Ahmet Çakır
Başka ne olabilirdi?
Bunu çok istediğimiz için ve buna ek olarak ilk maçta deplasmanda golsüz beraberlikle artan umutlarımız nedeniyle Barcelona’yı elemek için hayaller kurduk ama sonuçta gerçekler ağır bastı.
Galatasaray’ın da elenmesiyle 2021-20222 Avrupa serüvenimizi noktalamış olduk. Bununla ilgili olarak çokça sözü edilen ülke puanı konusunda ise tam anlamıyla tepetaklak bir düşüş içindeyiz. O sıralamada 15’incilikten aşağı indiğinizde Avrupa Kupalarına şu anda göndermekte olduğunuz 5 takımdan 1’ini kaybetmiş oluyor, yani 4 takımla katılıyorsunuz.
Bununla ilgili hesaplamalar her yılın aralık ayında yapılıyor ve 1,5 yıl sonra geçerli oluyor. Bu da kafaların karışmasına yol açıyor. Şu anda 2022-2023 sezonu Avrupa Kupalarına 5 takımla katılma hakkına sahibiz çünkü bununla ilgili hesaplama 2021 Aralık ayında yapıldı ve biz kılpayı 15.likte tutunmayı başardık. Onun sonrasında maçlar sürüyor ve bizim düşüşümüz de durdurulamıyor. önümüzdeki aralık ayında yapılacak hesaplamada 20.likten daha iyi bir yerde olabileceğimiz kuşkulu. Çünkü takımlarımız Avrupa’da başarı denilen bir kavramı unutmuş durumda. Zayıf sayılabilecek ya da bizimle denk denilebilecek takımlar karşısında bile hemen hiçbir varlık gösteremiyoruz.
***
Bir yandan da böyle bir ortamda Barcelona’yı eleme hesapları yapabiliyoruz. Evet, buna biraz futbolun doğasındadaki şaşırtıcı durumlar izin veriyor ama bizim abartılarımız bndan çok daha geniş bir yer kaplıyor. Böyle sözler ederek taraftarı okşamayı iş edinmiş pek çok arkadaşımız var.
Maçlar oynanmadan da anlatmaya çalıştım. Barcelona ara transferde eksiklerini giderdi ve eskisi gibi müthiş bir takım olma yoluna girdi. Nitekim Napoli ve Atletico Madrid gibi çok güçlü takımları deplasmanda 4’er golle geçmesi bunun kanıtıydı. Kendi sahasında oynadığı La Liga maçlarında da rakiplerine yine bu 4’lük tarifeyi uyguladı.
Galatasaray’ın durumu ise ortadaydı. Kendi liginde tarihinin en perişan dönemini yaşayan ve küme düşme olasılıkları gündeme gelen bir takım… Böyle bir ortamda Barcelona’yı eleyebileceğinizi düşünmek, ‘futbolun akılla hiçbir ilişkisi yoktur’ demekle aynı anlama gelir. Oysa futbolun en az yüzde 80’i akıldır, yüzde 20’lik bölümde sürprizler, duygular, şaşırtıcı birtakım durumlar filan olabilir.
***
Sizin 10 milyon euro bulup da Gedson Fernandes gibi çok gerekli bir oyuncuyu alamadığınız ortamda Barcelona sadece Ferran Torres için 55 milyon euroyu masanın üzerine koydu. Aubemeyang, Traore gibi oyuncuların maliyetlerinin de bundan aşağı olduğu düşünülemez. Yani arada olağanüstü bir bütçe farkı var. Evet, futbolu o paralar oynamıyor ama o oyuncular bu düzeyde futbol oynayabildiği için böyle paralar sözkonusu olabiliyor. Bunu da maçlarda görüyoruz.
Asla başedemeyeceğimiz gerçek şu: Avrupa’da 8-10 takım, ötekilerle arayı çok açtı. Bunlar yaklaşık 1 milyar euro civarındaki kadro değerleri ile her türlü başarının ve kupanın potansiyel adayları. Bu takımları hepimiz biliyoruz: Bayern Münih, PSG, Manchester City, Liverpool, Chelsea. Real Madrid, Barcelona… Bunların hemen arkasına kadro değerleri 500-800 milyon euro düzeyinde olan Dortmund, Ajax, Porto, Benfica gibi başaltı takımlarını dizebiliriz. Bunları geçip de başarıya ulaşmak sadece Galatasaray için değil, aynı çizgideki başka pek çok takım için hayal olmanın da ötesindedir. Kaldı ki Galatasaray ve öteki takımlarımız, kendilerinden çok zayıf birtakım rakiplere elenmek gibisinden utandırıcı durumları da yaşıyorlar.
***
Gerçekler bu kadar açık ve katı iken Barcelona’yı eleyebileceğimizi düşünmek, bununla ilgili hayaller kurmak elbette ki kötü birşey değil ama gerçekleşmesi de olanaksız. O zaman bu gelinen yerin keyfini çıkarmak gerekiyor. Galatasaray, bu maçtan dolayı önemli ölçüde para ve prestij kazandı. Barcelona maçını tam 126 ülke naklen verdi. Yani yeryüzünde yüzmilyonlarca televizyon seyircisi Galatasaray’ı izledi, Türkiye’nin adını duydu. Bu, az kazanç mıdır?
Sarı-kırmızılı takım bir yandan tarihinin berbat dönemlerinden birini yaşarken öte yandan Avrupa ve dünya futbolunun zirvelerinde bizi 1 haftalık bir gezintiye çıkarmış oldu. Muhtemel rakipler arasındaki takımların hepsi Galatasaray’ı eleyebilirdi. Yok canım, filan demeye kalkmayın, çok daha zayıf rakiplere bile elendi takımlarımız. Adı-sanı bilinmeyen bir rakiple oynayıp elenmek yerine Barcelona ile iki maç yapmak çok daha iyidir. Öyle de olmuştur. Özellikle Barcelona, rakiplerini de yukarıya çeken bir güce sahip. Bunu iki maçta da gördük. Rakibiyle birlikte Galatasaray da büyüdü. Bu statta Giresunspor, Kasımpaşa gibi rakiplere yenilen Cim Bom, Barcelona’ya boyun eğmemek için elinden gelenin fazlasını yapmaya çalıştı. Yapılması gereken de buydu.
***
İlle de konuyu tartışmak istiyorsanız, 1950’li yıllardan bu yana yaklaşık 70 yıldır en az onlar kadar para harcadığımız halde bırakın bir Barcelona, Real Madrid düzeyinde bir takım ortaya çıkarmayı, bir Atletico Madrid, Porto ya da Benfica’mız niye yok diye çok daha sağlıklı bir tartışma yapabiliriz. Onlar ciddi, disiplinli, planlı-programlı bir çalışma, akılcı bir organizasyonla bugün bulundukları noktaya gelirken, biz bir bataklıkta debelenip duruyoruz. 5 yıl önce değeri 500 milyon olan ürünümüzün bugün 100 milyona düşmüş olması bile son derece çarpıcı bir durum iken, gözümüzün önündeki bu yıkıcı gerçekleri görmezden gelip Barcelona’yı eleme hayalleriyle avunabiliyoruz. Hayal kurmak iyidir hatta gereklidir ama onu gerçekleştirebilmek için gerekli çabayı göstermek koşuluyla. Peki, biz bunu yapıyor muyuz? Yoksa boş laflarla dünyayı fethedebileceğimizi sanmaktan bir türlü vazgeçemiyor muyuz?
Ne dersiniz?