Haldun Solmaztürk
‘Cumhurbaşkanı sıfatıyla’ o konuşmayı yapamaz; ama yapıyor.!
Kendilerine ‘Ak Parti’ demeye bayılıyorlar ama ‘ak’ kelimesinin anlamını onlar da biliyorlar. Çelişkiyi açıklayamadıkları için de ya ‘günah işleme özgürlüğü’ gibi saçmalıklara ya da ‘ulu'l emr'e itaat’ gibi kavramları çarpıtmaya sığınıyorlar.
Elbette bir de ‘darül harp’ var…
Geçen hafta partilerinin kuruluş yıldönümüydü—dile kolay, tam yirmi iki yıl olmuş…
Ülkenin üzerine kabus gibi çöktüler…!
Partinin genel başkanı ‘Dava ve yol’ arkadaşlarına, ‘Ak Parti’ ailesinin mensuplarına hitap etti…
Yüz kasları gergin, kaşları çatık, dişleri sıkılı, gözlerini—bizim göremediğimiz—ekrana dikmiş, hızla akan yazıyı okuyor…
Belli ki—bizler gibi—o da bunalmış, çok gerilmiş…!
O ektiğini biçiyor ama dayatılan kötü yönetimin sonuçlarını hepimiz, bizler de yaşıyoruz.
‘Kutlu davaya’ emek veren herkese teşekkür ediyor, son seçimlerdeki başarı için tebrik ediyor.
“Gece gündüz çalışacağız; belediyelerdeki başarısızlıklarını örtmeye çalışanların gerçek yüzlerini ortaya koyup emaneti beceriksizlerden alıp ehline vereceğiz. Yirmi üçüncü kuruluş yıl dönümümüzde 31 Mart 2024 seçim zaferine ulaşacağız” diyor.
Bunları söylerken arkasında, önünde Cumhurbaşkanlığı forsu var.
Sanki AKP genel başkanı değil de ülkenin Cumhurbaşkanı konuşuyor…!
Sanki bu ülkenin bir anayasası yok ya da o anayasada Cumhurbaşkanı ‘yemini’ yok…!
1924 Anayasası’ndaki Cumhurbaşkanı yemini 1961 Anayasasıyla yeniden düzenlenmişti.
‘Reisicumhur sıfatiyle’ ifadesi 1961’de ‘Cumhurbaşkanı sıfatıyla’ oldu—1982’de de öyle kaldı.
Ayrıca milletin ‘bütünlüğü’, milletin kayıtsız şartsız ‘egemenliği’, ‘anayasayı’ saymak ve savunmak, ‘demokrasi ve hukuk devleti’ ilkeleri ve Cumhurbaşkanı’nın ‘tarafsızlığı’ vurgulandı.
Bunları gerekli kılan Demokrat Parti’nin ‘hukuk’ tanımaz, ‘taraflı’ tek parti yönetimiydi.
Metne 1982’de ‘Atatürk ilke ve inkılapları’, ‘laik Cumhuriyet’, insan hakları ve temel hürriyetler’ eklenirken başta ‘tarafsızlık’ olmak üzere temel ilkeler aynen korundu.
Yani lafzıyla ve ruhuyla cumhurbaşkanının tarafsızlığına ve anayasadaki temel kurumlara ve kavramlara saygıya dikkat çeken metni şekillendiren siyasi tarih ve deneyimdir.
Şahsı, o yemini üç kez okudu—2014, 2018, 2023’te…
Sonra ülkemiz 2017’de ‘özgür olmayan’ bir ülkeye dönüştü.
Bugün artık hukukun üstünlüğünde 180 ülke arasında 165. sıradayız.
Avrupa Parlamentosu’nun ifadesiyle “Türkiye tüm dünyada her türlü otoriter uygulamanın ‘teşhir vitrini’ haline gelmiştir; bu kötü durumu düzeltme yönünde bir siyasi irade de yoktur”.
Laiklikteki aşınma ise ‘yobazların’ açıkça Hilafet çağrısı yapabildikleri aşamaya ulaştı.
Dört yıl önce Cumhurbaşkanı’nın askeri danışmanı ile Cumhuriyet’in (!) Diyanet İşleri Başkanı el ele verip ‘ümmet’ devleti için anayasa hazırlamışlardı. Bir başka danışman geçen hafta, ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmeyi’ kendisine misyon edinmiş Diyanet memuruna sahip çıkarken aynı misyona destek veriyordu.
Sonunda sıra Anayasa’nın—ve Cumhurbaşkanı yemininin—en temel hükmüne geldi: tarafsızlık…
1924 ve 1960 anayasalarındaki yemin ‘namusum üzerine söz veririm’ diye biterdi; 1982’de “Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine and içerim” şeklini aldı.
Ama hiçbir şey değişmedi; üç kez aynı yemini etti ama yine de Anayasayı tanımıyor. Tanısa ‘Cumhurbaşkanı sıfatıyla’, ‘Cumhurbaşkanı’ forsu önünde, bu kadar ‘taraflı’, siyasi muhalefeti ötekileştiren, milleti bölen bir konuşma yapmazdı, yapamazdı.
Ama yaptı.!
Çünkü kendisini ‘Anayasa’ ile bağlı saymıyor, yönetme meşruiyetini Anayasa’dan değil bir başka ‘kaynaktan’ aldığına inanıyor.
Laik, demokratik Cumhuriyet yüzüncü yılında varlığına yönelik en büyük tehditle karşı karşıyadır; farklı bir hukuk sistemi ve farklı bir siyasi rejim dayatılıyor…!
İki yıl önce “Bir Müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim. Hüküm bu.!” demişti; öyle de yapıyor…!
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı tanımadığını, yok saydığını daha açık nasıl ifade edebilir…?
Daha ne kadar, nereye kadar görmezden gelmeye devam edeceğiz…?