Ahmet Çakır
Gazetecilik, yarışma mesleğidir
Bize gazetecilik bir yarışma mesleği olarak öğretildi ve biz de öyle yapmaya çalıştık. Tamam, o günden bu yana koşullar çok değişti. Yaptığınız bir ‘atlatma’ haber en fazla birkaç dakika içinde herkes tarafından ‘aşırılıp’ mesleksel başarınız hükümsüz hale getirilebiliyor. Bunun gibi başka sıkıntı ve sorunlar da var. Ancak her durumda yapılabilecek pek çok iş bulunur ve onlar yapılmıyor.
Hiçbir şey yapılmıyor demek haksızlık olur. Beinsport’un programlarını çeşitlendirme çabasını, sporun kadrosunu güçlendirmesini ve öteki çabaları görmezden gelemem. TRT’nin Olimpiyat, Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası başta olmak üzere pek çok organizasyondan doğan bir yorgunluğu olabiliyor, onu da kabul ediyorum. Bunlar gibi daha bir yığın çabayı ve hatta mazereti de anlamaya hazırım ama durumu pek değiştirmiyor: Tembellik, belirleyici bir etken.
Ülke olarak çok fazla yapısal sorunumuz var. Bunlardan biri de Türkiye’nin bir spor ülkesi olmayışı. İnsanlarımızın spor yapma oranı inanılmaz derecede düşük. Resmi verilere göre halkın yüzde 11,8’i spor yapıyor, başka bir deyişle yüzde 88,2’si bundan uzak duruyor. Hollanda’da bu oran yüzde 65. Yani halkın büyük çoğunluğu spor yapıyor. Devlet, bu oranın yüzde 75’e çıkarılması için çaba gösteriyor. Spor yapılmayan ülkede bu işin yayıncılığı da zayıf kalıyor.
Bu durum, ‘spor yapmıyoruz, seyrediyoruz’ şeklinde ifade ediliyor. Evet, bu kabul edilebilir ama sporla ilgili olarak neyi, ne kadar seyrettiğimiz de tartışılır. Büyük takımların futbol maçlarıyla ilgili seyir ve konuşmaları spor sanıyoruz… Spor medyasının insanlarımızı hareket etmeye yönlendirme konusunda herhangi bir çabası yok. Oysa geçmişte çok daha sınırlı imkanlarla bu tür etkinlikler gösterilmiş.
Spor gazeteleri, dergileri, kitapları dehşet verici derecede düşük düzeyde satışlarıyla adeta bitkisel hayattalar. Geçmişte çok daha parlak durumda olan iki spor gazetesi, bugün çok düşmüş tirajlarıyla zar-zor ayakta duruyor. Temel dayanakları da spor gazeteciliğinden çok bahis bültenleri. 85 milyonluk toplum için sözü edilmeğe değer düzeyde dergiler yok denecek kadar az. Kitap satışları ise tam bir felaket! Dünyanın en iyi spor kitabını çevirtip yayınlasanız 300-500 ancak satıyor.
Evrensel spor uygarlığının kesinlikle dışındayız. Dünyada bunu başta atletizm olmak üzere, yüzme, jimnastik ve tenis gibi dallar temsil ediyor. Fransa Bisiklet Turu, dünyanın sayılı spor olayları arasında görülüyor. Tenisin 4 büyük organizasyonu bütün dünya spor basınında çok geniş biçimde yer bulabiliyor. Bizim spor medyamızda ise bunlara fazla aldırış edilmiyor. FB-GS-BJK ile ilgili sürekli aynı şeylerin tekrarlanması insanlara spor yayıncılığı diye yutturulmaya çalışılıyor. Varılan sonuç da ortada.
···
Spor yayıncılığı açısından bir çıkmaza saplanılmasında, işin başındaki insanların umursamazlığı da önemli bir rol oynuyor. İşini iyi yapmayanlardan hesap sorulmuyor. Yeterli donanımı edinmemiş birtakım kardeşlerimiz çok kolay ekrana çıkarılıyor; meslek dışından bazı kişiler, neyi ne kadar bildiklerine bakılmadan vitrine konuluyor. Bu da kaliteyi düşürüyor ve izleyiciyi kaçırıyor.
Hemen her kanalda bulunan çok sayıda nitelikli arkadaşımızın da, böyle bir tembellik batağında kaybolup gitmeleri tehlikesi var. Bunu çok iyi anlatan bir örnek, Süper Ligin 15.haftasında Galatasaray-Altay maçının oynanacak oluşu nedeniyle ortaya çıktı. TRT’de Erbatur Ergenekon kardeşimiz, Fatih Terim-Mustafa Denizli ekseninde pek çok şey yapılabileceğini hatırladı.
Son derece donanımlı bir spor gazetecisi olan Erbatur, nasıl bir tembellik batağına düşmekte olduklarını farkeder gibiydi. Bırakın programları, haberlerde bile sürekli olarak Trabzonspor’un 3 büyüklere yaptığı puan farkından başka bir şey konuşulmaması saçmalığını elbette ki görebiliyordu. Türk futbolunun iki efsane teknik direktörünün takımlarının maçı ve bununla bağlantılı öteki durumlarla ilgili pek çok şey yapılabileceğini söyledi; bunu vadetti. Benim de içimde çiçekler açtı.
Ertesi akşam o saatte bir jüri görevim olduğu için izleyemedim, sonrasında kendisine sordum. Ne yazık ki söylediği işi yapamamış, konuyu sadece sohbet düzeyinde değerlendirebilmişler. Dolayısıyla şimdilik onun iyi niyeti ve bir yığın programa çıkarak yararlı olma çabasıyla idare edeceğiz. Elbette ki TRT’nin pek çok programında yer alıp arada maç da anlatan Serkan Yetkin gibi olağanüstü denilebilecek kadar çalışkan arkadaşlarımızın emeklerini de görmezden gelemeyiz.
···
İçine düştüğümüz tembellik batağının kötülüklerinden biri de son yıllarda mesleğin yıldızları diye gösterilebilecek arkadaşlarımızın pek çıkmayışı. Spor muhabirliğinden yola çıkıp ülkenin önemli iş insanlarından biri durumuna gelen yeni Acunlar filan aramıyoruz; ‘şu arkadaşımız güzel işler yapıyor’ diyebileceğimiz birini bile göremiyoruz.
Bu yolda birkaç adım atmış olan Barış Yurduseven kardeşimiz bile artık bize GS-FB-BJK ve elbette ki Trabzonspor’un nasıl oynaması, kimleri transfer etmesi, şampiyonluk olmak için neler yapması gerektiği gibi konuları anlatmaya çalışıyor. Bunların o hafta içinde defalarca başka programlarda dile getirilmiş olmasına filan da kimse aldırış etmiyor.
Bu kapsamda en yadırgadığım durum, TRT’nin gece yarısı yayınlanan haber programında, güzel hanım kızımızın sanki günün ilk programıymış gibi her şeyi son derece uzun ve ayrıntılı biçimde aktarması, bunu bir sohbet havası içinde yapmaya çalışması ve izleyicilerden de görüş isteyip bunları yayında aktarması oluyor.
Benim bildiğim, gecenin sabaha dönmeye başladığı o saatlerde yapılacak iş, gündüz haber izleme imkanı bulamamış olanlara 24 saatin spor olaylarını tamamen habercilik kalıpları içinde aktarmaktır. Kardeşimiz, pek de hakim olmadığı bazı konularda tuhaf değerlendirmeler ve ‘ne demek istiyor acaba?’ duraksaması yaratan uzun uzun anlatımlarla yeni bir televizyonculuk türü icat etmeye çalışır gibi…
Kuşkusuz ki kendi karar verdiği bir durum değil bu. İşin yetkilisi olan kişilerin böyle bir programdan ne beklediklerini anlayabilmek de kolay olmuyor. Bunun gibi pek çok konuda daha derli-toplu işler yapmak gerekiyor. TRT’nin de bununla ilgili yeterli birikimi var.