Haldun Solmaztürk

Haldun Solmaztürk

‘Aydınlanmayı’ mücevher taşa kazıdık.!

Bu yazı, Gazete Pencere’de 2020’deki son yazım; 6 Ocak’tan bu yana elli ikinci yazı…
Bu yazılar çala-kalem yazılmıyor, zaman alıyor. Toplarsanız hayatınızın yaklaşık iki ayı.!
İster istemez, böyle kilometre taşlarına geldiğinizde bir muhasebe yapıyorsunuz:
Değer mi.?
Gerçek gazeteciliğin müstesna örneklerinden biri olan Hasan Pulur’u beş yıl önce bugünlerde kaybetmiştik. Son günlerinde Türk basınındaki hızlı yozlaşmaya şahit olmak zorunda kalmıştı.
‘Aydın kime denir’ sorusuna cevap aradığı—2001’den—bir yazısını saklamıştım.
Aydın, bir “fikir, amaç ve karakter sahibi olmalıdır”, kandırmamalı, akla ve bilime dayanarak “inandırmalıdır” diyor. Aydındaki medeni cesareti bir kahramanlık değil ‘doğal vasıf’ görüyor.
Aydın gerçeği yaymayı ‘vazife’ bilir; dürüst ve feragatlidir, “avarelik aydına yakışmaz”.
Aydın kavramı ‘aydınlanma’ kavramı ile ilişkilidir.
Aydınlanma, 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa’da gelişen entelektüel ve felsefi dalga.. Kökeninde rönesans (yeniden doğuş), reform (laik devlet düzeni) ve bilim devrimi var. Sanat, akıl ve bilim uygar insanı yaratınca, tebanın yerini ‘kula-kulluk’ anlayışını reddeden özgür vatandaş alıyor.
Aydınlanmayı, 19. yüzyılda ‘endüstri’ devrimi izlemiştir ki bugün ‘dördüncü’ evresini yaşıyoruz.
Osmanlı İmparatorluğu rönesans, reform ve bilim devrimini yaşamadığı için aydınlanmayı da ıskalamıştır, endüstri devrimini de.! Hala, tüm boyutlarıyla, bir türlü kapatamadığımız bu tarihsel boşluğun bedellerini ödüyoruz. ‘Aydın’ burada devreye giriyor, boşluğu ve anlamını anlatıyor.
Avrupa’nın ‘aydınlanması’ Osmanlı’nın ‘gerilemesine’ denk gelir. III. Selim, II. Mahmut gibi padişahlar, endüstri devriminin ezici sonuçlarıyla karşı karşıya kalınca, el yordamıyla da olsa, bir şeyler yapmaya çalışmışlar ama bu devasa boşluğu bir türlü kavrayamamışlardır. Rönesans, reform, bilim devrimi, aydınlanma—ve liberalizmi—atlayarak, sadakat ve teslimiyete dayalı sultan-kul ilişkisi içinde bu boşluğun kapatılması elbette mümkün değildir. Aydınlanma sürecinin en temel sonucu, ‘yönetenlerin’ eşit ve özgür vatandaşlara ‘hesap verdiği’ rejimlerdir. Bu rejimlere ‘demokrasi’ diyoruz.
Örneğin malum çevrelerde ‘Gavur padişah’ olarak anılan II. Mahmut bile, esasen kendisinde de teşebbüs ettiği reformları oturtacak bir ‘aydınlanma’ birikimi olmadığı için başaramamıştır. O dönemde, 1835 Nizip bozgununda Osmanlı’ya danışmanlık yapan Prusyalı ‘yüzbaşı’ Moltke, bu açmazı “Kötü, tamahkar bir idarenin uğursuzluğu bu topraklara çökmüştür” diye anlatıyor.
Sonrasında Abdülmecit ve Abdülaziz, Batı’dan aldıkları borçlarla, içi-boş reform (!) çabalarını sürdürmüşler, ödeyemedikleri borçları döndürmek için daha da fazla borç alıp Osmanlı’yı II. Abdülhamit döneminde iflasa sürüklemişlerdir. II. Abdülhamit—ve İttihak Terakki—çözümü (!) devleti ‘Almanlara’ teslim etmekte bulmuştur. Sonuçları, tarih okuyanlar—ve anlayanlar—için ortadadır. Aydınlanma uçurumu bir türlü aşılamamış—hatta kavranamamıştır.
Atatürk Cumhuriyeti ‘aydınlanmaya’ dayalı bir demokrasi projesidir. Aydınlanmanın karşısında olan ‘kulluk’ özlemi içindeki güçlerle mücadele ederek, dört yüz yıllık boşluğu kapatmayı amaçlamıştır. Bugün de ‘gavur padişah’ benzeri karalamaların giderek daha saldırgan, güçlü propaganda çarklarıyla, polis, yargı, hatta yasama gücünü kullanarak yapılıyor olması ibretliktir. Hedefte aydınlanma, aydınlanmış—eşit ve özgür—vatandaş vardır.
‘Kötü ve tamahkar’ bir idareye, şu veya bu nedenle, övgüler düzenlere ne dendiğini herkes bilir. Aydın, ‘kötü ve tamahkar’ idarenin uğursuzluğunu, her şeye rağmen anlatan, aydınlatandır.
Pekiyi bütün buna değer mi?
Onun cevabı da rahmetli Pulur’dan: “Aydın, topluma verir, ama bir karşılık beklemez.!”
Aydın, topluma, tarihe ve geleceğe karşı duyduğu ‘sorumlulukla’ hareket eden kişidir.
2021 daha zor, ama daha ‘aydınlık’ bir yıl olacak.
Artık ‘aydınlanma’ buz üzerine yazılmış bir yazı değil; onu ‘mücevher taşa’ kazıdık.!
Başardık…!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Haldun Solmaztürk Arşivi