İ. Bülent Çelik
KAMUOYU NOTUNU ALIYOR!
Kuzey Kıbrıs’ta, birkaç günden beri, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında bir ‘ilaç krizi’ yaşanıyor.
İlk bakışta her iki tarafın da kendi açısından haklı gibi göründüğü bu küçük krizin siyasal ve yönetsel analizini yapmak haddim değil.
Peki amacım ne? Oraya geleceğiz!
• • •
Önce krize neden olan olayı kısaca hatırlatayım.
Ada’da, her iki toplumun ortak kararı ile 2008 yılında oluşturulmuş, her iki toplumun sağlık uzmanlarından oluşan bir Sağlık Komitesi var.
Bu kurul, salgın sonrası bir kaç kez bir araya gelmiş. Virüsün adada yaygınlaşmasına mani olmak için yapılması gerekenleri içeren bir liste hazırlamış.
Avrupa Birliği ve UNDP, Adaya iki partide 5 Milyon Euro’luk ilaç ve malzeme yardımı kararı almış. Yardımın ilk partisi, Mersin üzerinden her iki topluma paylaştırılmak üzere adaya gelmiş. Ancak UNDP, ‘Klorokin’ isimli ilacın, halen Güney’de üretilmesi nedeniyle gönderilmeyeceğini, Kuzey’e de Güney’in vermesini istemiş.
Bunun üzerine iki kurulun eş başkanları temasa geçmiş. Türk tarafının eş başkanı kendi Cumhurbaşkanını arayıp ilacı sınır noktasından almak üzere kamyon istemiş. Cumhurbaşkanı da “Ne arar bizde gamyon!” deyip Lefkoşe Belediye Başkanını aramış. Belediye kamyon ve elemanı sağlamış. Polis müdürünün de talimatı ile araç sınır noktasından, 2 bin kutu ilacı, koruyucu giysi ve test kitlerini alarak Sağlık Bakanlığının deposuna indirmiş.
Bu sevkiyattan, sonradan haberi olan Başbakan, ilaçların ülkeye izinsiz girdiğini belirtmiş ve Cumhurbaşkanı’nın ülkeye izinsiz, bir anlamda kaçak ilaç sokmasının kabul edilemeyeceği şeklinde yazılı bir açıklama yapmış. “Ne gerek var! İhtiyacımız yok! İhtiyacımız olursa Anavatanımız bize fazla fazla veriyor!” demiş.
Cumhurbaşkanı da, bu işin, her iki ülkenin sağlık kurullarının yetki ve mutabakatı içerisinde mutad işlerden olduğunu belirterek “O halde hadi, Belediye Başkanı ile beni yargılayın!” diye resti görmüş.
Polemik büyümüş. Olay kamuoyuna intikal edince, ilaca karşı gibi pozisyon alan Başbakan’a, sosyal medyadan tepki yağmış.
O da, bu tepki üzerine “bakalım, inceleyelim.. Lazım ise kullanırız!” noktasına çekilmiş.
• • •
Şimdi olaya biraz geniş bir pencereden bakalım.
Kıbrıs bir ada. Her ne kadar üzerinde, geçmişlerinde düşmanlık ve kırım olan iki toplum yaşıyor olsa da korona her iki toplumu ayırmadan eşit seviyeden tehdit ediyor.
Adadan, virüs temizlenecek ise her iki tarafta da senkronik biçimde temizlenmesi gerekiyor. Çünkü bir tarafın tertemiz olmasının hiçbir anlamı yok.
Bunu en iyi bilen her iki tarafın sağlık kurulunu oluşturan tıp adamları, el ele vermiş tek devlet gibi koordine olmaya çalışıyor.
Çünkü virüsün karşısında tek devlet var. O da adanın tamamı!.. Dolayısıyla adada yaşayan insanların tamamı.
• • •
Öte yandan, siyaset bunu henüz kavrayamamış ve eski refleksleri üzerinden yürümekte direniyor.
Başbakan; Hastalığı iyileştirmek için şu ya da bu miktarda etkisi tescil olmuş ilacın, koruyucu malzemelerin, test kitlerinin, eski düşman üzerinden ve üstelik de daha çok karşı kampta gördükleri bir Cumhurbaşkanı ve Belediye Başkanı aracılığı ile getirilmesine tepki gösteriyor.
Oysa virüs ne muhalefet tanıyor ne iktidar!
Olay bizdeki, genel iktidar ve muhalif belediyeler arasındaki akıl almaz duruma çok benziyor.
Minik bir kopyası!
Bu sorun, inkişafını tamamlayamamış ülkelerin hemen hepsinde, çeşitli kademelerde izleniyor.
• • •
Şimdi Dünya’yı kıbrıs adası gibi düşünün.
Korona öncesi karşı kamplarda olan, birbirini bir kaşık suda boğmaya hazır ülkelerle dolu büyük bir ada.
Virüs, tıpkı Kıbrıs adasının tümünü olduğu gibi bu büyük adanın da tümünü tehdit ediyor.
Herhangi bir ülkenin virüsten arınıp tertemiz olmasının hiç bir anlamı yok!
Sağlık kurulları, bilim adamları birbirini anlıyor. Birbirine destek veriyor. En küçük bir olumlu gelişmeyi anında birbiri ile paylaşıyor. Birbirine malzeme gönderiyor.
Çünkü sorun bu büyük adanın tamamının sorunu olduğunun bilincindeler..
Kamuoyu bu akışı pür dikkat izliyor.
Ama öte yandan siyasiler, eski reflekslerini kullanmaya, bellerinde taşımaya devam ettikleri kılıçlara sarılmaya devam ediyorlar.
Kamuoyu can havliyle, pür dikkat onları da izliyor!..
Ya tepkilerine kulak verip gerektiği gibi davranacaklar ya da yok olacaklar!
Sizce tufan geçtikten sonra eski reflekslerini sürdüren siyasetçilerin, şu anda çıtırdamakta olan bu büyük çığın önünde ayakta, hatta sağ kalma kalma şansları var mı?
Öyle korona öncesi dünya yok!
Kamuoyu notunu alıyor!