Burak Soyer
Hem Müslüman hem feminist olunur mu?
Gazeteci Nebiye Arı’nın çektiği Hem Müslüman Hem Feminist belgeseli, Türkiye’de Müslüman feminist kadın hareketini 90’lardan başlayarak günümüze kadar gelişimini ele alıyor. Farklı alanlarda 11 Müslüman feministin görüşlerine yer verilen belgeselde başörtüsü sorunu, Müslüman kadınların feminist hareket içinde karşılaştıkları zorluklar, erkek egemen bir toplumun yorumladığı ve ona göre bir ‘paha biçilip’ kullanıldığı İslam’ın kadınların hayatları üzerindeki etkisi anlatılıyor. YouTube’da online izlenebilen Hem Müslümman Hem Feminist belgeselini Nebiye Arı’yla konuştuk.
Belgeselden bağımsız olarak “hem Müslüman hem feminist” sizin özelinizde ne anlama geliyor?
Benim özelimde hayatımın bir kısmında içinde yer aldığım, genişlemesine katkıda bulunduğum bir hareketi ifade ediyor. Hikayeyi hem içeriden gördüm, hem dışına çıkıp gözlemlemeye ve takdir etmeye devam ettim. “Hem Müslüman hem feminist” Türkiye’de zorlu bir yolda yürümek, hem dini hem seküler baskı ve şiddete karşı var olma mücadelesini anlatıyor benim için. Ama sonuç olarak kadınların hikayesini anlatmak yaptığım şeylerin adı.
Türkiye toplumunda bu tanımın karşılığı ne oluyor sizce?
İnançla feminizmin bir arada bulunamayacağı Türkiye toplumunda birçok kesimden insanların yüksek sesle dile getirdiği bir gerçeklikti. Hem dindar, hem de seküler kesimde inat ve ısrarla bir Müslümanın feminist, bir feministin Müslüman olamayacağı gibi bir yargı var. Aslında belgeselin ismini “Hem Müslüman Hem Feminist” koymamın sebebi de Türkiye toplumundaki bu tanımın asla olamayacağı (yani hem Müslüman hem feminist olunamayacağı) yargısına ironik bir karşı çıkıştı. Aydınlanmacı feminizme bakarsak kadınların Hristiyanlıkla birlikte feminizmi ele aldığını, tıpkı Müslüman feministlerin birçoğu gibi onların da Tanrı’dan gelen metnin erkekler tarafından değiştirilip yorumlanmasına karşı çıktığı çok net görülebiliyor. Seküler feminist kesimin içinden “İslam kadınları köleleştirir, özgürleştirmez” diyerek itiraz edenler var ama bu kişiler, kendisini o dine ait gören kadınların neler hissettiğini hesaba almadan böyle yorumlarda bulunuyorlar. Bu biraz da ataerkinin kadına nasıl özgür olacağını öğretmesine benziyor. Dindar kesimin itirazları ise tek bir feminizm çeşidi varmış gibi bir itiraz oluyor çoğunlukla, bazen cahillik sebepli, bazen ise bilinçli bir kötülükten geliyor. Erkek merkezli din anlayışının eleştirilmesi, elbette bu inancı merkezine almış köklü kurumlar, cemaatler ve erkek bireyler için korkutucu görünüyor. Korkutucu evet, çünkü Müslüman feministlerin sayısı her geçen artıyor, kendi cemaatleri ve ailelerinden kadınların da kendilerine itiraz edebilecekleri düşüncesi de otoritelerini sarsabilir, düzenlerini bozabilir.
Yani belgeselde Müslüman feministlerin de dile getirdiği gibi onlar bu mücadeleyi tek cephede değil, çoklu cephelerde veriyor.
Türkiye’de Müslüman feminist hareketin kilometre taşı nerede ve nasıl başlıyor?
Aslında bu soruyu tek bir cümle, tek bir olay ve anla cevaplayamam. Ben belgeseli 90’lardan başlattığım için, Osmanlı’nın son dönemine ve Türkiye tarihindeki Müslüman kadın hareketine dair söylenmesi gereken şeyler eksik olacak muhtemelen. Benim kilometre taşı olarak tespit edebildiğim birkaç kişi ve olay var. İlk önce bahsetmem gereken kişi kendisini Müslüman/dindar feminist olarak tanımlayan ve 90’larda Hizbullah tarafından katledilen Gonca Kuriş olacak. Gonca Kuriş’in katledilmesi aslında o dönem yükselen Müslüman feminist hareketin yavaşlamasına, geri çekilmesine yol açan olaylardan bir tanesi. Başörtüsü sorunun varlığı da kilometre taşlarından biri, çünkü Müslüman kadınların bir kısmı başörtüsü mücadelesi verirken aynı zamanda hem feministleşiyor, hem de Türkiye’deki kadın hareketiyle çok yakın bir karşılaşma yaşıyor. Bu karşılaşma olumlu ve olumsuz iki tür tepki doğuruyor. Müslüman kadınlar başörtüsü mücadelesinde Türkiye kadın hareketinin tamamından bir destek göremiyor. Belgeselde Berrin Sönmez’in de ifade ettiği şekliyle bırakın feminist olduklarını kabul ettirmeyi, kadın olduklarını bu hareketin tamamına kabul ettirmekte zorluk yaşıyorlar. Elbette kendileriyle dayanışan feminist kadın gruplarının olmadığını söylemezsek hikaye eksik kalır. Ak Parti’nin iktidar olması da başka bir kırılmayı getiriyor beraberinde. Ak Parti’nin yıllar boyunca artan geleneksel dindar söylemleri ve seküler kadınları ötekileştiren politikaları bazı Müslüman kadınlar için büyük rahatsızlıklara sebep oluyor. Aynı zamanda 2002 yılında iktidar olmasına rağmen 2011 yılına kadar başörtüsü konusunda kadınların önünü açmaması, yasağı kaldırmaması da bu rahatsızlıklardan bir tanesi. Yine partinin başörtülü kadınları “bacısı” olarak görüp, politikalarında kullanmasına rağmen 2013 yılına kadar bir başörtülü vekili çıkarmaması da rahatsız olunan bir başka durum. Açıkçası başörtüsü sorunun çözülmesiyle birlikte Müslüman feminist hareket de farklı kadınlık sorunlarıyla ilgili söz ve eylemlerle kendilerini daha net bir şekilde ortaya koymaya başlıyorlar. O sebeple “başörtüsü” nün yasaklanması ve yasağın kaldırılması hareketi şekillendiren en büyük etkenlerden biri. Türkiye’deki başörtüsü tartışmalarının kadınlarda yarattığı yorgunluğu da bununla birlikte anmamız gerekiyor.
Hem Müslüman Hem Feminist belgeseli nasıl ortaya çıktı? Tam olarak neyin derdi bu belgesel?
Bir süre içinde de yer aldığım ve değerli bulduğum bu mücadeleyi, hareketin tarihini ve tartışmaları daha görünür kılmak istedim bu belgeselle. Türkiye’de feminist hareket yükseldiği gibi Müslüman feminist hareket de yükseliyordu. Bu gözle görülür yükselişin anlatmaya değer bir hikaye olduğunu düşündüm. Mevzuyla ilgili kısır ve kısa haberler yapılmıştı ama derinlemesine işleyen bir şey yoktu. Açıkçası derdim belli konularda arayışta ve çıkmazda olan genç kadınlar için “Yalnız değilsiniz”i gösteren bir hikaye çekmekti. 5-6 yıldır gazeteci olarak çalışıyorum. TV’de ve yazılı basında tecrübelerim var. Sıcak gündemi takip etmek birçok şeyi geri planda bırakıyor benim deneyimlerime göre. Hem sansasyonel olanı öne çıkarma baskısı, görüştüğün kişileri bile rahatsız eden kes-yapıştır haberciliği hem yorucu geliyordu, hem de istediğim gazetecilik tarzına uymuyordu. Benim sevdiğim gazetecilik tarzı çözüm odaklı insan hikâyelerini video aracılığıyla izleyiciye ulaştırmak. İşte o sıcak ve hızlı gündem arasında insanların hikâyeleri atıl kalıyor ama ben de bu hikâyeleri öne çıkarmayı seviyorum. Project Zoom isimli bir oluşum da tam böyle bir gazeteciliğe yönelik bir destek programı başlatmıştı ve ben de o destekten faydalanarak bu belgeseli 4 ay gibi kısa bir sürede pandemi döneminde çektim.
Filmde görüşleri alınan kadınlarla nasıl bir araya geldiniz? Bir kriteriniz var mıydı?
Toplamda 12 kadınla konuştum, bir kısmı daha önceden tanıdığım kadınlardı, bir kısmıyla yeni tanıştım ya da ismen tanışmamıza rağmen ilk kez konuşmuş olduk. Kriterim daha çok Türkiye’de İslami feminizmin doğuşuna, gelişimine, devam etmesine katkı sunan farklı grup ve hareketlerden kadınların yer almasıydı. Ama benim aklımda 6-7 kişi varken sayı görüşmecilerimin de katkısıyla 12’ye yükselmiş oldu. 4 farklı şehirde 12 kadının bir kısmıyla derinlemesine, bir kısmıyla ise daha kısa görüşmeler gerçekleştirdik.
Filmde aktarılan bir görüşte, Müslüman feminist harekette “Birey olma derdine” vurgu yapılıyor. Kadınlık, Müslümanlık ve feminizm zaten bu topraklarda hepsi yanlış tanımlamalardan dolayı başlı başına bir soru işareti taşıyor. Bu üç argüman filmde de gördüğümüz üzere Türkiye’de tek vücutta bir araya geldiğinde ülkenin eril zihninde kafadan bir “problem” olarak karşılık buluyor sanırım. Katılır mısınız bu görüşüme?
Belgeselde de yer alan arkadaşların bir kısmının kendi arasında yaptığı bir şaka vardır “Müslüman feministsen belasındır bu ülkede” diye. Buna dair pek çok örneği belgeselde konuşmacılarım aktarıyor zaten. Yukarıda da dediğim gibi hem seküler, hem dindar kesimden erkek ve kadınlar için bu tanım bir “problem” olarak zihinlerde karşılık buluyor elbette. Ama bunun kendisi bir problem değil, çünkü feminist hareket zaten bu problemlere karşı mücadeledir nihayetinde. Yorucu ama haklarını ve varlığını korumak için verilmesi gereken bir mücadele.
Filmde Kuran’da yazanları erkeğin kendine göre nasıl yonttuğunu ve bunun toplumda sorgusuz sualsiz kabul edildiğini dinliyoruz kadınların ağzından. Bu açıdan baktığımızda Müslüman feministlerin derdini anlatması biraz daha zorlaşıyor sanırım değil mi?
Aslında bu durum sadece Müslüman feministler için geçerli değil ülkemizi düşününce seküler feminist hareket de her şeyi ve herkesi geleneksel-sünni-erkek din üzerinden değerlendiren yorumlardan nasibini alıyor. Müslüman feministlerin derdi bence Müslüman kadınlar arasında zamanla daha çok anlaşılmaya başlıyor. Özellikle yeni nesil bu itirazlara, ailelerinin geleneksel din anlayışından farklı bir yola meyleden bu kadınları dinliyorlar ve İslami feminizmin sesi hem sosyal medyada hem gerçek hayatta gün geçtikçe artıyor. Ben belgesel gösterimleri için düzenli anketler yaptığımda kendini Müslüman feminist olarak görenlerin sayısının nasıl beklediğimden fazla çıktığını görerek şaşırmıştım. Onun için zorluktan ziyade buradaki güzelliğe ve artışa dikkat çekmek isterim.
Son olarak filme gelen tepkiler nasıldı? Ne gibi yorumlarla karşılaştınız?
Ben online olarak 4 kez ücretsiz gösterim yaptım, pandemi sebebiyle salonda planladığım ilk gösterim olamadı maalesef. Daha sonra da 4 Ulusal film festivalinde yer aldı. Uçan Süpürge ve Documentarist sayesinde salonda birebir izleyicilerle buluşabildik. Belgesel yayınlanmadan önce açtığım Twitter hesabı 1-2 günlüğüne bir troll saldırısına maruz kalmıştı onun dışında çok fazla olumsuz tepki almadı belgesel. Özellikle kadınlardan çok olumlu tepkiler geldi, başta hedeflediğim genç kadın izleyicilere de ulaştık belgeselle ve yalnız hissetmediğini söyleyen çok insan oldu. Belgesel sebebiyle bize ulaşıp Müslüman feministlere katılmak isteyenler de oldu, biz de belgeselde görüştüğümüz kadın gruplarına yönlendirmede bulunduk. “Belgeselde neden erkekler yoktu?” gibi sorular da geldi, “din ile barışmamı sağladınız” diyen yorumlar da. Bazen teknik ya da içerik anlamında eksik gördüğünü söyleyen izleyiciler de oldu.