Serhat Güvenç
MADRİD ZİRVESİ DÖNÜM NOKTASI MI?
NATO Genel Sekreteri Stoltenberg önceki akşam Madrid Zirvesi’ni tarihi bir dönüm noktası olarak tanımladı. Heyecanı ve iyimserliği anlaşılabilir. Görev süresince karşılaştığı muhtemelen en zorlu sınamayı aşmıştı. Türkiye, İsveç ile Finlandiya’nın üyeliğine itirazlarını geri çekerek NATO’nun tarihsel genişlemesinin yolunu açmıştı.
TÜRKİYE’Yİ KOLLAMAK!
Genel Sekreter Stoltenberg, Türkiye’nin itirazlarının yol açtığı krizi yönetmeye çabalarken, ittifakın 70 yıllık bir üyesini de temsil ettiğini, onun adına da konuştuğunu daima aklında bulundurmak zorundaydı. Normal koşullarda herhangi bir Avrupalı siyasetçinin Türkiye’yi bu kadar sakınması, kollaması beklenmez. Ama 73 yıllık ittifakın 70 yıllık bir üyesinin çıkarları söz konusuysa, başka türlü davranması mümkün değildi.
YAPAYALNIZ KALSANIZ DAHİ…
Bu kriz bir kez daha kanıtladı ki ulusal çıkarlarınızı uluslararası örgütlere üye olarak zaman zaman çok daha güçlü biçimde savunabilirsiniz. Yapayalnız kalsanız dahi. İçeride yalnız kalmak, dışarıda yalıtılmaktan evladır.
Soğuk Savaş’ta Türkiye’nin NATO içindeki itirazları büyük ölçüde Yunanistan’la sınırlıydı. 1990’larda Türkiye, Avrupa güvenliğinin ağırlık merkezinin NATO’dan AB’ye kaymasından haklı olarak kaygılandığı için NATO-AB Türkiye engeline takıldı. Değişen koşullar bu itirazı da zamanla anlamsız hale getirdi.
NATO’DA DERİN ÇATLAK
Zaten ABD’nin 2003’te Irak’ı işgali NATO içerisinde öyle derin bir çatlağa neden oldu ki Türkiye’nin herhangi bir konuda diğer ülkelerden aykırı düşmesine imkan kalmadı. Zira ortada ittifak içi bir uzlaşı zemini kalmamıştı. Bu çatlağın onarılmasında 2009’da yeni ABD Başkanı Obama’nın katıldığı ilk NATO zirvesi bir başka dönüm noktası oldu. Bu zirveye Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına dönüşü damgasını vuracaktı. Olmadı.
TÜRKİYE’NİN RASMUSSEN KRİZİ
Tayyip Erdoğan’ın eski Danimarka Başbakanı Rasmussen’in Genel Sekreterliğine itirazı öne çıktı. İtiraz gerekçesi Danimarka’da yaşanan karikatür krizinde Rasmussen’in iyi bir sınav vermemiş oluşuydu. Başta güçlü dile getirilen itirazlar, Başkan Obama’nın ilk resmi yurtdışı gezisi için seçtiği Türkiye’ye seyahatten vazgeçme olasılığı nedeniyle yumuşatıldı. Rasmussen, Türk yetkilileri ikna turu için Ankara’ya dahi geldi. Bu itirazın bir iyiliği NATO’da ilk kez bir Türk diplomatın genel sekreter yardımcısı olarak görevlendirilmesi oldu.
YA NATO’YU YA İRAN’I SEÇME ZORUNLULUĞU
Bir sonraki zirve Lizbon’daydı ve yine aynı bugün olduğu gibi NATO’nun yeni stratejik konsepti resmiyet kazanacaktı. Bu zirvede Türkiye NATO’nun Balistik Füze Sistemi kurmasına karşıydı. Gerekçesi bu sistemin İran’a karşı geliştirilecek olmasının, komşusuyla ilişkilerini olumsuz etkileme olasılığıydı. Zirve Türkiye için “tamam mı, devam mı?” kararına dönüştü. Ankara ya NATO’yu ya İran’ı tercih edecekti. Sonuçta aynı bugün olduğu NATO’yu tercih etti. Stratejik konsepte onay vermekle kalmadı, Balistik Füze Savunma Sistemi’ne entegre bir radara da ev sahipliği yapmaya gönüllü oldu.
MADRİD ZİRVESİ TARİHE GEÇECEK
2022 Madrid Zirvesi, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üye olduğu zirve olarak tarihe geçecek. Türkiye’nin itirazı ise muhtemelen bir dipnotta yer bulacak.
NE BİR ZAFER NE DE AĞIR BİR YENİLGİ
Türkiye ve bu iki yeni NATO üyesi arasında varılan uzlaşı, ne büyük bir diplomatik zafer ne de ağır bir yenilgi. Ancak çok meşru bazı kaygılar için kapalı kapılar ardında alınabilecek güvenceler, kriz yönetimde benimsenen üslup ve tarz nedeniyle itibardan feda edilerek alınabildi. Alınan güvencelerin ne kadar sağlam ve sürdürülebilir oldukları ayrı bir tartışma başlattı. Kimileri General Rogers’ı anımsadı; kimileri 1999’da Türkiye’ye mektup yazan AB dönem başkanı Lipponen’i.
BIDEN İLE GÖRÜŞME
Dün akşam gerçekleşen Biden-Erdoğan görüşmesi, Erdoğan’ın hanesine bir başarı olarak yazılabilir. Bir kere Biden’ın inadını kırmış oldu. Ya Türkiye? Görünen o ki yönetim Türkiye’ye F-16V’leri vermesi için Kongre’ye yüklenecek. Eh yıllarca emek ve parayla dahil olunan F-35 programından atılan bir ülke için “teselli mükafatı.” F-16V’ler de olmasa Türk Hava Kuvvetleri caydırıcılık zaafiyeti yaşayacaktı. Hiç olmazsa bunun önüne geçilmiş oldu.
TÜRKİYE’NİN GEÇMİŞ NATO İTİRAZLARINDAN KALANLAR
· Geçmiş NATO zirvelerinde Türkiye’nin itirazlarını aşmak için verilen taahhütlerden geriye ne kaldığını sormak gerekiyor geleceği anlamak için. Rasmussen, görevini çoktan tamamladı ve ülkesine döndü. Büyükelçi Hüseyin Diriöz, NATO’da genel sekreter yardımcılığı yapan ilk Türk diplomat oldu. O da görevini tamamladı ve emekli oldu. Onu Kamu Diplomasisi’nden sorumlu genel sekreter yardımcılığı yapan Büyükelçi Tacan İldem izledi. Şu an NATO’da bu düzeyde görev yapan Türk diplomat yok.
· NATO’nun Balistik Füze Sistemi kuruldu ve faaliyete geçti. Türkiye’deki radar üssü, ABD’nin dünyanın dört bir yanına dağılmış diğer tesisleriyle tam uyumlu çalışıyor. Bu ağı besleyen ve bu ağdan beslenen istasyonlar arasında İsrail’deki ABD radarları da var. Suriye iç savaşı bu sistemin Türkiye için önemini kanıtladı. Güneyde konuşlanan NATO hava savunma sistemleri de bu ağa bağlı çalışıyor. Erken uyarı ve reaksiyon yeteneklerinde ciddi iyileşme sağlıyor bu sistemden alınan veriler…. İran mı? O artık bölgesel rakip. Eskisi kadar sakınılmasına gerek yok.
TÜRKİYE’YE VAATLER ANLAMINI YİTİRECEK
Özetle bu zirvede Türkiye’nin itirazlarını aşmak için verilen vaatler zaman içinde ya anlamını yitirecek ya da savsaklanacak. Geçen haftaki yazısında Barçın Yinanç’ın ifade ettiği gibi sırf İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğine odaklanıldığından, Ankara bu zirvenin NATO’nun geleceğine şekil verecek diğer kararlarını peşinen kabullenmiş oldu.
RUSYA TARTIŞMASIZ TEHDİT, ÇİN’E YENİ STRATEJİ
Bunlar arasında Rusya’nın tartışmasız biçimde bir tehdit olarak tanımlanması ve ittifakın Çin’e yönelik strateji geliştirecek olması var.
Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın NATO üyeliğinin eşiğinde olduğu bir dünya düzenine koşar adım gidiyoruz.
Ankara’nın ufku aynı ölçüde genişliyor mu?
Şüpheliyim.
Aile büyüklerimiz değişimin kaçınılmazlığını anlatmak için “zaman sana uymuyorsa sen zamana uyacaksın” derlerdi.
Ankara, zamanın kendisine uymasını bekleyerek yeni bir dönüşümü daha ıskalamak üzere.
Galiba bu durumu en iyi Aydın Selcen daha nisan ayında ifade etmişti:
“Yeni bir dünya kurulur, Türkiye yine altında kalır.”