Yazı yazmanın en zor olduğu zamanlar böylesi zamanlar olmalı. İnsanın içinin daraldığı, ruhunu sarsan fırtınalara rağmen sakin kalıp zihnini toplamaya çalıştığı anlarda yazı yazmak sanırım kimse için kolay değildir. Ülkenin yangın yerine döndüğü, yaşanan hiçbir kötü şey için bir Allah’ın kulunun çıkıp sorumluluk üstlenmediği günlerde insan kendini daha bir çaresiz hissediyor.
Yaşanan trafik kazası sonrası, kaza yerine toplaşan ahalinin içine dalan ağır vasıtaların yarattığı katliamlara mı üzülelim, onca açlık ve yoksulluğa rağmen “Bizde kriz, yok market sepetini istediğimiz gibi doldurabiliyoruz” diyebilenlere mi kızalım? Yaşanan her olumsuzluğu hayali nedenlere, bilinmez güçlere bağlayanlara mı öfke duyalım, yoksa yaşadığı yoksulluğu kaderi olarak görüp yoksulluğuna neden olanlara alkış tutanlara mı üzülelim?
Yaşadığı ülkenin tüm gerçeklerinden kopmuş, kendisine ve kitlesine başka bir gerçeklik yaratmakla meşgul bir anlayışın yönettiği ülkenin vatandaşı olmanın ağırlığı üzerimize çöküyor. Yoksulluğun, eğitimsizliğin, sağlık ve yargı sisteminin dağılmış halinin bir kader ya da kimi dış güçlerin oyunu değil bizatihi kötü yönetimin sonuçları olduğunu kime nasıl anlatalım? Başka bir hayatın, daha özgür bir hayatın, mutlu bir geleceğin mümkün olduğunu nasıl gösterelim?
DİSK’in raporuna göre, Türkiye’de 10 milyon kişi asgari ücretle çalışıyor. Asgari ücretin bile altında ücretle çalışan sayısı 4 milyona yakın. Düzenli bir işi ve geliri olmayanlar, iş buldukça çalışanlar bu sayılara dâhil bile değil. Türkiye’de bugünkü kurla asgari ücret yaklaşık 303 Avro. Hollanda’da asgari ücret 1.725 Avro, Almanya’da 1.621 Avro. Üstelik Almanya’da asgari ücretle çalışanların tüm çalışanlara oranı sadece yüzde 6.6. Bu sayılara rağmen bir bakan, Avrupa ülkelerindeki doğalgaz fiyatlarını TL’ye çevirip Türkiye’deki fiyatların ne kadar ucuz(!) olduğunu söyleyebiliyor.
Biliyorum tablo karamsar. İnsanın isyan edesi ya da kabuğuna çekilip gözlerini ve kulaklarını kapatası geliyor. Fakat umutsuz olmaya da kabuğumuza çekilmeye de hakkımız yok. Önce kendi hayatımıza, sonra sevdiklerimizin, yakınlarımızın, komşularımızın, aynı ülkeyi ve kaderi paylaştıklarımızın hayatına sahip çıkmak borcumuz. Bu borcu yerine getirirken yalnız olmadığımızı, bizim gibi hisseden milyonlarca insan olduğunu hiç unutmamamız gerekiyor. Daha güzel bir Türkiye hayalini büyütmek için, çocuklarımızın eğitimi, sağlığı ve geleceği için, bizlerin bugünü, özgürlüğü, huzuru ve refahı için elden geleni yapmaktan vazgeçmeyenler olduğunu bilmek umutlanmak için yeterli olmalı.
Tıpkı Şebnem Ferah şarkısında olduğu gibi; “Hala birileri var/ Birileri var/ Ruhunu şerefini/ Zalimin gölgesine/ Satmayan, Birileri var/ Dünyanın çivisine/ Bugünün gerisine/ Sahip çıkan”. Evet, birileri var. Ama birileri bizim, hepimizin desteği olmadan bu işin üstesinden gelemez. O birilerini çoğaltmalı, onlara destek vermeli, dünyanın çivisine onlarla birlikte sahip çıkmalıyız. İşte o zaman “Belki şehre bir film gelir, bir güzel orman olur yazılarda, iklim değişik Akdeniz olur” ve işte o zaman hep birlikte gülümser, üzerimizdeki karamsarlığı atar, içimizdeki huzursuzluğa bir son verebiliriz.