Barışcan İğrek

Barışcan İğrek

Övgü de eleştiri de doğru zamanda yapılmalı

UEFA Avrupa Ligi’nde heyecan bütün hızıyla devam ederken, Türk futbolunun iki güzide kulübü Beşiktaş ile Fenerbahçe’nin bu kulvardaki son hafta performanslarını ve Beşiktaş’ın yeni teknik direktörü Ole Gunnar Solskjaer ile ilgili bazı basın mensuplarının dile getirdikleri “zamanlama açısından son derece gereksiz” övgüleri değerlendirmek istiyorum.

Yeni teknik direktörü Ole Gunnar Solskjaer önderliğinde yepyeni bir sayfa açmak isteyen Beşiktaş, UEFA Avrupa Ligi’nin 7.haftasında Tüpraş Stadyumu’nda Atletic Bilbao ile karşı karşıya geldi. Güçlü rakibini 4-1 gibi sansasyonel bir sonuçla mağlup eden Siyah Beyazlılar, bir üst tura yükselme şansını artırdı.

Yoluna namağlup bir şekilde devam eden İspanyol temsilcisi karşısında mükemmel bir futbol ortaya koydu Beşiktaş. Sezon başından bu yana oynadıkları en iyi futbol idi. Tabii oynanan bu etkili futbolda, yeni teknik direktör Solskjaer’in “gözüne girme” çabası da rol oynadı diyebiliriz. Kazanmayı çok istediler. 10 numara pozisyonunda oynayan Rafa Silva, takımını bir maestro gibi yönetti. Atılan 1.ve 2. golde Rashica’ya yaptığı asistler, Rafa’nın nasıl bir futbol zekasına sahip olduğunun en basit göstergesi. Sol kanat pozisyonunda forma giyen Ernest Muci, belki de bu sezonun en etkili futbolunu oynadı. Takımının hücum gücüne büyük katkı sağladı. Savunmada ise temkinli bir Beşiktaş vardı sahada. Sol bek pozisyonunda forma giyen Arthur Masuaku da, Beşiktaş taraftarı ile arasını düzeltecek bir performans ortaya koydu. Özellikle ilk yarıda, savunmada gayet iyi işler yaptı.

Ole Gunnar Solskjaer önderliğinde çıkılan ilk maçta Atletic Bilbao’ya karşı alınan bu galibiyet, Siyah Beyazlı camiada moralleri “biraz olsun” yükseltecektir mutlaka.

Solskjaer’den konu açılmış iken, Beşiktaş-Atletic Bilbao maçının ardından dikkatimi çeken bir detaya değinmeden geçemeyeceğim. Beşiktaş’ı takip eden muhabir ve yorumcuların bir kısmı Solskjaer’e, “2-3 günde bu takımı nasıl toparladınız?” şeklinde bir soru yöneltti. Bu soruyu duyduğum zaman amiyane tabirle “deli oldum!” Yapmayın arkadaşlar! Bir takım 2-3 günde nasıl toparlanabilir? Aklınız alıyor mu? Yönetim-teknik direktör işbirliğiyle futbolcuların motivasyonları artırıldı. Deyim yerindeyse “gaz verildi” ve yeni teknik direktörün gözüne girme çabası da “ara gaz” olarak eklenince bu sonuç ortaya çıktı. Bu kadar basit!

Hatırlayacağınız üzere, geçtiğimiz sezon bu takımın başına Portekizli teknik direktör Fernando Santos geçmişti. Üst üste iki maç kazandı diye, taraftarların bir bölümü adama “Baba” lakabını taktı. Camialara mâl olmak bu kadar kolay mı? Başarının tanımı, üst üste iki maç kazanmak mıdır? Asla! Bir ayda adamın hangi babalığını gördünüz? Takıma altyapıdan bir oyuncu mu kazandırmış? Yoksa, büyük bir borç yükü içerisinde bulunan kulübüne birkaç maaşını hibe mi etmiş? Ne yapmış da böyle bir lakaba layık görülmüş? Verdiğim bu basit örnek bile bazı yabancı teknik direktörleri çok çabuk göklere çıkardığımızın net bir göstergesidir. İlk önce göklere çıkarır, sonra da arkasından teneke bağlayıp göndeririz. Yaptığımız hatalardan ders çıkarmayı ne zaman öğreneceğiz acaba?

UEFA Avrupa Ligi’ndeki bir diğer temsilcimiz Fenerbahçe, 7.haftada Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumu’nda, Fransız temsilcisi Olimpik Lyon ile 0-0 berabere kalarak 1 puanı cebine koydu.

UEFA Avrupa Ligi’nin kaliteli ekiplerinden biri olan Lyon’a karşı vasat bir performans ortaya koydu Fenerbahçe.

Savunmada çok büyük açıklar verdiler. Lyon’un ileri uç adamları “bitiricilik “noktasında biraz daha becerikli olsaydı, bu maçtan farklı bir mağlubiyetle de ayrılabilirdi Fenerbahçe. Kaleci İrfan Can Eğribayat’ın güzel performansı da farklı mağlubiyeti önleyen faktörler arasındaydı.

Hücumda ise oldukça durağan bir Fenerbahçe izledik. Pozisyon üretmek için çaba sarf etmediler mi? Ettiler. Ancak bu çaba “cılız” seviyelerde kaldı.

Bu noktada, sezon başından bu yana dikkatimi çeken “Youssef En Nesyri” konusuna yeniden değinmek istiyorum. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim üzere En Nesyri’nin çok ağır bir santrafor olduğunu düşünüyorum. Neden mi? Hemen bir örnekle açıklayayım.

Lyon maçının 44.dakikasında bir pozisyon yaşandı. Maçın geniş özetinde de bu pozisyonu bulabilirsiniz. Fenerbahçe kalecisi İrfan Can Eğribayat’ın gönderdiği uzun top Lyon savunmasından sekti ve Youssef En Nesyri’nin önünde kaldı. Hızlı ve sprinter bir forvet olsa bu topu alır, götürür ve etkili bir vuruş ile ağlarla buluştururdu. Ancak Faslı forvet, bu topu kullanabileceği en kötü şekilde kullandı. Bonservisine 20 milyon avro verilen bir oyuncu En Nesyri. Türk futbol tarihinin en yüksek bonservis bedeliyle transfer edilen bir oyuncu.. Böyle bir santraforun, bu tip pozisyonları daha verimli kullanması gerektiğine inanıyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Barışcan İğrek Arşivi