İbrahim Turhan
Günü Yaşıyoruz, Günlük Yaşıyoruz
Kurucu değerleriyle irtibatını koparmış olan AK Parti, misyonunu yitirmiş olduğundan yarına dönük bir vizyon çizemiyor, stratejik plan aklı geliştiremiyor. Hükümetin geçmişteki politikalarını da gelecekte izleyeceği yol için bir veri olarak kullanmak mümkün değil, zira AK Parti kendi geçmişini inkâr ediyor. Dünü ile kavgalı, yarını da olmayan bir varlık gibi sadece bugünü, hatta bu anı yaşıyor. Bu yüzden de politikalarını kendi içinde tutarlı bütünlük sergileyen bir çerçevede geliştiremiyor, sadece bugünü kurtarmaya yönelik anlık tepkiler verebiliyor.
İktisatçılarla ilgili çok sayıda şaka vardır. “Tanrı iktisatçıları, hava tahmini yapanlar kendilerini kötü hissetmesin diye yarattı” en sevdiklerimden. Her şakada bir gerçek payı yok mudur? Aslında hava tahmini ve iktisadi davranış arasında sanılandan çok daha fazla benzerlik var. Her ikisi de kaotik bir sistemde, ileride ortaya çıkacak bir sonuca yönelik bugünden kestirimde bulunmayı, rasyonel ya da uyarlayıcı bekleyişler modellerinden biriyle tahmin yapmayı gerektiriyor. Editörler yine kızacak. “Hocam akademik makale gibi olmuş, ne demek kaotik, rasyonel, uyarlayıcı?…” Teknik kavramlar gibi görünebilir ama hepimizin günlük yaşamıyla doğrudan ilişkili hepsi de. Biraz sabrederseniz açıklayacağım.
Üç tip sistem vardır; deterministik, stokastik ve kaotik. Determinitik sistemler belirliliğin en yüksek olduğu sistemlerdir, gelecekteki durumlarını bugünden kesin olarak bilirsiniz. Örneğin; elektrik düğmesine bastığınızda ampul kesinlikle yanar, deniz seviyesinde suyu yüz dereceye kadar ısıtırsanız kesinlikle kaynar, yukarıdan bıraktığınız bir cisim kesinlikle yere düşer. Böyle sistemlerde hesap yapmak, tahminde bulunmak kolaydır. Sadece yukarıdan bıraktığımız cismin yere düşeceğini bilmekle kalmayız, cismi yerden 80 metre yüksekten bırakıyorsak yere 4 saniye sonra çarpacağını da biliriz. Gök cisimlerinin hareketleri deterministiğe yakın olduğundan aylar öncesinden Güneş ve Ay tutulmalarını dakikası dakikasına öngörebiliyoruz. Ama ne yazık ki evrende deterministik sistemler çok fazla değildir. Neyse ki ikinci tip olan stokastik sistemler de öngörü yapmaya elverişlidir. Deterministik sistemlerden farkları, değişkenlerin her seferinde kesin bir değer almaması, belli aralıklar içinde olasılık dağılımlarına göre belirlenmeleridir. Durun,… hemen kafanız karışmasın,… yine bir örnekle anlatacağım. Çocuğu olanlar bilir, doktorlar ve ebeveynler, çocukların boylarını ve ağırlıklarını, Dünya Sağlık Örgütü tarafından hazırlanan büyüme eğrisi grafiğindeki değerlerle karşılaştırarak izler. Ama bu grafik, tek bir çizgiden ibaret değildir. “Persentil” adı verilen yüzdelik dilimlerini yansıtan yan yana bir dizi eğriden oluşur (Grafik 1). Çünkü büyüme ve gelişim deterministik bir süreç değildir. Her çocuk, genetik özelliklerine, beslenmesine ve bazı çevresel etkenlere bağlı olarak farklı bir büyüme seyri izler. 6 aylık bütün bebeklerin boyu 75 cm olmayabilir. Bazıları biraz daha uzun, bazıları biraz daha kısa olacaktır. Ama bu hiçbir ölçünün olmaması anlamına gelmez, belirsizlik demek de değildir. Yine büyüme eğrisi üzerinden devam edecek olursak, boyları ve ağırlıkları ortalamaya yakın, yani en alttan yukarıya doğru sıralandığında yüzde 25 ile yüzde 75 arasında kalan dilimde yer alan bebeklerin gelişimi, aynı yaş ve cinsiyetteki diğer bebeklere göre normal kabul edilir.
Okuyucunun sabrını zorlayarak bir örnek de matematikten vereyim. Diyelim ki (y) diye bir değerimiz olsun ve bu (y) değeri, x + 3 olarak hesaplansın. Bu durumda (x)in her bir değeri için kesin olarak hesaplayacağımız tek bir (y) değeri olur. Örneğin; (x) sıfıra eşitse y başka hiçbir değeri alamaz, sadece 3 olur. Aynı şekilde x = 3 ise y = 6 olur. Bu deterministik bir sistemdir. (x)in değerini biliyorsanız (y)nin değerini kesin olarak tahmin edebilirsiniz, hem de %100 kesinlikle. Oysa aynı model stokastik olduğunda eşitliğimiz y = x + 3 + e olur. En sondaki e terimi (y)nin bazen x+3’ten biraz fazla, bazen biraz eksik olabileceğini, farklılaşmanın rassal olduğunu ifade eder (Grafik 2). Ama iki değişken arasındaki eğilim ana hatlarıyla artı-eksi bir hata payı içinde hesaplanabilir. Gözlemlerin sayısı arttıkça hataların toplamı da -bir kısmı artı, bir kısmı eksi olduğundan- sıfıra yaklaşır. Olasılık hesaplamalarıyla yine tahmin yapmak mümkün olur.
Deterministik modelden farklı olarak, stokastik modelin her şeyi basitleştirmek ve bilinen miktarlara indirgemek gibi bir amacı yoktur. Bu nedenle, rastlantısallığın çok yaygın olduğu gerçek yaşama daha iyi uyar. İyi bilinen bir örnekle; kur artışı ile enflasyon ilişkisi üzerinden açıklayalım. Kur artışı, maliyetleri artırdığı ve beklentileri olumsuz etkilediği için enflasyonu artırır. Grafik 3, 1990 sonrasında yıllık ortalama kur artışı ile yıllık ortalama enflasyon arasındaki ilişkiyi gösteriyor. Gördüğünüz gibi, deterministik bir sistem söz konusu değil ama arada oldukça güçlü bir ilişki var. Üstelik de ilişkinin doğrusal değil, üssel olduğunu da fark edebiliyoruz. Yani kur artışı belli bir sınırı aştıktan sonra enflasyon üzerindeki artırıcı etkisi daha da büyüyor. Bu modeli kullanarak, kur artışına karşılık gelen enflasyon oranını yaklaşık olarak, bir hata payı ile ve belli bir aralıkta hesaplamamız mümkün.
Gelelim kaotik sistemlere. Kaotik sistemlerde girdi ile çıktı arasında orantısallık olmayabilir. Yani sistemin girdilerindeki çok küçük bir değişiklik, çıktılarda çok daha büyük oynamalara yol açabilir. Atmosfer olayları buna iyi bir örnek oluşturur. Kelebek etkisi ifadesini duymayan yoktur. ABD’li matematikçi ve atmosfer bilimcisi (meteorolog) Edward Lorenz, 1963 yılında hava durumu tahminini modellemek için yürüttüğü akademik çalışma sırasında, küçük bir hata yapıp başlangıç verisini 0,506127 yerine 0,506 olarak girdiğinde sonuçların olağanüstü derecede değiştiğini fark etti. Lorenz bu deneyden yola çıkarak ilk koşullardaki küçük bir değişikliğin büyük, öngörülemez ve uzun vadeli sonuçlar doğurabileceği sonucunu çıkardı. Lorenz’in yaptığı hata, virgülden sonraki dördüncü basamakta, yani on binde bir civarında bir fark oluşturuyordu. Bu ise Amazon ormanlarında bir kelebeğin kanat çırpmasının atmosferde yaratacağı etki kadar küçük bir değişikliğin, ABD’deki hava koşullarında fırtına ölçeğinde sonuçlara neden olabileceği anlamına geliyordu. Kelebek etkisi ifadesi de buradan doğdu.
Öngörülebilirlik, İstikrar, Öngörülebilirlik, İstikrar
Geleceği görebilmek, öteden beri insanlar için bir tutku olmuş. Önce astroloji ve falcılıkla başlayan bu arayış daha sonra geleceği tahmin etmeyi bir ölçüde mümkün kılan bilimsel yöntemlere yönelmiş. Meteorologlar gibi iktisatçılar da kristal küreye değil bazı göstergelere bakarak tahminde bulunmaya çalışıyor. Ama tıpkı hava durumu tahmini gibi ekonomik tahmin de zor bir iş. Sebebi de bu sistemlerin kaotik doğası ve az önce açıkladığımız kelebek etkisinin çokça yaşanabilmesi. Ekonomi bazen stokastik, çoğu zaman da kaotik işleyen bir sistemdir. Tıpkı atmosfer olayları gibi ekonomide de çok sayıda etken, birbiriyle etkileşim halinde ve sürekli değişerek bazı sonuçlar doğurur. Dolayısıyla çok küçük etkiler, ileride ortaya muazzam sonuçlar çıkarabilir ve bu sonuçlar uzun süreli olabilir. Bireyler ya da işletmeler, sonuçları ileride ortaya çıkacak ekonomik kararlar alır ve tercihlerde bulunurlar. Bugün parasını harcamayı ya da tasarruf etmeyi tercih eden birey, bugün borçlanarak yatırım yapmayı ya da bir malı üretmeyi tercih eden işletme, bu tercihlerinin sonucunu gelecekte görürler. Oysa gelecek belirsizlikler içerir. Bu ise ekonomik kararlarda hataların yapılmasına sebep olabilir. Yanlış kararlar ve tercihler, sadece o kararı alanı etkilemekle kalmaz, kelebek etkisi örneğindeki gibi çok daha geniş kesimler için olumsuz sonuçlara yol açabilir. Bu yüzden de bugün ile gelecek arasındaki dönem belirsizlikten ne kadar uzak, ne kadar öngörülebilir olursa kararlar o kadar isabetli olur. Ekonomik tercihlerin maliyeti azalır, kaynaklar daha doğru kullanıldıkça toplumsal refah da artar.Devletin ekonomiye en büyük katkısı öngörülebilirliği sağlamaktır. Kararların nasıl alındığı belliyse, kurallar adilse ve herkese aynı şekilde uygulanıyorsa, yöneticilerin her canı sıkıldığında, yolun ortasında kurallar değiştirilmeye kalkılmıyorsa öngörülebilirliğin sağlanması kolaylaşır. Bu yüzden de öngörülebilirlik ancak, hukuk devletinin egemen olduğu, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerinin uygulandığı, kurumların yetkin olduğu ve etkili çalıştığı sistemlerde mümkün olur. Öngörülebilirlik iş ve yatırım ortamını iyileştirir. Yatırım, üretim ve istihdam için en önemli koşul, hatta önkoşul öngörülebilirliktir. Belirsizlik ortamında kişilerin cebine bedava para da koysanız kimse kendisini uzun vadeli yükümlülük altına sokacak girişimde bulunmak istemez. Öngörülebilirlik sağlanmadıkça faiz ne olursa olsun uzun erimli araştırma ve üretimde değer artıracak yatırım yapılamaz. Öngörülebilirlik olmadan yapısal reform da değişim de olmaz.
Öngörülebilirlik ile yakından ilgili olan bir kavram da istikrar. İstikrar, dengeli ve öngörülebilir olmak anlamına geliyor. Ekonomide istikrar deyince akla ilk gelen kavram fiyat istikrarıdır, çünkü bu, ekonomide öngörülebilirliğin olmazsa olmazıdır. Ekonomik kararlarda kullanılan en önemli veri fiyatlardır. Şayet fiyat mekanizması düzgün çalışıyorsa bir malın ya da hizmetin fiyatı, ona ilişkin bütün beklentileri yansıtacak şekilde oluşur. Fiyatın bilgi değeri bu yüzden yüksektir. Üretici bir malı üretip üretmeyeceğine, üretim maliyeti ile satış fiyatını karşılaştırarak karar verir. Üretim maliyeti de aslında üretimde kullanılacak girdilerin fiyatı olduğuna göre, demek ki üretim kararı fiyatlara bağlı olarak alınmış olacaktır. Benzer şekilde tüketici de satın alacağı paranın fiyatı ile tasarrufun fiyatını karşılaştırarak karar verir. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ekonomiyi yıldızların görülmediği bir gecede, sisli sularda seyreden bir gemiye benzetecek olursak fiyatların verdiği sinyal deniz fenerinin ışığı gibidir.
Enflasyon fiyatları sürekli artırarak yanlış sinyaller verilmesine yol açar. Böylece ekonomi gemisini kayalıklara ya da rotanın çok uzağına sürükleyebilir. Enflasyon bu yanlış sinyallere nasıl yol açar? Öncelikle sermaye stokunu nominal olarak büyüttüğünden üretimde kullanılan sermayenin sürekli artması gerekir. Böylece verimlilik ölçümü zedelenir. Fiyat mekanizmasındaki bozulma kârlılığa dayalı rekabetçi üstünlüğün önemini azaltır. Ayrıca enflasyon fiyatlarda gürültüye yol açtığından verimliliği gereksiz, verimlilik ölçümünü neredeyse imkânsız hale getirir. Sonuç olarak yüksek enflasyon öngörülebilirliği azaltır, kısa vadeciliği ödüllendirir, verimlilik kayıplarına neden olur. Fiyat istikrarının sağlanmadığı, yani enflasyonun düşük seyretmediği bir ortamda öngörülebilirlik de olmaz.
Ekonomi Politikasındaki Yalpalamanın Asıl Nedeni …
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş için yapılan halkoylamasında iktidar partileri yeni sistemin faydalarını sayarken en fazla vurgu yaptıkları, yönetimde uyumun ve istikrarın sağlanmasıydı. Ama 2018’de bu sisteme geçildikten sonra ekonomi politikalarında sürekli bir yalpalama yaşandı. 3,5 yıllık dönemde üç bakan, dört merkez bankası başkanının değişmiş olması bunun en somut göstergelerinden. 2019’da ve 2020’de kur artmasın diye milyarlarca dolar rezerv yakan hükümet, 2021’de rekabetçi kur diye Türk lirasını zayıflattı ve bunun ihracata katkı sağlayacağını savundu. Ardından “liralaşma” adı verilen politika uyarınca yeniden kura müdahale başladı. 2021 sonunda icat edilen kur korumalı mevduat, her derde deva olan sihirli iksir gibi görülüyor. Kapsamı sürekli genişletilirken sağlanan teşvikler de artırılıyor.
İnsan davranışları, düşünerek yaptıkları ve düşünmeden yapılan refleksler olarak ikiye ayrılabilir. Düşünerek yapılan davranışlarda karar alma süreci rasyonel olurken refleksler beyinden değil sinir sisteminin daha ilkel yapılarından kaynaklanır. Yönetim kararlarını da bu benzemeye göre sınıflandıracak olursak, stratejik planlama ile alınan kararlar ile içinde bulunulan duruma göre değişen, o anı kurtarmaya yönelik tepkisel kararlar şeklinde bir ayrım yapılabilir. Hazinenin Eylül 2018’de Türk Parasının Kıymetini Koruma mevzuatında yabancı para ile yapılan sözleşmeleri yasaklamasından tutun Mayıs 2021’de getirilen çek ibrazı yasağına kadar birçok düzenlemede hükümet, açıkladığı kararları defalarca değiştirmek zorunda kaldı. Anlaşılıyor ki yönetimde stratejik akıl değil tepkisel tavır egemen. Bunda birçok etken rol oynamış olabilir. Hükümetin yeni yapısında rasyonel akla, bilgiye, kurumsallığa, ehliyete ve liyakate değer (ve dolayısıyla yer) verilmemesi kuşkusuz bu sonucun ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Ama stratejik akıl yerine tepkiselliğin, planlama yerine anlık kararlar alınmasının tercih edilmesinde başka bir etken daha olduğu anlaşılıyor. Bu da yazının başında farklı modellerdeki tahmin yöntemlerine ilişkin kısma atıf yapmamızı gerektiriyor. Öyle ya o kadar teknik açıklamayı sırf sayfada yer dolsun diye yazmadığımı tahmin etmişsinizdir.
Herhangi bir değişkenin gelecekteki davranışlarını tahmin etmek için başlıca iki yöntem kullanılabilir. Birincisi ve en iyisi; o değişkenin deterministik ya da stokastik bir yapıda nasıl davranacağına ilişkin bir model oluşturmaktır. Yazının başındaki matematik örneğimizi hatırlayacak olursak (y)nin değerini hesaplamak için denklemin ne olduğunu bilirsek isabetli tahminde bulunabiliriz. Bunu, söz konusu “değişkenin stratejik planını anlamak” olarak ifade etsek yanlış yapmış olmayız. Ama bu her zaman mümkün olmaz. O zaman o değişkenin geçmişte nasıl davrandığına bakarak gelecekte de benzer şekilde davranacağını, geleceğin geçmişin bir tekrarı olacağını varsayarız. Bir başka deyişle geçmişi geleceğe doğru uzatarak tahminde bulunmaya çalışırız. Finansal piyasalarla ilgilenenler, birinci yöntemin “temel analize”, ikinci yöntemin “teknik analize” benzediğini fark etmiştir. İktisat biliminin deyimlerini kullanmak gerekirse birinci yönteme rasyonel beklentiler, ikinci yönteme uyarlayıcı beklentiler modeli de diyebiliriz.
AK Parti geleceğe dönük bir stratejik plan ortaya koyamıyor. Çünkü strateji belirlemenin ilk unsuru stratejinin sahibi olacak yapı için vizyon geliştirmektir ve AK Parti bunu başaramıyor. Vizyon, bir gelecek tasvir etmeyi gerektirir. Bunun için ise önce varoluş nedeni olan misyonun tanımlanmış olması gerekir. Hem misyon hem de vizyon için temel teşkil eden ise değerlerdir. Değerler hakkında açık bir anlayış ve inanç olmadan misyon ve vizyon süslü ifadeler ya da içi boş sloganlar olmaktan öteye gidemez. Kurucu değerleriyle irtibatını koparmış olan AK Parti, misyonunu yitirmiş olduğundan yarına dönük bir vizyon çizemiyor, stratejik plan aklı geliştiremiyor. Öte yandan hükümetin geçmişteki politikalarını da gelecekte izleyeceği yol için bir veri olarak kullanmak mümkün değil, zira AK Parti kendi geçmişini inkâr ediyor. İnkârdan da öte, geçmişiyle keskin bir kavga içinde olduğu bile iddia edilebilir. Dolayısıyla geçmişe bakıp geleceği tahmin etmek de imkânsız. AK Parti, dünü ile kavgalı, yarını da olmayan bir varlık gibi sadece bugünü, hatta bu anı yaşıyor. Bu yüzden de politikalarını kendi içinde tutarlı bütünlük sergileyen bir çerçevede geliştiremiyor, sadece bugünü kurtarmaya yönelik anlık tepkiler verebiliyor.
Anlık yaşayarak bir süre idare edebilir insan ama bunun sürdürülebilir olmadığı herhalde açık. Ekonomi politikalarıyla ilgili temel sorun işte bu. Bu sorun çözülmedikten sonra Rus oligarkların paralarıyla ya da düne kadar kavga ettikleri Körfez sermayesinin himmetleriyle yürünecek yol nereye götürür?
Yine de olumlu bakmaya çalışalım. Hele yaz gelsin, döviz girişleri hızlansın dur bakalım ne olacak?