Murat Aydın
İkinci yüzyılda yargı
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, yoksulluğu, hukuksuzluğu ve devletin tüm kurumlarının içine düştüğü bozulmayı derinleştirdi. Sistemin işlemediği konusunda hemen herkes hemfikir. İktidar çevreleri dahi sistemin en azından ‘revize’ edilmesi gerektiğine dair düşüncelerini artık açıktan söylüyor. Geniş halk kesimleri ve muhalefet bloğu sistemin ‘revize’ edilerek düzelmeyeceği, tümüyle kaldırılması ve güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilmesi gerektiği konusunda anlaşmış durumda.
Yapılacak ilk seçimde iktidar değişiminin ötesinde hükümet biçiminde değişim yaşanacak. Bu nedenle siyasi iktidarın artık tümüyle gerçeklikten kopmuş icraatlarını tartışmak, hamasetten ve hakaretten öteye geçmeyen söylemlerine cevap vermek yerine geleceği konuşmak ve gelecekte ne olması veya ne olmaması gerektiğine kafa yormak gerekiyor.
Yeni dönemde üzerinde en çok çalışılması, neredeyse tümüyle yeniden yapılandırılması gerekenler adalet sistemi, eğitim sistemi ve ekonomiye dair kurumlar olarak görülüyor. Türkiye’nin Cumhuriyetin ikinci yüzyılında mevcut yargı ve eğitim sistemiyle ilerlemesi, üretmeyen, hakça bölüştürmeyen ekonomik sistemle yoksulluğu yenip büyümesi söz konusu değil.
Bir hukukçu olarak adalet sisteminin üzerinde durmak isterim. Yargı sisteminin iyi ve adil olmasını sağlamak için birçok şeyi ele almak ve değiştirmek gerekli. Ancak yapılması gereken en önemli şey hâkimlik ve Cumhuriyet savcılığına kabul sistemini tümüyle değiştirmek olmalıdır. Hukukun temel değerlerini benimsemiş, hukuk bilgisi yeterli, mesleğin onurunu taşıyabilecek bağımsız kişiliğe sahip hukukçuları seçip mesleğe kabul etmenin yolları bulunmalıdır. Mesleğe kabule dair önerileri ‘torpil engellenmelidir’, ‘mülakat sınavları kaldırılmalıdır’ sığlığından kurtararak şeffaf, denetlenebilir ve bilimsel yöntemler bulmalıyız.
İkinci önemli husus yargı sisteminin yönetiminden sorumlu HSK’nın yapısını ve çalışma usullerini tümüyle değiştirmek olmalıdır. Kurul üyelerini kimin, nasıl seçileceğine dair tartışmalar elbette önemli. Ancak bunlardan daha da önemlisi belirlenen kurulun nasıl çalışacağı, hangi kurallarla bağlı olacağı ve işlemlerinin nasıl denetleneceği olmalıdır. Yargı mensuplarının meslek içinde ilerlemesini, yer değiştirmesini, disiplin hükümlerini, yüksek yargıya seçilme kriterlerini doğru şekilde belirlemedikten ve bunların uygulanma biçimini şeffaf ve denetlenebilir kılmadıkça HSK’nın kimlerden oluştuğunun ve kim tarafından seçildiğinin önemi olmayacaktır.
Yargı sistemine ilişkin tüm sorunları ele alırken ve çözümler önerirken ezberlerden kurtulmak, açık fikirli olmak, dünyadaki uygulamaları incelemek gerekiyor. Yargıyı ‘ele geçirilen’ ya da ‘savunulan’ bir kale olmaktan, günlük siyasi çekişmelerin ve hedeflerin aracı, ‘iktidarın sopası’ olmaktan çıkarmak tüm siyaset kurumu için temel görev olmalıdır.
Elbette kuralları ve kurulları değiştirmek sorunların çözümü için yeterli olmayacaktır. Var olan anlayışları, yaklaşım biçimlerini, tümüyle dağılmış yargı kültürünü evrensel hukuk standartlarına yükseltmek gerekir ki bunu yapmak zaman alacaktır. Hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri benimseyip uygulayan bir yargı kültürü geliştirmeyen hiçbir yargı sistemi adil olmayacaktır.
Bazı davalar ve kötü kararlar nedeniyle toplumun gündemine gelen, parlayıp sönen hukuk tartışmalarının yarattığı toz duman arasında geleceği tartışmanın zor olduğu açık. Ancak bunu başaracak gücümüz var. Üstelik bunu başarmaya mecburuz. Çünkü adalet sisteminin çalışmadığı bir toplumda ne huzur ne kalkınma ne de bir arada yaşamak mümkündür. Bu nedenle Cumhuriyetin ikinci yüzyılında nasıl bir yargı sistemine sahip olmamız gerektiğine ilişkin tartışmaları derinleştirmeliyiz.