Haldun Solmaztürk
Asıl sorunu bir türlü anlayamıyorlar!
6 Şubat Depremi’nin tarihe nasıl geçeceğini henüz bilmiyoruz ama kötü yönetimin bedeli çok ağır oldu. Ölenler, kaybolanlar, sakat kalanlar… Yıkılan şehirler, kaybolan değerler…
Depremin sebep olduğu travmanın hayatta kalan milyonlar üzerindeki etkisi de kalıcı olacak.!
Depremlerin etkilerini en aza indirme—risk azaltma—arama-kurtarma, deprem sonrası yardım ve destek anlamında hemen hiçbir planlama, teşkilatlanma ve ciddi hazırlık yapılmadığı acı gerçeği ortada duruyor. Ve elbette göz göre göre gelen böyle bir felaketin nasıl olup da görmezden gelinebildiği sorusu da cevap bekliyor…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadeleri—metin yazarlarının aklına estiği gibi—çelişkilerle dolu.!
Önce “Rabbim bizleri bir daha böyle ağır imtihanlarla yüz yüze bırakmasın” diyerek ‘kader’ ve ‘imtihan’ söylemini öne çıkardılar. Ölenlerin makamı “Bizim [a.b.] inancımıza göre şehadet-miş”.
O tutmayınca ‘ağır kış şartları, hasar gören alt yapı, geniş etki alanı, trafik yoğunluğu’ öne sürüldü.
Sonra “Dünyada eşi benzeri görülmedik depremlerde elbette kimi aksaklıklar, gecikmeler yaşanmıştır. Bazı ufak tefek sıkıntılar yok değil, var” noktasına gelindi.
Arada “Şerefsizler, namussuzlar, haysiyetsizler!”, “Be ahlaksız, be namussuz, be adi!” gibi atarlanmalar ya da ‘helallik isteme’ gibi denemeler de oldu.
Sonunda “Ölen canları geri getiremeyiz ama depremin yaralarını bir yıl içinde büyük ölçüde saracağız” aşamasına gelindi.
İşte o aşamada inanılmaz bir şey oldu ve bilim insanlarını (!) devreye soktular.
ARTIK deprem sahasındaki ve koordinasyon süreçlerindeki pratikleri, bilim insanlarının ve her alandaki uzmanların birikimleriyle harmanlayarak yeni bir paradigma’ oluşturacaklarmış. Afetleri—deprem, orman yangını, sel, heyelan, terör, sığınmacı krizi—bir ‘bütün olarak’ görmek şartmış.
Çevre ve Şehircilik Bakanı geçen hafta Gaziantep’te “Cumhurbaşkanımızın liderliğinde, bilimin ışığında” çalışmaya devam edeceğiz diyordu. Bizler—vatandaşlarımız—müsterih olmalıymışız.!
Erdoğan da on gün önce İstanbul’daki toplantıda “Türkiye’yi dünyanın afetlere en hazırlıklı ve afetler sonrasında en hızlı ve etkili tepki verebilen ülkesi hâline getirmekte kararlıyız” diyordu. Katılımcılara çağrısı “Gelin ülkemizi afetleri en az kayıpla atlatan, afetler sonrasında da hızla toplanan bir yer hâline getirelim” şeklindeydi. Tersten okursanız, aslında ‘Afete hazırlıklı ve dirençli değildik, hızlı ve etkili tepki veremedik, çok kayıp verdik, toparlanamadık’ demek istiyor ki doğrudur…!
Şimdi—nihayet—sağlam zeminlere, doğru tekniklerle inşa edilen yapıların yıkılmadığını görmüşler; bilim adamları ve deprem uzmanlarıyla birlikte çalışıyor, vatandaşların, iş insanlarının, yerel yöneticileri görüşlerini de alıp her adımı ortak akla uygun şekilde atıyorlarmış.
Asıl sorunun ne olduğunu bir türlü anlayamıyorlar ya da işlerine gelmediği için top çeviriyorlar.!
Sağlam zeminlere, doğru tekniklerle inşa edilen yapıların yıkılmadığı binlerce yıldır biliniyor.
Bilim adamları ve deprem uzmanları bu konularda düşünülmemiş ve söylenmemiş hiçbir şey bırakmadılar, binlerce sayfa rapor yazdılar. Hiçbirini dikkate almadılar, sadece alır gibi yaptılar.
Asıl sorun, kötü—plansız, programsız, keyfi, kişisel, denetlenemeyen—yönetim tarzıdır…!
Milli güvenlik—beka, refah ve saygınlık—bir bütündür. Etkin bir siyaset, strateji, planlama, sevk-idare—yönetim—ve bu işlevleri yürütecek kurumlar gerektirir.
Bunlar, Milli Güvenlik Kurulu’nu fiilen ortadan kaldırdılar, sadece usulen toplanan, hiçbir ağırlığı olmayan bir yapıya dönüştürdüler. MGK Genel Sekreterliği artık sadece kırtasiye ve ağırlama işlerine bakıyor. Sivillerin, aldıkları asli eğitim ve mesleki pratikleri ‘planlamaya’ dayanan askerlerle birlikte katıldıkları Milli Güvenlik Akademisi’ni kapattılar. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin adı bile kalmadı.! 1 No.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, bakanlık hizmetlerinin ‘mevzuata, Cumhurbaşkanının genel siyasetine, Cumhurbaşkanı karar ve talimatlarına, kalkınma planlarına ve yıllık programlara’ uygun olarak yürütülmesini öngörüyor.
Anayasanın bile yok sayıldığı bir ortamda, partili Cumhurbaşkanının ‘siyaseti’ yanında mevzuatın, sözde kalkınma planları ya da üstün körü hazırlanmış programların bir hükmü yok.!
Devlet yönetiminde ‘planlama’ kavramını temsil eden Devlet Planlama Teşkilatı’nı 2011 yılında kapattılar; şimdi onun yerine Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı var.!
Depremin en şiddetli şekilde yüzümüze vurduğu sorun devlet düzeyinde bir planlama ‘kültür, kurum ve uzmanlığının’ artık kalmamış olmaması…!
O yüzden orman yangınlarımızı söndüremiyoruz, o yüzden milyonlarca sığınmacının giderek ağırlaşan yükünü taşıyoruz, o yüzden on yıldır saplanıp kaldığımız Suriye’den ne zaman ve nasıl çıkılacağını kimse bilmiyor, o yüzden yüz milyarlarca dolarlık döviz Merkez Bankasından buharlaşabiliyor, o yüzden her yıl trafikte on binlerce insanımız ölüyor, sakat kalıyor, o yüzden işsizlik, döviz, enflasyon kontrol edilemiyor, o yüzden bir anda on binlerce insanımızı kaybettik.
14 Mayıs’ta ülke yönetimine gelecek siyasi iradenin; ulusal çıkarlara yönelik tehdit ve riskleri dikkate alan, milli gücü doğru önceliklere dayalı hedeflere yönlendiren, bunun için de etkin siyaset ve strateji geliştirme, planlama ve programlama süreçleri kullanan kurumsal yapıların oluşturulmasına öncelik vermesi gerekiyor.
Bilim insanlarının sadece konu mankeni oldukları siyasi gösterilerle bu sorunlar çözülemez.!