Haldun Solmaztürk
“Onlar Tayyip Erdoğan’a ihanet ettiler!”
Darbe girişiminden bir yıl önce, bir söyleşide böyle demişti: “Onlar [Fethullah Gülen ve Cemaat] Tayyip Erdoğan’a ihanet ettiler. Ben onlara ihanet etmiyorum”.
Devlete, hükümete, partiye ya da—o her ne ise—davaya değil, kendine, yani şahsına ihanet.!
Siyasi söyleminde ‘ihanet’ kavramı hep vardı ama davranışı üzerindeki etkisi pek tartışılmadı. Aslında o etki baştan beri çok güçlüydü.
Çünkü, derin bir güvensizlik duygusuna dayalı çok boyutlu ‘tehdit’ algısından kaynaklanıyor.
Siyasi hayatının en kritik kararlarında tehdit algısı ve ‘ihanete’ uğrama korkusu belirleyici oldu.
Esas olan ‘sadakat’ ve ‘teslimiyet’ yani sorgulamadan şahsına itaatti. Sadakat ve teslimiyeti zayıf ya da şüpheli olanlar ‘ihanet’ içindeydiler.!
Sadakatini test etmediği kimseye güvenmedi. Ama güvendiklerine hep çok ‘cömert’ oldu.
MİT Müsteşarı—üstelik AKP’den—milletvekili olmak için istifa ettiğinde geri almasını istedi. O da öyle yaptı—hâlâ aynı görevdedir.
Genelkurmay Başkanını rakip cumhurbaşkanı adayına gönderdi—o da gitti. Emekli olduğunun ertesi günü milli savunma bakanı yaptı—hâlâ aynı görevdedir.
Herkesin sadakat ve teslimiyetini bir şekilde test etti—her birinin. YSK, RTÜK, Yargıtay, Hazine Maliye, Merkez Bankası, Genelkurmay vd…
Bakın bu hafta Yüksek (Askeri) Şura Genelkurmay Başkanı’nın görev süresini uzatacak—yaş haddine ve görevde kalma süresi bitmesine rağmen. Fevzi Çakmak’tan beri ilk—mükafaten.!
Farklı hikayeler de var elbet…
Hiç dilinden düşürmediği bir başka laf da şuydu: “Hesabi mi olacağız, hasbi mi?”.
Herkese ‘hasbi’ olmayı önerdi ama kendisi hep ‘hesabi’ oldu.!
Hem de ne hesaplar…!
10 Ağustos 2014 seçimlerine gelindiğinde Abdullah Gül’ü tehdit olarak görmeye başlamıştı. Cumhurbaşkanı seçildi ama—Anayasa’ya aykırı olarak—partiyle ilişiğini kesmedi, Davutoğlu’nu genel başkan seçtirdi, ertesi gün görevi devraldı, bir gün sonra da onu hükümeti kurmakla görevlendirdi. Gül’e, tepki gösterme fırsatı bile vermedi.!
Bir yıl sonra, 2015 yazında tam olarak neler yaşandığını hâlâ tam olarak bilmiyoruz. Ama ‘tehdit’ algısı artık Davutoğlu’na yapışmıştı—bknz. Pelikan Dosyası…
Gül’ün başına gelen, 26 Nisan 2016 AKP MKYK darbesiyle Davutoğlu’nun da başına geldi—trenden atlamak zorunda kaldı.! Önce partiyi, sonra da başbakanlığı Binali Yıldırım’a devretti.
Davutoğlu, başbakan gibi görünüp başbakan olmamayı bir türlü beceremedi ama Binali Bey öyle değildi. “İtaat et, rahat et.!” darbı meselini benimsedi ve çok rahat
etti—15 Temmuz gecesi bile.!
Başbakan olarak, MİT Başkanı ve Genelkurmay Başkanından “Tatmin edici bir açıklama” bile alamadı ama hiç dert etmedi. MİT’in, hiçbir yetkisi ve sorumluluğu olmayan Cumhurbaşkanına KHK ile bağlanmasını da etmeyeceği gibi…
Nitekim—denizcilik sektöründeki olağanüstü (!) başarılarına rağmen—hâlâ trendedir.
Ama, korku dağları sardığında, artık en sadık kulların bile garantisi yoktur.
‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ referandumu ‘tehdit’ algısını yükseltti, paniğe dönüştürdü. Korkusunu ‘metal yorgunluğu’ olarak kodladı ve büyükşehir belediye başkanlarını trenden itiverdi. Ağlayanlar oldu ama çoğu, sadakat ve teslimiyet içinde “Emir demiri keser” deyip ayrıldı. Bir tek rahmetli Topbaş “Her şey affedilir ama adam yerine konmamak asla” dedi.
Amiyane bir tabir ama Topbaş olayı çözmüştü—lakin artık çok geçti.!
Ve geçen gün eski çalışma arkadaşları için “Nasıl bir ihanet içindeler.! Onlar o makamlara kendi… layık oldukları için gelmediler, o makamlara getirildiler. Onlara bir irade [Şahsım] o makamları verdi. Ama onlar bunun kadr-u kıymetini bilemedi” dedi.
‘Şahsım devleti’ ve o devletin bakan/bürokrat tipi ancak bu kadar güzel, açık-seçik, herkesin anlayacağı şekilde tarif edilebilir.
Bir tek onlar anlamadılar.!
Bugün altıncı gün; hâlâ koltuklarında oturmaya ve insan içine çıkmaya devam ediyorlar.