Serap Yazıcı
Keyfîlikte ve Otoriterleşmede Sınır Yok – 2
Önceki yazımda pandemiyle mücadele kapsamında uygulamaya konulan alkollü içeceklerin satışının yasaklanması bağlamındaki hukuka aykırılık sorunlarını ele almış; bu tür uygulamalarla Türkiye’nin hızla anayasasızlaştırıldığına değinmiştim. Bu yazımda ise Emniyet Genel Müdürlüğünün (EGM) 27 Nisan 2021 tarihli Genelgesinin yol açtığı anayasaya aykırılık sorunlarını inceleyeceğim. Söz konusu Genelge şöyledir:
“Tüm vatandaşlarımız açısından özel hayatın gizliliği ve kişisel veri ihlalinin söz konusu olduğu bu tarz durumlarla, genel kolluk personelimiz de sıklıkla karşılaşmaktadır. Bazen görevin yapılmasını engelleyecek boyuta ulaşan bu ihlaller, zaman zaman personelimizin veya vatandaşlarımızın kişilik haklarına veya güvenliğine zarar verir şekilde çeşitli dijital platformlarda yayımlanmaktadır.
… personelimizin görevini ifa ederken bu tür ses ve görüntü alınmasına tevessül edecek davranışlara fırsat vermemeleri, eylemin ve durumun niteliğine göre kayıt yapan kişileri engellemeleri, kanuni şartları oluştuğunda adli işlem yapmaları gerektiği hususlarında tüm personelimizin bilgilendirilmesini önemle rica ederim.”
Genelge ilk bakışta, özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunması haklarını güvence altına aldığı izlenimini vermektedir. Gerçekte ise bu Genelge, emniyet mensuplarına aşırı güç kullanma imkânını sunarak hukukun dışına çıkan güç kullanımını müeyyidesiz bırakmayı amaçlamaktadır. Kısacası Genelge, emniyet mensuplarına hukukun ötesine geçme imkânını sunarken bireylerin anayasal haklarını güvencesiz bırakmaktadır.
Bu yönüyle Genelge, Anayasamızın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi ve insan haklarına saygılı devlet kavramlarını ihlâl etmektedir. Öte yandan Genelge, Anayasanın “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” hükmüne yer veren 6. maddesiyle de bağdaşmamaktadır. Dahası Genelge, Anayasamızın içerdiği yaşama hakkını (m. 17), haberleşme hürriyetini (m. 22), basın hürriyetini (m. 28), toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını (m. 34) da ihlâl etmektedir. Aşağıda bu Genelgenin yol açtığı hukuka aykırılık sorunlarından sadece hukuk devleti ilkesi üzerinde durulacaktır.
Genelge Hukuk Devleti İlkesini İhlâl Etmektedir
Hukuk devleti, bireyin onurunu, varlığını, haklarını ve özgürlüklerini devlet otoritesi karşısında korumak amacıyla kamu makamlarının her türlü eylem ve işleminin hukuka uygunlukla sınırlandığı bir sistemi ifade etmektedir. Bu tanım, kavramın şeklî ve maddi olmak üzere iki boyutu olduğunu göstermektedir. Şeklî boyut, kamu gücünü kullanan tüm makamların hukuka uymakla yükümlü olmasıdır. Maddi boyut ise bu makamların uymakla yükümlü oldukları hukuk kurallarının herhangi bir hukuk olmadığını; bireyin varlığını, onurunu ve haklarını korumaya odaklanması gerektiğini ifade etmektedir. Bu yönüyle hukuk devleti, kanun devletiyle tam bir zıtlık içindedir.
Gerçekten hukuk devleti, devlet otoritesinin hukuka uygun davranmakla yükümlü kılındığı, sadece biçimden ibaret olan bir kavram değildir. Hukuk devleti bakımından önemli olan, devlet gücünün uymakla yükümlü kılındığı hukuk düzeninin bireyin haklarını ve özgürlüklerini korumayı esas almasıdır. Buna karşılık kanun devleti, devletin sadece yürürlükteki hukuka uygun davranmasını ifade etmektedir. Bu hukukun bireyin haklarını korumayı esas alması gerekmemektedir. Tam aksine kanun devleti, hukuk kuralları aracılığıyla kamu gücüne fevkalade geniş yetkiler sunmaktadır.
Hukuk devleti ile kanun devleti arasındaki farka dikkat çekmek isteyen yazarlar, hukuk devleti ilkesinin asıl hedefinin, bireyi devlet gücü karşısında korumak olduğunu vurgulamaktadır. Ergun Özbudun’a göre hukuk devleti, “bütün uygar demokratik rejimlerin temel özelliklerinden biridir. Bu kavram, en kısa tanımıyla, vatandaşların hukuki güvenlik içinde bulundukları, Devletin eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına bağlı olduğu bir sistemi anlatır. (…) Hukuk dilinde «hukuk devleti» deyimi, devletin hukuk kurallarıyla bağlı sayılmadığı «polis devleti» kavramının karşıtı olarak kullanılmaktadır. Hukuk devletinin çağdaş demokratik uygarlığın en önemli aşamalarından biri olduğuna şüphe yoktur. Gerçekten, vatandaşların devlete karşı güven beslemeleri ve kendi kişiliklerini korkusuzca geliştirebilmeleri, ancak hukuk güvenliğinin sağlandığı bir hukuk devleti sistemi içinde mümkündür.”
Bu açıklamalar, EGM’nin 27 Nisan 2021 tarihli Genelgesinin yöneldiği asıl hedefin, emniyet güçlerine sınırsız ve kontrolsüz güç kullanma yetkisini tanımak olduğunu, bu yönüyle de hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığını göstermektedir. Öte yandan bu açıklamalar, Türkiye’nin demokrasinin aslî unsurlarından olan hukuk devleti ilkesinden uzaklaşarak otoriterizmin ve yönetimde kişiselciliğin bir unsuru olan kanun devletine evrildiğini ortaya koymaktadır.t
Genelge Aynı Zamanda Fonksiyon Gaspına Yol Açmıştır
Yukarıda değindiğimiz gibi, temel hakları sınırlama yetkisi, belli ölçüler dahilinde ancak kanun koyucuya tanınmıştır. Genelgenin emniyet mensuplarına temel haklar üzerinde tanıdığı sınırlama yetkisi, TBMM’ye ait bir yetkinin gaspı mahiyetindedir. Bu yönüyle Genelge, fonksiyon gaspı ile malûldür.
Genelge Kötüye Kullanma Yasağını da İhlâl Etmiştir
Nihayet Genelge, temel hak ve hürriyetlerin korunmasında bir tür emniyet supabı niteliği taşıyan kötüye kullanma yasağını da ihlâl etmektedir. Önceki yazımda işaret ettiğim gibi kötüye kullanma yasağı, Almanya ve İtalya’daki totaliter ve otoriter rejimlerin yol açtıkları ağır insan hakları ihlâlleri neticesinde İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki anayasal gelişmeler içinde ortaya çıkmıştır.
EGM’nin 27 Nisan 2021 tarihli Genelgesi, emniyet güçlerine sunduğu aşırı yetkilerle halen yürürlükte olan 1982 Anayasasının 14. maddesi ilk fıkrasında yer alan “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, (…) insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.” hükmünü ihlâl etmektedir. Öte yandan Genelge, emniyet güçlerine sunduğu aşırı yetkilerle anayasal hürriyetlerin yok edilmesine olanak tanımakta; bu yönüyle de 14. maddenin 2. fıkrasını ihlâl etmektedir.
Genelge Emniyet Mensuplarını Sorumsuz, Birey Haklarını Güvencesiz Kılmaktadır
Nihayet söz konusu Genelgeyle emniyet güçlerinin görevlerini ifası sırasında ses ve görüntü kaydı yapılmasını yasaklamaktaki asıl gayenin ne olduğu da tartışılmalıdır. Emniyet güçleri, yetkilerini hukukun sınırları içinde kullanacaklarsa bu tür kayıtların yapılmasından neden endişe duyulmaktadır? Tam aksine bu kayıtlar, emniyet mensuplarının hukukun sınırları içinde kaldıklarının kanıtı olacaktır. Bu yasağın ardındaki asıl amacın, emniyet güçlerine sınırsız yetki bahşetmek olduğu açıktır. Böylece Genelge, tüm kamu hukuku işlemlerinin amaç unsurunun kamu yararı olması gerektiği kuralıyla da bağdaşmadığından hukuka aykırıdır. Bu yönüyle Genelge, ABD’deki George Floyd olayından esinlendiği izlenimini vermektedir.
Sonuç
Ülkemizde son yıllarda kamu gücünü kullanan organ ve makamların hukukun sınırları dışına çıkmakta güçlü bir eğilim sergiledikleri; böylece Türkiye’nin ikiz kardeşler niteliğindeki hukuk devleti ve demokrasinin icaplarından hızla uzaklaştığı açıktır. Yöneticilerin siyasal ve toplumsal muhalefete ve her tür eleştiriye tahammülsüzleşmeleri, zamanla gayri hukukî ve baskıcı uygulamalara müracaat etmelerine yol açmış; üstelik bu uygulamalar, kendilerini destekleyen çevreler tarafından da meşru ve mazur görülür olmuştur.
Siyasal ve toplumsal muhalefete tahammülsüzlüğün yol açtığı gayri hukukî uygulamaların en somut yansımalarından biri, Gezi Parkı protestoları sırasında yaşanmış; emniyet güçlerinin bu protestoları bastırmak için ölçüsüz güç kullanmaları, on bir kişinin hayatını, on bir kişinin de görme yeteneğini kaybetmeleriyle sonuçlanmıştır. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün ardından ilan edilen olağanüstü hal rejimi ise keyfîlik ve hukuk dışılığı, yönetimin her kademesine hâkim kılmıştır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ise yönetimde keyfîlik ve hukuk tanımazlığa anayasal dayanak yaratmıştır. Bir kısım hükümleri 16 Nisan 2017 halkoylamasını takiben, bir kısım hükümleri ise 24 Haziran 2018’deki Cumhurbaşkanlığı ve parlâmento seçimleri akabinde yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, devlet aygıtı içinde yürütmeye aşırı ve denetimsiz bir güç sunmuştur. Böylece Türkiye, demokrasi ve hukuk devletinin icaplarından hızla uzaklaşmıştır. Ne var ki son günlerde karşı karşıya kaldığımız çeşitli uygulamalar, ülkeyi yönetenlere Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin sunduğu aşırı ve denetimsiz yetkilerin dahi yetmediğini, yöneticilerin bunun da ötesinde güç devşirmeye eğilimli olduklarını göstermektedir. Böylece Türkiye, her gün anayasasızlaştırmanın ve hukuk dışına sürüklenmenin yeni ve şok edici örnekleriyle karşılaşmaktadır. Bu hukuk dışılıklara, müteakip yazılarımda da değinmeye devam edeceğim.