgisayarlarımıza düşerken o bahsettiğim yan yana gelme hali gerçekleşti. Bundan sonra da Cansu Pişkin ve Sidar Genç arkadaşlarımla birlikte işe koyulduk.
Sergideki fotoğrafları seçerken belirli bir kriteriniz var mıydı?
Sergide yer alan fotoğraflar, gelip görenler o anları, saldırı, tehdit, ya da çıkarılan başka türlü zorluklar altında haber yapmaya çalışan gazetecilerin yanı başındaymış gibi hissetsin istedik. Güncel dönemi anlatan fotoğraflar olsun istedik. Tabii ki çok geniş bir seçenek havuzumuz yoktu çünkü doğal olarak gazeteciler, kendilerini değil, gösterilmemeye çalışılan olayları haber yapmaya çalışırlar. Objektiflerini oraya çevirme mücadelesi verirler. Ciddi bir şiddet olduğunda ancak ya da biraz tesadüfen gazetecilerin kadraj içinde olduğu fotoğraflar ortaya çıkıyor. Bir kaç tane Gezi olayları sırasında çekilmiş fotoğrafla birlikte, çoğu son 3-4 yıla ait, bu fotoğraflar var sergide.
Katılımcılarla nasıl iletişim kurdunuz? Onların sergiye yaklaşımı nasıl oldu?
Bağımsız gazetecilik alanını odak alan çalışmalar yaptığımız için alandaki gazetecileri tanıyoruz, tanımadıklarımıza tanıdıklarımız aracılığı ile ulaşabiliyoruz. Aslında bir bakıma önce fotoğrafları saptadık sonra müelliflerine ulaşmaya çalıştık. Hepsi sergiye katılmayı hemen kabul etti. İnternetten bulup takip ettiğimiz bazı fotoğrafların sahiplerine maalesef ulaşamadık. Daha doğrusu, iki üç ay boyunca araştırdık ama kime ait olduklarını bulamadık. Onları da, bu bilgiyi sergide paylaşarak sergiye dahil ettik. Çünkü önemli anların önemli fotoğraflarıydı. İnternette paylaşıldıkları için bunlar oldukça düşük çözünürlüklüydü tabii, onları da belli yazılımları kullanarak elden geldiğince büyütmeye çalıştık.
Saldırı Altında gibi bir serginin –maalesef- Türkiye için bir zaruret olduğunu düşünüyorum. Çünkü gazeteciler her ne kadar gerek mesleki hakları için gerek de kendilerine uygulanan ve özellikle “Gazetecilik suç değildir!” sloganı altında buluştuğunu düşündüğüm baskıyla ilgili protestolarla dertlerini dile getirseler de kamuoyunda meslektaşları dışında gereken karşılığı alamadıkları kanaatindeyim. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?
Rakamsal olarak bakıldığında yüzde doksanın üzerinde ¨organlaşmış¨ bir medya ortamında yaşıyoruz. Bağımsız medya neredeyse imkansız koşullarda var olma mücadelesi veriyor. Bu mücadelenin devam edebilir olmasını sağlayan tabii ki ve her şeye rağmen hala gerçekleri merak eden, ülkede dünyada aslında ne olup bittiğini merak eden kesimler. Bunların da ne yazık ki çoğunluğu, sosyal medya, internet olanaklarıyla bunu herhangi bir bedel ödemeden yapmayı tercih ediyor. Eskiden aldığımız gazetenin parasını ödemek zorundaydık mesela. Ama başka şeyler de yapılmalı tabii. Tüm hak arayan, hükümetin uygulamalarını eleştiren, itiraz eden neredeyse her kesim ‘hain’, ‘terörist’, ‘huzur-düzen bozucu’ ‘suçlu’ ilan ediliyor. Organlaşmış medya tarafından bu algı destekleniyor. Gerçekleri haberleştirmeye çalışan gazeteciler de ‘suç ortağı’ olarak gösterilip itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Onların yanında durmak, güçlü bir şekilde ses çıkarmak, demokratik tepkiler vermek de, lazımsa, ödenmesi gereken bir bedel. Sadece kamuoyu değil, kendini gazeteci sayan insanlar arasında da tepki vermeyen, yeterince vermeyen hatırı sayılır bir grup olduğunu, ne yazık ki söyleyebiliriz. Tarihin sustukça sıranın bize geldiğini defalarca göstermesine rağmen. O güzel bir slogan.
Saldırı Altında ‘amacı’ olan bir sergi. Sanatsal bir faaliyet değil. Dolayısıyla bu ‘amacın’ bir karşılığı, etkisi olması gerekiyor. Bu karşılığın doğacağını düşünüyor musunuz?
Karşılığın ne kadar büyük olduğunu bilmiyorum ama bence olmuştur. Olmaya da devam edecektir diye umuyorum. Evet bu fotoğrafların hiç biri sanat için çekilmedi ama biz onları bir sanat platformuna taşımaya çalıştık. Eskiden en azından basılı gazetelerde elimize alıp yakından bakabilirdik şimdi hemen hiçbiri böyle bir ortamda görünmüyor. Fotoğrafları bir buçuk metreye bir metre boyutlarında bastırdık. Onlara gündem içinde gelip geçen, internet içinde yalnızca arayanların bulabileceği ‘görsellermiş’ gibi davranmayalım, böyle davranılmamasını anımsatalım istedik. Sergi bitince de çöpe atmak niyetimiz yok.
Sergiyle ilgili olarak, “Çok uzak olmayan bir gelecekte ülkeleri yönetenlerin ve yönetilenlerin ezici çoğunluğunun özgür basın olmadan demokrasi ve refah olmayacağını fark edecekleri bilinci ile tarihe kaydedilen o anları buraya bırakıyoruz,” diyorsunuz. Sizce toplum bu ‘bilincin’ ne kadar farkında?
Bence dünyanın geldiği noktada tüm insanların bu bilince varması uzun sürmeyecek.