Mehmet Şandır
BU COĞRAFYA’DA BÜYÜK DÜŞÜNMEYE MECBURUZ! ANCAK, ÖNCELİKLE EKMEĞİ BÜYÜTMELİYİZ!
Yeni Anayasa yapmak ve Ay’a gitmek; İki “Çılgın Proje”.
Sayın Cumhurbaşkanı, toplumu şaşırtmaya devam ediyor; “müjdeli haber” torbasından bu defa tavşan(!) çıktı…
Kafalar epey karıştı…
İki farklı olayı birlikte ve birbirine zıt duygu, düşünce ve tepkilerle tartışmak durumunda kaldık ve hemen ayrıştık.
İktidar destekçileri, “dijital çağı yakalamak” için uzaya çıkmak gerektiğini ve Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında darbe anayasasından kurtularak daha özgürlükçü bir anayasa yapmanın bir zorunluluk olduğunu iddia ediyorlar. Böylece büyük ve güçlü devlet olacağımızı ve halkın refah seviyesinin yükseleceğini müjdeliyorlar.
Muhalif takılanlar ise ülkenin ve toplumun birçok günlük ve acil sorunu varken mevcut şartlarda gerçekleşmesi çok zor hatta imkânsız olan ve halkın günlük hayatında hiçbir karşılığı olmayan çılgın projelerle İktidar partilerinin, milletin aklıyla alay ettiğini iddia ediyor ve Milli Uzay Programı’nın ilan edilen 10 yılda hangi kaynakla gerçekleştirileceğini sorguluyorlar.
Anayasa konusunda ise gerekçeyi ve amacı reddetmeden haklı olarak İktidarın samimiyetine ve ciddiyetine inanmadıklarını ifade ediyorlar.
Bu hamur daha çok su kaldırır.
Her iki cenahta söylenenlerin doğruları vardır.
Ancak, hayal olsa da daha fazla özgürlüğü ve büyüklüğü/refahı/umudu vaat eden iktidar partilerine karşı sorunları/gerçekleri konuşarak yürekleri daraltan, öfkeleri kabartan muhalefetin tavrının, toplum psikolojisinde ve bireyin şuur altında nasıl bir algı oluşturacağı ve bu durumun seçimlere nasıl yansıyacağı konusu, esas tartışılması gereken husustur.
Geçen hafta bu köşede “yeni anayasa yapalım” teklifi, Sayın Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı seçilmesini sağlamak için bir algı projesidir, demiştik.
Milli Uzay Programı ile iktidar, toplumu şaşırtmaya devam ederek çok ustalıkla düşünülmüş bir siyaset mühendisliği yapıyor.
İktidara karşı sorunları/olumsuzu konuşmaya mecbur bırakılan ve çılgın projeleri “masal anlatmak” veya “yandaş iş adamlarına iş yaratmak” olarak değerlendiren muhalefetin işi gerçekten çok zor!
Ümit ve korku tercihinde insan yaratılışı her şeye rağmen umuttan yanadır.
BENCE
Devlet yönetiminde ve toplumsal hayatta “mümkün olanla olması gerekeni” birlikte düşünmek ve ehem/mühim önceliğini isabetli yapmak esastır.
Milli Uzay Programı’nı bu kuralın ışığında irdelemekte fayda bulunmaktadır.
Günümüz dünyasında uzay hâkimiyeti çok önem kazandı.
Artık güç dengelerini uzay hâkimiyeti ve bu alandaki bilgi ve teknolojilere sahip olmak belirleyecektir. Özellikle internet üzerinden yapılacak bilgi iletişiminin güvenliği açısından uzaydaki uyduların sahipliği çok önem taşıyacaktır.
Aslında, Türkiye’nin uzay çalışmaları Devlet’in bazı kurumlarında 1985 yılından bu yana yapılmaktaydı. Önemli deneyimler kazanılmıştı.
13 Aralık 2018 tarihinde Türkiye Uzay Ajansı kuruldu ve iki yıllık bir çalışmayla Milli Uzay Programı hazırlandı. Bu program ülkemizin uzaydaki yol haritası olacaktır.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı bu 10 aşamalı programa göre Türkiye, 2030 yılında kendi uydusu ve kendi astronotu ile Ay’a ulaşacak.
ANCAK,
Bu konuda rekabet etmeyi planladığımız ülkeler, 400 bin kilometre uzaklıktaki Ay’a gitmekten çoktan vazgeçtiler, şimdilerde 493 milyon kilometre uzaklıktaki Mars’a hatta daha uzaklara gitmeye çalışıyorlar.
Karamsarlığa ve Milli Uzay Programı’nı küçümsemeye gerek yok!
Önemli olan, bu teknoloji ve bilgiye sahip olmak ve gerekli altyapı ve kadroyu yetiştirmektir. Her şeyden önemlisi de bu iradeyi ortaya koyabilmektir.
Bugüne kadar başka devlet veya özel firmaların imkânları ile uzaya haberleşme ve gözlem uydularımızı göndermiştik; hedef bu uyduları kendi imkân ve kadrolarımızla gönderebilmek ve Türk mühendislerinin yerli yazılımıyla uydulardan elde ettiğimiz bilgilerin güvenliğini de koruyabilmektir.
O da olacak inşallah…
Gelinen nokta önemlidir ve görülen rüya gelecek için stratejik değerdedir.
Geçmişte, Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü olduğu dönemde 14 yıl sadrazamlık yapan Sokullu Mehmet Paşa’nın hayali olan Süveyş Kanalı, Karadeniz’i Hazar Denizi’ne bağlayan kanal ve İzmit Körfezi’ni Sapanca Gölü üzerinden Sakarya Nehri’ne ve Karadeniz’e bağlayan kanal projeleri gerçekleşmiş olsaydı, bu gün her şey farklı olabilirdi.
Yapmamız gereken birçok şeyi yapamayabiliriz, yapmaya gücümüz de yetmeyebilir. Ancak, “olması gerekeni” düşünmek/hayal etmek ve bu yönde adım atmak, gelecek nesillere karşı borcumuzdur.
Dünyanın en değerli ve stratejik coğrafyasında yaşıyoruz. Bu coğrafyada zayıfların yaşaması en azından özgür ve onurlu yaşaması mümkün değildir.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifadesi ile söylersek, Milli Uzay Programı ile “Medeniyetimizin gökyüzündeki yolculuğuna kapı aralıyoruz”.
Hayali bile güzel…
Üniversite yıllarımda (1966-70) rahmetli Alparslan Türkeş’in eğitimlerine katıldım.
İki konuyu öncelikle anlatırdı; Önce milletimizin mücadele tarihini, coğrafyamızın jeopolitik değerini ve bu coğrafyada güçlü olmaya mecbur olduğumuzu anlatırdı.
Güçlü olabilmek için de nükleer teknolojiye/bilgiye sahip olmamız gerektiğini, yazarak, çizerek anlatır ve “mutlaka göklere hâkim olmalıyız” derdi.
Büyük olmaya ve büyük düşünmeye mecburuz!
ANCAK, ÖNCELİKLE,
• Ekmeği büyütmeliyiz; ülkemizde hiçbir çocuk yatağa AÇ girmemeli, babalar çocuklarına mahcup olmamalıdır.
• Analar ağlamasın; terörü acilen bitirmeliyiz.
• Üretime dayalı bir büyümeyi gerçekleştirmeli, israftan kaçınmalıyız.
• Safları sıklaştırmalı, birliğimizi güçlendirmeliyiz.
• Özgürlükleri genişletmeli, adaleti ve asayişi ulaşılır kılmalıyız.
• Her şeyden önce de SEVGİYİ büyütmeliyiz.
Yeni Anayasa yapmak ve Ay’a gitmek; İki “Çılgın Proje”.
Sayın Cumhurbaşkanı, toplumu şaşırtmaya devam ediyor; “müjdeli haber” torbasından bu defa tavşan(!) çıktı…
Kafalar epey karıştı…
İki farklı olayı birlikte ve birbirine zıt duygu, düşünce ve tepkilerle tartışmak durumunda kaldık ve hemen ayrıştık.
İktidar destekçileri, “dijital çağı yakalamak” için uzaya çıkmak gerektiğini ve Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında darbe anayasasından kurtularak daha özgürlükçü bir anayasa yapmanın bir zorunluluk olduğunu iddia ediyorlar. Böylece büyük ve güçlü devlet olacağımızı ve halkın refah seviyesinin yükseleceğini müjdeliyorlar.
Muhalif takılanlar ise ülkenin ve toplumun birçok günlük ve acil sorunu varken mevcut şartlarda gerçekleşmesi çok zor hatta imkânsız olan ve halkın günlük hayatında hiçbir karşılığı olmayan çılgın projelerle İktidar partilerinin, milletin aklıyla alay ettiğini iddia ediyor ve Milli Uzay Programı’nın ilan edilen 10 yılda hangi kaynakla gerçekleştirileceğini sorguluyorlar.
Anayasa konusunda ise gerekçeyi ve amacı reddetmeden haklı olarak İktidarın samimiyetine ve ciddiyetine inanmadıklarını ifade ediyorlar.
Bu hamur daha çok su kaldırır.
Her iki cenahta söylenenlerin doğruları vardır.
Ancak, hayal olsa da daha fazla özgürlüğü ve büyüklüğü/refahı/umudu vaat eden iktidar partilerine karşı sorunları/gerçekleri konuşarak yürekleri daraltan, öfkeleri kabartan muhalefetin tavrının, toplum psikolojisinde ve bireyin şuur altında nasıl bir algı oluşturacağı ve bu durumun seçimlere nasıl yansıyacağı konusu, esas tartışılması gereken husustur.
Geçen hafta bu köşede “yeni anayasa yapalım” teklifi, Sayın Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı seçilmesini sağlamak için bir algı projesidir, demiştik.
Milli Uzay Programı ile iktidar, toplumu şaşırtmaya devam ederek çok ustalıkla düşünülmüş bir siyaset mühendisliği yapıyor.
İktidara karşı sorunları/olumsuzu konuşmaya mecbur bırakılan ve çılgın projeleri “masal anlatmak” veya “yandaş iş adamlarına iş yaratmak” olarak değerlendiren muhalefetin işi gerçekten çok zor!
Ümit ve korku tercihinde insan yaratılışı her şeye rağmen umuttan yanadır.
BENCE
Devlet yönetiminde ve toplumsal hayatta “mümkün olanla olması gerekeni” birlikte düşünmek ve ehem/mühim önceliğini isabetli yapmak esastır.
Milli Uzay Programı’nı bu kuralın ışığında irdelemekte fayda bulunmaktadır.
Günümüz dünyasında uzay hâkimiyeti çok önem kazandı.
Artık güç dengelerini uzay hâkimiyeti ve bu alandaki bilgi ve teknolojilere sahip olmak belirleyecektir. Özellikle internet üzerinden yapılacak bilgi iletişiminin güvenliği açısından uzaydaki uyduların sahipliği çok önem taşıyacaktır.
Aslında, Türkiye’nin uzay çalışmaları Devlet’in bazı kurumlarında 1985 yılından bu yana yapılmaktaydı. Önemli deneyimler kazanılmıştı.
13 Aralık 2018 tarihinde Türkiye Uzay Ajansı kuruldu ve iki yıllık bir çalışmayla Milli Uzay Programı hazırlandı. Bu program ülkemizin uzaydaki yol haritası olacaktır.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı bu 10 aşamalı programa göre Türkiye, 2030 yılında kendi uydusu ve kendi astronotu ile Ay’a ulaşacak.
ANCAK,
Bu konuda rekabet etmeyi planladığımız ülkeler, 400 bin kilometre uzaklıktaki Ay’a gitmekten çoktan vazgeçtiler, şimdilerde 493 milyon kilometre uzaklıktaki Mars’a hatta daha uzaklara gitmeye çalışıyorlar.
Karamsarlığa ve Milli Uzay Programı’nı küçümsemeye gerek yok!
Önemli olan, bu teknoloji ve bilgiye sahip olmak ve gerekli altyapı ve kadroyu yetiştirmektir. Her şeyden önemlisi de bu iradeyi ortaya koyabilmektir.
Bugüne kadar başka devlet veya özel firmaların imkânları ile uzaya haberleşme ve gözlem uydularımızı göndermiştik; hedef bu uyduları kendi imkân ve kadrolarımızla gönderebilmek ve Türk mühendislerinin yerli yazılımıyla uydulardan elde ettiğimiz bilgilerin güvenliğini de koruyabilmektir.
O da olacak inşallah…
Gelinen nokta önemlidir ve görülen rüya gelecek için stratejik değerdedir.
Geçmişte, Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü olduğu dönemde 14 yıl sadrazamlık yapan Sokullu Mehmet Paşa’nın hayali olan Süveyş Kanalı, Karadeniz’i Hazar Denizi’ne bağlayan kanal ve İzmit Körfezi’ni Sapanca Gölü üzerinden Sakarya Nehri’ne ve Karadeniz’e bağlayan kanal projeleri gerçekleşmiş olsaydı, bu gün her şey farklı olabilirdi.
Yapmamız gereken birçok şeyi yapamayabiliriz, yapmaya gücümüz de yetmeyebilir. Ancak, “olması gerekeni” düşünmek/hayal etmek ve bu yönde adım atmak, gelecek nesillere karşı borcumuzdur.
Dünyanın en değerli ve stratejik coğrafyasında yaşıyoruz. Bu coğrafyada zayıfların yaşaması en azından özgür ve onurlu yaşaması mümkün değildir.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifadesi ile söylersek, Milli Uzay Programı ile “Medeniyetimizin gökyüzündeki yolculuğuna kapı aralıyoruz”.
Hayali bile güzel…
Üniversite yıllarımda (1966-70) rahmetli Alparslan Türkeş’in eğitimlerine katıldım.
İki konuyu öncelikle anlatırdı; Önce milletimizin mücadele tarihini, coğrafyamızın jeopolitik değerini ve bu coğrafyada güçlü olmaya mecbur olduğumuzu anlatırdı.
Güçlü olabilmek için de nükleer teknolojiye/bilgiye sahip olmamız gerektiğini, yazarak, çizerek anlatır ve “mutlaka göklere hâkim olmalıyız” derdi.
Büyük olmaya ve büyük düşünmeye mecburuz!
ANCAK, ÖNCELİKLE,
• Ekmeği büyütmeliyiz; ülkemizde hiçbir çocuk yatağa AÇ girmemeli, babalar çocuklarına mahcup olmamalıdır.
• Analar ağlamasın; terörü acilen bitirmeliyiz.
• Üretime dayalı bir büyümeyi gerçekleştirmeli, israftan kaçınmalıyız.
• Safları sıklaştırmalı, birliğimizi güçlendirmeliyiz.
• Özgürlükleri genişletmeli, adaleti ve asayişi ulaşılır kılmalıyız.
• Her şeyden önce de SEVGİYİ büyütmeliyiz.