Burak Soyer
“Nasıl biliyor insan aradığını?”
Gökyüzünü Tutamam şarkısı ile adını duyuran Can Koç, yeni teklisi Dan Dan’da sanatçının yayınlandığı diğer şarkılarında sıkça rastladığımız içsel dışa vuruma durumuna bir yenisini daha ekliyor. Dan Dan’da, sağlam davullar ve gitarlarıyla sadece sözlerde değil sound olarak da Koç’un arayışlarının doğru yöne gittiğini söylemek mümkün.
Can Koç, tüm müzisyenlerde rastladığımız ‘iç dökme’ mevzusunu daha derinden, kendiyle daha çok ‘kapışarak’ şarkılarını ortaya çıkaran bir isim. Küçük yaşlarda gitar çalarak müziğe adım atarken bir şeyler çiziktirmeyi de ihmal etmemiş. Erken yaşta ikisinin bir arada gitmesinin de Koç’un şu anki duruma gelmesinde önemli bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Şimdiye kadar yayınladığı şarkılarda içindekileri bir hayli zorlayarak su yüzüne çıkaran genç sanatçı, Fono Müzik’ten yayınlanan yeni teklisi Dan Dan ile de yine aynayı kendi derinliklerine tutuyor.
Üretkenliği su götürmez Can Koç, Dan Dan’da kendi deyimiyle, “İnsanın sürekli olarak bir döngüde, belki vazgeçmenin kendisi için daha iyi olacağı meselelerde bile, kaçıp kendisinden dahi saklanmışken, bir anda yine kendine o kurşunu sıkıp, kabuk bağlayıp belki iyileşecek bir yarayı tekrar tekrar kanatmasını, alışmaması gereken şeylere alışıp kendi özünü kanatmasını,” anlatıyor. Koç’la müzik geçmişini ve yeni teklisini konuştuk.
Müziğe nasıl başladın?
Müziğe, ilkokul çağlarımdayken, benim yaşım için büyük olan bir gitarla başladım. Çocuk yaşlarımdan itibaren bir şeyler karalama hevesindeydim, bu şiirle başladı ve söz yazmaya evrildi. Hislerim konusunda pek dışa dönük bir insan değilimdir, bu yüzden içimde dönüp duran meseleleri anlatmak için sanat elimden tutan tek şey oldu.
Yola çıkarken kafanda kurduğun müzikle şu anda yaptığın arasında fark var mı?
Bu zor bir soru. Bazen yapmak istediğim müziğin etrafında dolanıyorum gibi hissediyorum, bazen de tam içinde gibi. Kafamda kurduğum müzik bir hayal, bir düş olduğu için, onu tam olarak yakalamam ya da hiç yakalayamamam mümkün değil. Bu soruyu Binalar Dar şarkımdan bir kubleyle yanıtlarsam; “Nasıl biliyor insan aradığını?” diyebilirim. Bir yandan da bugüne kadar yayımlanan teklilerimde yapmak istediğim müziğin skalasını yansıtabildiğimi düşünüyorum. Yayımlanan teklilerim, üzerinde çalıştığımız EP’ye bir köprü, EP ile beraber kafamdaki müziğe biraz daha yaklaşıyor olacağımı sanıyorum. Açıkçası müzik çok uzun ve güzel bir yolculuk, bir yere varmanın peşinde de değilim esasen, yolculuk etmeyi seviyorum.
Yeni şarkın Dan Dan’ın hikayesi nedir?
Dan Dan’ı keşif hikayem; Çak Ateşi’ şarkısının klibi çekildiği sırada ben bir plan için ekipten baya uzak bir yerden yürüyerek kameraya doğru gelecektim. O sırada kamera ayarlanmasında süreç biraz uzadı. Ben beklerken kendimi mırıldanırken buldum. Bu sırada şarkının köprü bölümü çıktı. Tuhaf bir andı. Bazen kendimi iyi dinler ve spontane olarak mırıldandığım şeyleri fark edersem, güzel şeyler yakalıyorum. Bazen bir parçası şarkının, anlatmak istediğim bütün bir hikayeye aracılık edebiliyor. Dan Dan’da böyle oldu. Dan Dan insanın sürekli olarak bir döngüde, belki vazgeçmenin kendisi için daha iyi olacağı meselelerde bile, kaçıp kendisinden dahi saklanmışken, bir anda yine kendine o kurşunu sıkıp, kabuk bağlayıp belki iyileşecek bir yarayı tekrar tekrar kanatmasını, alışmaması gereken şeylere alışıp kendi özünü kanatmasını anlatıyor. Zaten şarkı sözlerinde de, “Bu deli ben” diyerek bu döngüyü yaratan kendisine sitem ediyor.
Şarkıda en çok dikkatimi çeken şey önceki çalışmalarına göre vokalin daha belirgin olması. Diğer şarkılarında vokalin çok ‘boğuk’ olduğunu düşünüyorum. Katılır mısın buna ve öyleyse bu da ‘arayışlar’dan biri mi?
Vokal konusunda aslında şarkının türü, ruhu, sözleri ve sözlerin söylediğim anda hissettirdiği duygulara yöneliyorum. Yayımladığım teklilerde dediğim gibi yapmak istediğim müziğin skalası var, bu yüzden vokalde de farklı tarzlar ve arayışlar var. Bazen yüksek olduğu, düşük olduğu, kızgın olduğu, sitemli, keyifsiz olduğu oluyor. Çoğu zaman bir derdi anlatıyor çünkü. Bu arada dinleyici kulağından ‘boğuk’ eleştirisini ilk defa senden aldım, bir şey diyemedim o yüzden. Vokalimi de her şarkıda geliştirmeye gayret ediyorum.
Bi’ Kuble’den Emrah Siyahoğlu’na verdiğin röportajda, “Deniyorum, içimden gelenin peşinden gidiyorum, kendimi anlatabilmenin, anlaşılabilmenin türlü yollarını arıyorum, bu yüzden bir kalıba girmek istemiyorum,” diyorsun. Ben de şarkılarını dinledikçe aynı şeyi düşündüm. İyi bir şey yapıyorsun. Şarkıların ‘anlık’ hislerle ortaya çıkıyor sanırım. Öyle mi?
Şarkılar bir önceki sorulardan birinde de bahsettiğim üzere bazen ben o sırada fark etmeden, bazen de bile isteye oturup şöyle bir hissimi anlatmalıyımla ortaya çıkıyor. Tür ve sound olarak ortak bir tür ve sound gözetiyorum tabii tüm şarkılarımda, arayışlarımda bu türün ve sound’un içerisinde oluyor.
Bir de şiir yazıyorsun bildiğim kadarıyla. Söz yazımıyla şiiri ayırmak zor olmuyor mu?
Şiir tarafında serbest teknikle yazıyorum. O sırada aklımdan geçen her şeyi yazıp sonrasında toparlıyorum. O yüzden şiir yazarken biraz daha özgür hissediyorum. Kelime sınırım yok, ölçü sınırım yok. Bu anlamda epey özgürüm. Söz yazmak tarafında, müzik dediğimiz şeyin esasen bir matematiği ölçüsü ve parçaları var. Bunların bir bağlayıcılığı var. Bu bağlayıcılık olumlu anlamda bir kısıtlama yaratıyor ve bu kısıtlama ister istemez bazen bir şeyi daha kısa yoldan anlatmak için imge kullanmaya, bazen de doğrudan anlatmaya itiyor. Tabii bazen bu imgeler müzikle birleştiğinde herkes için farklı bir şey ifade ediyor ki bence söz yazmanın alamet-i farikası da budur, az kelimeyle çok şey anlatmak ve çok çeşitli şey anlatmak. İki tarafta da çok zaman geçirdim o yüzden artık ayrıştırmakta pek zorluk yaşamıyorum.