Şengül Hablemitoğlu
Ormanlarımız yandı, yastayız…
Olağanüstü bir ekolojik kayıp zamanında yaşıyoruz.
İnsan eylemleri yalnızca yaşamımızı sürdürdüğümüz koşulları istikrarsızlaştırmakla kalmıyor, yanı sıra Dünya›yı, insanların etkisinin en üst düzeyde yaşandığı antroposen çağa hızla itiyor.
Dünyanın dört bir yanındaki araştırmalar, haber kaynakları, sivil inisiyatiflerin ve uluslararası kuruluşların raporları iklim değişikliğinin ekosistemleri nasıl bozduğunu, bütün canlıların yaşamlarını, geçim kaynaklarını ve insanların dayandığı sosyo-ekonomik ve çevresel sistemleri nasıl değiştirdiğini giderek daha fazla vurguluyor.
İKLİM VE AKUT-KRONİK RUH SAĞLIĞI
İklim değişikliğinin hem akut hem de kronik ruh sağlığı etkilerini gösteren ampirik kanıtlar da geçtiğimiz on yılda arttı. İklim değişikliği ile ilgili risklerin ruh sağlığı üzerindeki etkilerini inceleyen çok sayıda çalışma var. Özellikle travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, anksiyete, psikotik semptomların artışı ve intihar düşüncesi ile intiharı tamamlama üzerinde en fazla konuşulan sorunlar arasında.
Önümüzdeki 10 yıl bu açıdan dünya için çok önemli bir on yıl.
Neden mi?
Çünkü araştırmalar, insanların iklim değişikliği ve buna bağlı ekolojik kayıpların etkilerini günlük yaşamlarında giderek daha fazla hissedeceklerini ortaya koyuyor. Bu bağlamda, özellikle ekolojik kaygı ve ekolojik yasın, gelecekte farklı gruplar üzerinde farklı ve orantısız etkileri ile birlikte daha fazla görüleceğinin altını çiziyor.
Biliyoruz ki, iklim krizine maruz kalanların ön saflarında geçim kaynakları ve refahları için toprağa dayanan ve toprakla ilişkili işler yapan yerel halk ve çiftçilik faaliyetleri ile yaşamlarını sürdürenler yer alıyor.
Ayrıca, doğal afetlere sadece tanıklık etmek bile her birimizi dolaylı olarak benzer şekilde etkiliyor. İklim bilimi alanında çalışan ve iklim krizinin duygusal yükünü en fazla omuzlarında taşıyan uzmanlar da psiko-sosyal olarak etkilenenler arasındalar. Sıklıkla tükenmişlik, kaygı, yas ve depresyon yaşadıkları ve bazılarının çalışırken araştırma alanlarını terk etmeyi tercih ettikleri saptanmış.
GENÇLERİN%73’Ü DÜNYA’NIN GELECEĞİNDEN ENDİŞELİ
Geçtiğimiz yıl İngiltere’de 8-16 yaş grubunda 2.000 genç üzerinde bir çalışma yapıldı. Sonuçlar ilginç, gençlerin %73’ünün dünyanın geleceğine ilişkin endişeli oldukları ve %19’unun iklim değişikliği ile ilgili kâbuslar gördükleri belirlenmiş. Ancak, burada çarpıcı başka bir sonuç daha var; araştırmaya katılan gençlerin %41’i iklim değişikliğinin neden olduğu doğal afetlerle başa çıkmak için yetişkinlere güvenmediklerini belirtiyorlar.
İlginçtir ki, Greta’yı sevmeyen ve bir çocuk olduğunu unutarak acımasızca eleştirenlerin çoğunluğu da yetişkinler. Trump’ın ufacık çocuğa söylediklerini hatırlarsınız. Ayrıca Greta etrafında ortaya çıkan komplo teorileri de bunun bir yansıması. Mevcut sistemler ve bu sistemleri işletenler, dünyanın her yerinde umut vadetmiyorlar. Bunu biz de ormanlarımız yanarken ülkemizde çok yakından deneyimledik.
‘EKOLOJİK YAS’I DAHA ÇOK KONUŞACAĞIZ
Anlaşılan o ki, doğal afetlerin ardından yaşadığımız ve çoğu zaman gözden kaçsa da ağaçları, hayvanları, alıştığımız doğa yaşamını kaybetmeye verdiğimiz bir tepki olan ‘’ekolojik yas’’ı giderek daha fazla konuşacağız.
Ekolojik yas, ilk kez Amerikalı doğa bilimci Aldo Leopold tarafından, 1949 yılında tanımlanmış. Leopold, ekolojik kayıpların duygusal yükü olduğunu, doğada yalnızlaşan insanın yas tuttuğunu söylüyor. Her bakımdan çoraklaşmak bu, çoraklaştıkça hangimizin canı yanmaz ki?..
İklim değişikliğiyle ilgili kaygımız ekolojik kaygı (ekosistemlere yönelik beklenen tehditlere ilişkin endişe ve stres) olarak tanımlanıyor. Ekolojik yası ise (doğadaki kayıplara ilişkin üzüntü) kaygılarımızın gerçeğe dönüşmesi ile deneyimliyoruz. Bunlar çok da tanıdığımız kavramlar değil, bu nedenle yaşadıklarımızı anlamlandırmak açısından küresel olarak bu kavramlara artan akademik bir ilgi var.
Bir çalışmada ‘’ekolojik yas’’ üç ana alana ayrılarak karakterize ediliyor;
(i) Doğal çevre kayıplarıyla ilişkili yas,
(ii) Çevresel bilgi kaybıyla ilişkili yas ve
(iii) Gelecekte beklenen çevresel kayıplarla ilişkili yas.
ÇOK KATMANLI
KAYIP HİSSİ
Günlerdir mücadele edilen yangınlarda, her birimiz, kişisel ya da kolektif anlamı olan manzaraları, canlıları, türleri kaybettik. Marmaris’te Bodrum’da her yıl tatillerde gitmeye, görmeye can attığımız, doğasına hayran olduğumuz yerlerin alevler içinde kalışını, insanların evlerini, sevdikleri can dostlarını, geçim kaynaklarını alevlerden kurtarma çabalarını izledik. Ormanların içinde yanan hayvanların çıkardığı sesler hangimizin kulaklarından gidebilir. Destek olmak için çırpınanlara minnet duymamak mümkün mü?
Kayıp hissi öyle çok katmanlı yaşanıyor ki; bir yandan üzerinde hiçbir kontrolümüz olmayan koşullar nedeniyle yaşam biçimimizin elimizden alınması, bir yandan çevreyi hiçe sayan insan eylemleri ve politikalar, yaşamımız üzerindeki kontrolümüzü kaybetmemize de neden oluyor.
YAŞAMLAR ALT ÜST OLDU
Yanan yerlerdeki insanlar artık aynı insanlar değiller, yaşamları alt üst oldu. Uzakta olsak da benzer afetleri yaşayabileceğimiz kaygısını taşıyoruz. Kimliğimizin üzerinde temellendiği toprak değiştiğinde ya da kaybolduğunda, yurtsuzlaştığımızı ya da yurtsuzlaşma riski ile karşı karşıya olduğumuzu düşünerek yas tutuyoruz. Son yıllara kadar, ekolojik yas sürecinin işleyişine, bu süreçteki duygularımıza ve acımızı dindirecek ritüellere dair bilgimiz; sevdiklerimizi kaybettiğimizdeki bilgimiz kadar yeterli değildi. Ayrıca ekolojik yas pek çok insana mantıklı da gelmiyordu.
Gerçekten de, ekolojik yası işleyecek, duygularımızı ele almaya yardımcı olacak destek ve uygulamalardan yoksun olmakla kalmayıp yakın zamana kadar bu durumu dile getirecek bir bilgi birikimimiz de yoktu. Ancak artık biliyoruz ki, ekolojik yas umutsuzluğa boyun eğmek yerine, bizi harekete geçirerek umut ve teselli bulmamızı sağlayan bir potansiyel taşıyor.
DAYANIŞMA VE KÜRESEL DAYANIŞMANIN ÖNEMİ
Dayanışma tam da böyle bir umut ve teselli eylemi, dayanışmak o yüzden önemli. Öfkemizi, umutsuzluğumuzu, çaresizliğimizi ve güçsüzlüğümüzü azaltıyor. Tıpkı sevdiklerimizi kaybettiğimizde yakınımızda olanların desteği gibi. Ekolojik yası dindirmenin ve yaralarımızı sarmanın en güzel reçetesinin dayanışma olduğunu keşfettik. Hele de küresel ölçekte bir dayanışma bazı aklı evvellerin söylediği gibi bir acizlik ya da gurur meselesi hiç değil. İnsan ayrıştığında yaralarını saramıyor. Afet alanlarında olmak, doğada zaman geçirmek, toplum temelli çalışmalara katılmak, kentsel alanlardaki ağaçlandırmayı artırmak gibi girişimler bize ilham veren, besleyen ve ayakta tutan yerlere, ekosistemlere ve türlere karşı güçlendirilmiş bir sevgi ve bağlılığı destekliyor. Acımızı yatıştırıyor.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ UZAK BİR ÇEVRE SORUNU DEĞİL
Ekolojik yas, bize iklim değişikliğinin aynı zamanda sadece soyut bir bilimsel kavram ya da uzak bir çevre sorunu olmadığını da hatırlatıyor. Ayrıca nasıl ki, sevdiğimiz birinin kaybından dolayı tuttuğumuz yas bize yaşamımızda neyin önemli, neyin önemsiz olduğunu düşündürtüyorsa; ekolojik yas da insan olarak doğaya ilişkin eylemlerimiz ve politik süreçleri yeniden düşünmemize zemin hazırlıyor. Yapılması gerekenleri gözden geçirmemizi, politikacıları, kurumları ve sivil inisiyatifi nasıl yönlendirebileceğimizi ve baskı oluşturabileceğimizi daha çok düşünüyoruz.
ÇEVRE İÇİN BİLİNÇ VE BİRLİK ŞART
Ekolojik kayıpların acısını tanımlayabilmek ve anlamak, bu tür kayıpların oluşmasını önlemek için gerekli. Ayrıca bugüne kadar yapılanlara dur demek, hataların tekrarlanmaması için de önemli. Ormanlarımızla birlikte canımızı da yakıp kavuran bu acı, çevre için daha bilinçli ve daha birlik olmamız için gerekli…
*Cunsolo, A. and Ellis,N. ( 2018). Ecological grief as a mental health response to climate change-related loss. Nature Climate Change, 8: 275-281.
Ayrıntılı bilgi için;