“Sahnedeki dans, sokaktaki slogan bir sanatçının üretim hali”

Türkiye prömiyerini 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yapan, Ebru Şeremetli’nin yönettiği, Türkiye’de alanında bir ilk olan An Kalır belgeseli, bu yıl 11-14 Şubat tarihleri arasında New York’ta düzenlenen 50. Dance On Camera Fetivali’nin açılış filmi olarak Amerika’da gösterildi.

An Kalır, Zeynep Tanbay’ın kurucusu olduğu Zeynep Tanbay Dans Projesi’nin 2006-2012 yılları arasındaki dönemini anlatıyor. Ebru Şeremetli, Zeynep Tanbay’ın aktivist kimliğiyle sokakta, zulme, haksızlığa karşı çıkışının, adalet arayışının sahneye yansımasına, bu yansımanın dansçılar üzerinde nasıl vücut bulduğuna çeviriyor kamerasını. İzleyiciyi de bu süreci içine katarak bir koreografinin baştan aşağı yaratımına ortak eden belgeselle ilgili yönetmen Ebru Şeremetli’yle konuştuk. 

An Kalır Türkiye’de bir ilk olma özelliği taşıyor. Bu belgesele girişirken tam olarak amacınız neydi? Neyin derdi olarak çıktı An Kalır?

Merak. Bir işin ortaya çıkış sürecine, üretme eylemine iten sebeplere, yaratıcılığın ortaya nasıl çıktığına merakım. Düşüncenin araçlarla ya da malzemelerle estetik biçim alması ilgimi çekiyordu. Birçok soru da beraberinde geliveriyor; “yaratıcılık salt soyutlama becerisi mi? Yetenek, tutku, aşk, ‘içten gelen zorunluluk’ ile mi biçimleniyor?” ya da “düşünme, gözlemleme, tecrübe etme, arayış, sorgulama, şüphe gibi edimler estetik bir harekete, nesneye nasıl dönüşüyor?” Var oluşa dair, her biri emek vermeyi gerektiren eylemler bütünü. Sürekli sorguladığım bir nokta da bir eser ‘sanat’ anlamı kazandığında, ‘hakikat’e olan uzaklığı değişiyor mu? Sanat dallarına bakınca hepsinin izleyici ile birbirinden farklı bağ kurma biçimleri olduğunu görüyorum. Bir performans sanatının, sahneden izleyici ile doğrudan iletişim kuran dansın yaratım sürecine tanıklık etsem, üretim sürecine dahil olsam ve kamera aracılığı ile kaydetsem nasıl bir belgesel filme ulaşırım?

Nasıl bir hazırlık sürecinden geçtiniz?

Bir konu üzerine düşünmeye başlayınca, sıcağı sıcağına üzerine gitme, derinlemesine bakma, araştırma aşamalarından geçiyorsunuz. Başlangıçta bol bol dans gösterisi izlemek, okumak ve notlar almak diyebilirim. 1994’de Zeynep Tanbay Türkiye’ye ilk geldiğinde onu izlememle 2006’da sahne arkasından provaları çekerken izlemem arasında fark var. Sahneye daha önce düşünmediğim açılardan bakmaya başladım. 2006 ve 2007 yıllarında seçmeleri çektik. Filme konu olan koreografiyi çekene kadar da iki koreografi daha kaydettik. Ancak hiçbirini en başından yakalayamadık. Zeynep 2009 yılında aradı, “Yeni bir koreografi var, anlatayım,” dedi. Aktardıkları, kavramlara, ışık tasarımına, sahneyi nasıl hayal ettiğine dairdi, tıpkı filmde dansçılara aktardığı gibi. Biz de bu kavramlar üzerine düşünmeye başladık. Ancak film sahada yani çekim yapılan mekânlarda şekillendi. Her bakımdan bir süreç takip filmi ortaya çıktı.

Zeynep Tanbay’la, dansçılarla nasıl bir iletişiminiz oldu?

Bir modern dans koreografisinin sahneye konuş hikâyesini anlatma dileğimizi konuştuğumuzda Zeynep Tanbay ilk gün nasıl heyecanlı ise, o heyecanı hiç kaybolmadı. Geriye dönüp bakınca nasıl saygılı olduğunu, profesyonel hareket ettiğini, destek olduğunu ne kadar ifade etsem az. “Kapım herkese açık, dilediğiniz zaman stüdyoda çekim yapabilirsiniz”i duyduğunuzda nezaket gibi gelebilir. Ancak Zeynep ve dansçı arkadaşlar bir anda, kamerayı, beni ya da ekibimizi dans grubunun bir parçası olarak gördüler, kamerayı benle bütünleştirdiler. Gergin anlarda da keyifli anlarda da birlikteydik ve bir ekip olarak doğallıkla çalışıyorduk. Stüdyoda özellikle eleştirel tutumun desteklenmesi, yaratıcılığı her daim teşvik ediyordu. ‘Fikir birliği ile karar almak’, ‘kolektif hafıza’, ‘mekân-hafıza ilişkisi’ bu kavramları ele alarak başladım. Çekimler boyunca kurduğum ilişki de buradan hareketle olgunlaştı.

Film Amerika’da nasıl tepkiler aldı?

‘An Kalır’ın Dance On Camera festivaline kabulü, bizi arayıp 50. yılını kutlayan festivalin açılış filmi yapmak istemelerini bildirmeleri, bizi onurlandırmaları birbiri ardına gelen haberlerdi. Festival ekibi bizim orada olmamız için çok çaba sarf etti, farklı çözümler üretti. Pandemi koşullarının seyahatlerde getirdiği zaman alıcı kısıtlamalar nedeniyle New York gösteriminde izleyicilerle yüz yüze birlikte olamadık.

Belgeselde Zeynep Tanbay’ın aktivist yönüyle dans projesi eş zamanlı olarak ilerliyor. İzleyici olarak Tanbay’ın koreografide anlatmak istediklerine sokaktaki Zeynep Tanbay’ın görüntüleri sayesinde dahil olduğumuzu düşünüyorum. Katılır mısınız buna?

Evet. Şöyle ki belgesel filmin omurgasını Zeynep Tanbay’ın koreografisi oluşturuyor ve film en yalın haliyle bir koreografın hayata bakışını, duruşunu, düşüncelerini dansla soyutlama sürecini anlatıyor. Ancak dans, filmin ana dili olma özelliğini hiç kaybetmiyor. İlk çıkış noktası da bir modern dans koreografisinin anatomisi idi. Üç yıllık takip sürecinden sonra, filmi taşıyacak 2009’da çıkan bu koreografi oldu. Sanki onu beklemişiz. Belgeselci olarak, her zaman dinlemeye açık ve gözlemde esnek olmak gerekli diye düşünüyorum.  Sokaklarda sürekli taleplerini, dertlerini ifade eden bir hareketlilik vardı. Biz de kameramızla sokaklardaydık. Bu kalabalıkların içinde aktivist kimliği ile sanatçılar da vardı. İşte bu çakışmalar ve karşılaşmalar koreografiye konu olan kavramların netleşmesini sağladı.

İzlerken biz de dansçılarla birlikte dans ediyoruz, uyuyoruz, yemek yiyoruz... Zeynep Tanbay’la ise eylemlere gidiyoruz, basın açıklamalarını dinliyoruz, Güneydoğu’da olup bitenleri birinci ağızdan dinliyoruz. Bir anlamda onlarla beraber iki saate yakın bir süre geçiriyoruz. Bu açıdan baktığımızda An Kalır filmin sonunda Zeynep Tanbay’ın dediği gibi bir “arşiv” işlevi görürken bir yandan da “tanık” rolünü üstleniyor sanırım...

Bu alan görünür olamayan ya da yok sayılan birçok durumu içinde barındırıyordu. Sokakların sesi kendini ifade etme, yani talepler idi. Görünür olduğumuz, adalet arayışının inşa edildiği yerdi. Dolayısıyla bu mekân bir bölge ile sınırlı değil. Sokakta bitmek bilmeyen bir enerji, coşku diğer yandan da tedirginlik ve belirsizlik vardı. Olayların akışı sırasında sokakta Zeynep Tanbay ile yaşadığımız tesadüfler de belgeselin hikâyesini şekillendirdi. Metaforlar, tam da filmde olduğu gibi, günümüzdeki yüzleşme, sorgulama, cesaret gösterme ile ‘sıkışmışlık’ın karşıtlığına işaret ediyor. Stüdyoda, bir modern dans grubu, umudu var ediyordu. Dans eden her bir dansçı filmin ana karakterleri idiler. Film de birden fazla katmandan oluştu; el verme, ortak hafıza ve mekân oluşturma, kolektif üretim ve dansçıların özgün ifade biçimlerini ortaya çıkarmaları. Asıl olan onların bir arada durma iradeleri ve istekleri. Dolayısıyla bir süreç takip filmi yapınca filme katılan herkesle birlikte ben de bir tanıktım artık.

Filmde Zeynep Tanbay’ın, “Sokakta söyleyince slogan, sahnede yapınca sanat oluyor,” cümlesinin birleşiminden ne çıkıyor sizce?

“Sahnedeki dans, sokaktaki slogan” bir sanatçının üretim hali. Koreografinin derinlerde onun için ne ifade ettiğini, çağrışımları dansçılar bilmiyorlardı. Zeynep Tanbay yalnızca dansçıların değil birlikte çalıştığı kişilerin hem çalışma alanlarını hem zihinlerini özgür bırakıyor. Metaforlar dansçılara o kadar çok kapı açıyordu ki, hep birlikte tek bir duygu-hareket-detay üzerine tartışıyor çözümlemeye çalışıyorlardı. Bu ‘sahnedeki sanat’ kısmı. ‘Sokaktaki slogan’ ise, onun için mental düşünme olarak tarif ettiği çalışmanın hayata dair olan kısmı. Çevremizde olup bitenler, merakımızı tetikleyecek onlarca hikâyeden biri aslında. Gerçeğin birçok yüzü var, ihtiyacımız olan şefkat ve daha fazla açıklık. Farklı hikâyelere bakarsak gerçeğin diğer yüzlerini görebiliriz. Bu ihtimal hep var. Kendini ifade edememenin ağır bastığı bir tabular ülkesinde, yüzleşme üzerine düşünebileceğimiz bir belgesel film tasarladım. Buna karar verecek ve yeniden adlandıracak izleyicidir. Son olarak eklemek isterim: Danışmanım, yol arkadaşım Enis Rıza olmak üzere, tüm ekip arkadaşlarıma, emeği geçen her dostuma buradan da teşekkür etmek isterim. Bu belgesel film öz kaynaklarımızla gerçekleşti. Bir o kadar Zeynep Tanbay’ın ve tüm dansçı arkadaşların kapılarını açmaları, candan desteği ile gerçekleşti. Bağımsız belgesel sinemaya ve modern dansa yer verdiğiniz için sonsuz teşekkürler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Burak Soyer Arşivi