İ. Bülent Çelik
LOMBOZ
Akıllıları yurt dışına kaçtı!
AKP iktidarı 19 yıllık iktidarı boyunca, vergiler, vergi dışı gelirler, faiz gelirleri, özelleştirme gelirleri gibi girdiler toplamı olarak maliye kasasından 5 trilyon doların üzerinde para kullandı!
Trilyon diyorum!.. Dolar diyorum!.. Dikkat lütfen!
…
Bu tutarın ne anlama geldiğini daha iyi anlamak için Aykut Erdoğdu’nun yaptığı hesaplamaya bir göz attım…
Erdoğdu diyor ki: “AKP’nin, maliyenin kasasını devraldığı 2002 yılına kadar, 79 yılda Cumhuriyet hükümetlerinin kullandığı paranın toplamı 750 milyar dolar!”
…
Dikkat!
79 yılda 750 milyar dolar, 20 yılda onun altı katı.. Yani 5 trilyon dolar!…
Satacak birşey kalmadığı gibi 250 milyar dolar da dış borç var!
Üstelik, otobanlardan köprülere, hastanelerden tünellere, yapılan projelerin kahir ekseriyeti yap işlet devret modeli olduğu için bir o kadar da şimdiden vatandaşın sırtına yüklenmiş ağır bir borç yükü var!
…
Bu memleketin; yetişmeleri için en fazla kaynak harcadığı on binlerce genç ve kariyer sahibi, bilim adamı, doktor, mühendis, yurt dışına gitti.
Yapılan istatistiklere göre hala kalanların %76’sı yurtdışına sürekli yerleşmek istiyormuş.
…
Hani Recep Tayyip Erdoğan, Fetö’cüler için, “akıllıları yurtdışına kaçtı!” diye bir laf ediyordu ya, bu lafı hatırladım, bana bir huy bastı!;
Sakın bu “akıllıları yurt dışına kaçtı” dizisinin yeni bir versiyonunu, yeni sezonunu yaşıyor olmayalım!”
…
Hani beş on sene sonra, biz kalanlar, sırtındaki ağırlıktan dizleri titreyerek bu borçları ödemeye çabalarken birileri yine “Akıllıları yurt dışına kaçtı!” der mi acaba?
İnsan iktidara neden can havliyle sarılır?
İnsan iktidarını, belediyesini neden can havliyle savunur?
İktidarına neden bu kadar sıkı yapışır!..
Neden kaybedince elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi zırıldar!
Buyrun bir örnek!
…
Aynı gün Belediye’nin Metro AŞ’sinde işe gireceksin.
Aynı gün yurtdışında bir üniversiteteden eğitim başvurun olumlu yanıtlanacak.
Aynı gün işyerin sana yurtdışına gitmen için burs çıkaracak.
Hem de 2 milyar 161 bir 291 TL..
Öyle burs murs değil, şirket fonlaması yapar gibi!..
Ye, ye bitmez bir para!
…
Belediyeye bağlı Metro AŞ gibi mühendislik işleri yüklenicisi olan firma, “çalışanım, yurtdışına gitsin, eğitim görsün, gelsin, orada öğrendikleri ile şirketime yararlı olsun!” diye verecek bu parayı.
Çalışanı, yurtdışında hangi dalda doktora yapacak?
Siyaset bilimleri dalında!..
Yurtdışı üniversiteler, siyaset bilimleri derslerinde, metro istasyonu yaparken en iyi fore kazık nasıl çakılır’ı anlatıyorlar belli ki!
…
Neyse ona da razıyız ya, döner dönmez şirketine yararlı olmak yerine milletvekili olup millete yararlı olmayı tercih edeceksin!
Mesele ortaya çıkıp kendini savunurken de, “milletvekilliğim bitince aldığım bursun karşılığı olan hizmetimi yapmak üzere Metro AŞ’de çalışacağım! Burs almak suç mu?” diyeceksin..
Tabi ki suç değil! De el insaf be kardeşim!
Bir tane, üç tane, beş tane, on beş tane değilsiniz ki?
…
Şu örnek, televizyon programlarında “doktor, profesör” titri ile cansiperane AKP savunması yapan pek çok profilin fotokopisi değil mi?
…
Şimdi başlıktaki soruyu tekrar edelim!
İnsan iktidara neden can havliyle sarılır?
Neden iktidarı kör parmağım gözüne, cansiperane savunur?
Başka sorum yok!
Sanık sizin!..
Ağır Türk müziği
İki gün sonra yani 8 Şubat Salı günü Cem Karaca’nın ölümünün 18’inci yıl dönümü.
…
Kurtalan Ekspres’in ünlü bas gitaristi Ahmet Güvenç, Hem Barış Manço, hem Cem Karaca, hem de Erkin Koray ile çalışmış, yaşayan tek müzisyen.
…
“Yaptığınız müziği hangi kategoriye koyuyorsunuz?” sorusuna, “Ağır Türk Müziği!” yanıtı veriyor Güvenç.
Nedenini de şöyle anlatıyor, “Televizyonun tek kanal olarak yeni ortaya çıktığı ve radyoda türkü formu dışındaki müziklere “Hafif Türk Müziği” denilmesine içerlediğimiz için “ağır müzik” olarak adlandırmıştık yaptığımız müziği.
…
“Gerçek müzisyenlik sadece çalıp söyleyebilmekle değil çok iyi bir kültürel birikime sahip olabilmekle mümkün” diyen 70 yaşındaki sanatçı, Cem Karaca ve Barış Manço’nun en önemli ortak yönünü şöyle açıklıyor; “ikisinin de elinde daima bir kitap vardı!”
…
Pi Arte Tv, Youtube kanalından Mahir Mircan K. Yine çok güzel, çok samimi ve akıcı bir “babalar söyleşisi” yapmış. Ahmet Güvenç ‘e ek olarak, Cahit Berkay, Taner Öngür, Emrah Karaca, Renan Bilek ile birlikte, anıları tazeleyerek anmış büyük usta Cem Karaca’yı.
…
Bazen hüzünlendim, bazen güldüm, bazen ders aldım, öğrendim ama zevkle izledim bu ‘tarihe kayıt’ değerindeki söyleşiyi.
Mahir Mircan K’nın, dersini çok iyi çalışarak söyleşi yapan bir yapımcı olması, daha da değerli kılıyor bu kayıtları..
Sadece Cem Karaca’yı özleyenlere değil, müzikle ilgili herkese öneririm…
Mobese 2
Ekrem İmamoğlu; “kar da geçti, şükür kimsenin burnu kanamadan bitti gitti unutuldu!
Balık yeme olayı da gündemden kalktı, unutuldu!
Ama unutulmayacak birşey var!
Mobese kayıtlarını magazine kim verdi, kimin emriyle verdi!
Bunu herkes unutsa ben unutmam, bir ay da geçse bir yıl da geçse takipçisi olacağım!” diyor…
…
Haksız mı?
Yüzde bin haklı!
…
Bakın Işid’in, itirafçı olan, Türkiye sorumlusu Kasım Güler’in itiraflarına!
Ekrem İmamoğlu’na suikast onaylanmış. Ancak suikastı yapacak olan terörist ‘kalaşnikof’unun iyi olmadığını söyleyip iki adet yeni silah istemiş.
“Yeni silahları beklerken geçen sürede,” diyor, “Suikast basına düştüğü için, yapılmaktan vazgeçildi!” diyor.
…
Yani İmamoğlu’nu önce suikastçinin, silahına titizliği sonra da bu istihbaratı, yayınlarını durdurarak haber yapan TELE1, Halk tv, KRT gibi kanalların bu tavrı korumuş.
…
Peki suçları önlemek amacıyla kurulmuş ve kullanım şekli yasalarla belirlenmiş bu Mobese kayıtlarının, sosyal medya yerine bu teröristlerin eline geçmesinin onların işlerini ne kadar kolaylaştıracağını anlayabiliyor musunuz?
…
“İmamoğlu, şu saat, bu dakikada, filanca balıkçıda, cam kenarındaki üçüncü masada!”
Hadi buyur burdan yak!…
Evet!
Türkiye’nin, yüzde sekseninin rahat uyuyabilmesi için bu kayıtları medyaya kimin servis ettiğinin, kimin emriyle servis ettiğinin mutlaka bulunması gerek!
Hiç şakası yok!
Ah şu futbol!
Arınç’ın, 2011 yılında, Danıştay Başkanlığına AKP’li bir arkadaşının seçilmesi üzerine, ellerini gökyüzüne açarak “Kurban olduğum allah, verdikçe veriyor!” cümlesi ile tescillenen, içeride, dışarıda her şeyin AKP’ye yaradığı günler geçti.
Ne içeride ne de deplasmanda ne olsa AKP’ye yaramıyor artık!.
…
AKP’de, özellikle de tek adamlık sistemine geçişten bu yana rüzgar hep poyrazdan hep karşı takımın kalesinden AKP kalesine doğru esmeye başladı..
Oyunun bu yarısında hep savunma, hep geri adım!
…
Arada etkisiz ataklar denese de, hücumu sürekli kendi ceza yayının önünde kabul etme, hem takımı yoruyor, hem gol yeme riskini yükseltiyor.
Antrenör durumun farkında ama oyuncular yorgun!
Habire oyuncu değiştirip durumu kurtarmaya çabalıyor ama yedek oyuncunun da bir sınırı var!
…
Rakip takımın seyircisi coşmuş “Haydi gol, gol, gol!” diye tezahürat yapıyor.
Hakemlerin taraf tutmasına rağmen maçın bol gollü biteceği ve kaybedileceği kesin!
Sadece maç kaybetmekle kalsa iyi. Küme düşmek işten değil.
Acaba seyirci kışkırtılıp sahaya sokularak maçın iptali sağlanabilir mi?
Ya da rakip oyuncular tahrik edilerek bir hükmen galibiyet imkanı yaratılabilir mi?
Herşey takımın aleyhine ama tanrıdan ümit kesilmez!