İ. Bülent Çelik

İ. Bülent Çelik

Ali Türkşen Albayımın örgülü sakalı!

Nadir olarak başardığım bir, ‘uzaktan kumandayı ele geçirme’ seansında, kanallar arası zaplama histerisine girmiştim ki aniden onu gördüm!
Bir anda kumandayı elimden bıraktım!
· · ·
Ekranda emekli Albay Ali Türkşen konuşuyordu!
Konuşuyordu ama benim vizörümden, sadece sağa sola oynayan at kuyruğu örgülü, ucunda gümüşi bir yüzükle boğulmuş, püsküllü bir sakal görülüyordu.
· · ·
“İşte! Benim aradığım da bu!” dediğimi hatırlıyorum.
· · ·
Gözlerim sakallara kitlenmişti!
Hani ilkokula giden kızların saçı arkadan tekli at kuyruğu şeklinde örülür de, çocuk seksek adımlarla yürüdükçe kuyruk bir sağa bir sola savrulur ya;
Heyecanla konuştukça, Albayımın at kuyruğu sakalının, ponpon yağlı boya fırçası şeklindeki püskül kısmı aynı o şekilde bir sağa sola ahenkle sallanıyordu.
· · ·
Pandemi döneminde gereksiz hale gelen günlük traş olma işini bırakıp, keçi sakalın sırrını, yani açıkçası keçi sakal bırakmanın nasıl bir ‘tembel işi’ olduğunu keşfedince epeyce rahatlamıştım.
Benim nezdimde keçi sakal, iki tıraş bıçağı darbesiyle tıraş olma hissini tamamlayan; ampulün keşfi gibi, sağlam bir buluştu.
· · ·
“Keçi sakalını kes!” diyen 12 Eylül darbecilerinin baskısına eyvallah etmeyip, üniversiteyi ve hocalığı terk eden Prof. Emre Kongar’ın ne kadar akıllı bir adam olduğunu, pandemi döneminde keçi sakal bırakınca anlamıştım…
“Yıllarca boşa ıstırap çekmişiz!” deyip durdum kendi kendime.
· · ·
Şimdi, Ali Türkşen’in at kuyruğu örgülü sakalı benim için, bu cezbeli konfor alanını terk ettirecek kadar önemli, ikinci bir devrimdi.
· · ·
Gerçi sakal “rol çaldığı” için Albayımın hiç bir dediğini anlamadığımı da farketmiştim ama bunun ne önemi vardı ki?
Varsın kimse benim dediğimi de anlamasın!
Belki başımın derde girmeme garantisi bile olabilirdi bu durum.
Misal, bizim Yavuz’un da konuşurken metronom gibi sağa sola sallanan, örgülü, püsküllü bir sakalı olsa; ‘bi de bunu izle’yenler, sakalı izlerken hipnoza girip onun ne dediğini anlamasa; böylece o da iki de bir açılan davalardan, adliyelere gidip gelmekten kurtulsa fena mı olurdu!
· · ·
Evet, keçi sakalın rahatlığından feragat etmiş olacaktık; hergün tara, ör, çöz, bağla gibi ekstra iş çıkaracaktı ama ne gam! Sakalla uğraşmasak, uğraşacak iş mi vardı ortalıkta?
· · ·
Hızlı ve ani bir kararla, mevcut keçi sakalımı, örülebilme yetkinliğine gelene kadar, en az birkaç ay daha uzatmaya karar verdim ve durumu derhal, örnek kişiyi de “Aha budur!” diye göstererek Aysel’e tebliğ ettim!
· · ·
Aysel on, onbeş yirmi saniye kadar anlamsız bir ifadeyle yüzüme baktı -Yemin ediyorum, bu süre zarfında, gözlerinde işlem yapan bilgisayarın daire çizen gif’inin dönüp durduğuna ben şahsen şahit oldum- sonra kararlı ve stabil bir ses tonuyla:
“Ben böyle şeylerle uğraşamam! Bu ellerle yemek yapıyorum! Kendin örersin!” diye kestirip attı!
· · ·
Aslında düşündüm!
Önce Ali Türkşen Albayım ve ondan görerek sonra da ben, neden bu örgülü, püsküllü sakala meftun olmuştuk!
Gerekçemiz sadece; pandemi ortamında tesbih çekmek yerine at kuyruğu örgülü sakalın püskülünü sıvazlamanın daha hijyen bir yaklaşım olması gibi palyatif ve içsel yönelime mi dayanıyordu?
Yoksa; savaşçı ruhumuzu yaratan genlerimizde mi vardı bu tutku?
· · ·
Yani ne demek istiyorum; Japon Samuraylarda, eski Moğollarda hatta Osmanlı askerlerinde örgülü saç ya da saçı topuz yapma geleneği vardı.
Busbecq’e göre at kuyruğu saç yeniçeriler arasında da modaydı.
· · ·
Savaşçılardaki bu geleneğin sebebi şuydu:
Savaşçının en kutsal uzvu, yeniden dünyaya gelirken sahip olacağı tek eski parçası kellesiydi: “Ey düşmanım!” diyordu savaşçı, “Maharetli bileklerinle aramızdaki mücadeleyi kazanıp, kılıcınla kellemi kesebilirsin! Ama savaş alanını temizlerken o kelleye saygı göster! Neticede o da bir savaşçı kellesi. Tekmeyle, kürekle sürükleyerek hakaret etme! Parmağını gözüme burnuma sokma!.
Ya ne yap?
Saçımın topuzundan tut, adam gibi, efendi efendi taşıyıp kazdığın çukura at!”
· · ·
Sonra yine düşündüm.
Kardak Kayalıklarına bayrak diken Sat komandosu Albayımın durumu böyle olabilirdi… Ama bırak savaşçılığı, en ufak sıkışmada anında, tehlike mahallinden en az bir meridyen öteye ‘fıy’an ben kulunuzun böyle bir gerekçeye sahip olması mantıksızdı.
Yahu ben, Rize’de heyelan oluyor diye o saat, Samsun’dan Çorum’a kaçmış adamım!..
· · ·
Evet!
Tek ortak noktamız ikimizin de ‘kel’ olmasıydı.
Lakin gerekçelerimiz farklıydı.
Albayımın savaşçı genleri, saçı olmadığı için sakalını at kuyruğu şeklinde örmesi için içgüdüsel bir istek yaratmış olabilirdi.
· · ·
Benim ise oynayacak saçım olsa belki onunla oynar, at kuyruğu şeklinde onu ördürürdüm!
En azından bizim Muammer müdür gibi arkadan topuz yaptırırdım!
· · ·
Ama saçın yoksa neyinle oynayacaksın?
Vermeyince mabud neylesin mahmut!

Ordunun içinde şeyh, şıh, tarikat mensubu olabilir mi?

Ordu, bir uzmanlık alanıdır.
Tapu Kadastro Müdürlüğü de bir uzmanlık alanıdır.
Ama Tapu Kadastro Müdürlüğünde, yapılan bir yanlış ülkeyi savaşa sokmaz!
· · ·
Ordu, emirin demiri kestiği ve ancak böyle olduğunda her şeyin yolunda gittiği bir iş koludur. Komutanının dışında bir merkezden emir alma ihtimali olan bir ordu mensubu “elmanın kurdudur.” Elmaya bir kere kurt girdi mi elma çürür!
· · ·
Keşke dünya, ordulara hiç gerek duyulmayan bir ütopyayı gerçek kılabilse.
Keşke en sivilimiz, en entellektüelimiz; ömrü bir asker olarak savaş meydanlarında geçmiş ve “Mecbur kalınmadıkça savaş cinayettir!” cümlesini kurmuş olan Atatürk’ün yüzde biri kadar anti militarist olabilse..
· · ·
Paratoner yıldırımı çekmez. Bulunduğu çevrede yıldırım oluşumunu engeller.
Bizim coğrafyamızda güçlü ama aynı zamanda ‘sağlıklı’ bir ordunun mevcudiyeti bir savaş paratoneri görevi görür. Savaş kazanmak için değil; ‘savaşın oluşmamasını sağlamak’ için zorunludur.
· · ·
Ancak güçlü ve aynı zamanda akıl sağlığı yerinde bir ordu barışı sağlayabilir.
“Efendim, İsveç, Norveç… Neredeyse ordusu yok!” diyenler var.
Coğrafya kaderdir!
Sakin bir nehir teknesinin omurgası ile dalgalı bir denizde seyredecek teknenin omurgası tabii ki aynı sertlikte olmaz!
· · ·
Evet, askerlik, bir uzmanlık alanıdır.
O alanın eğitimi, tecrübesi, gerektirdiği zihinsel ve fiziksel yetenekler kendine özgüdür.
Aynı tıp gibi…
Kalp ameliyatı için ortopedi uzmanına gider misiniz?
· · ·
Emir komuta zincirine değil de, tarikat liderine bağlı “askerlerin”, nasıl kendi meclisini bombaladığını 15 Temmuz’da izledik.
· · ·
“Ülkenin malzemesi neyse ordunun, güvenlik kurumlarının malzemesi de odur” anlayışı ile orduda, liyakat dışı bir kadrolaşma, tartışılması bile abes olan bir konudur.
Nohut kadar aklı olanın, “Böyle bir şey olmaz! Olmamalı!” demesi gerekir.

Almanya yollarında tek bir TOGG var mı?

Geçen hafta Almanya Başbakanı Merkel, veda ziyaretleri kapsamında, sınırları dahilinde iki buçuk milyon Türk’ün yaşadığı bir ülkenin lideri olarak nezaket icabı, Türkiye’ye de uğradı.
· · ·
İki lider Bir basın toplantısı yaptı.
Erdoğan; muhalefet kalesinin doksanına bir dömivole çakayım hesabıyla, “Koalisyon hükümetleri olmamış olsaydı Almanya-Türkiye ilişkileri daha farklı bir yere ulaşabilirdi. Koalisyon hükümetleri çalışmayı her zaman zorlaştırıyor.” dedi.
· · ·
Yani Almanya ile yaşanan son dönemlerdeki verimsiz ilişkilerin sorumluluğunu oradaki yönetim yapısına bağlamaya çalıştı.
Sandı ki, Merkel “Evet yaa, malesef biz tek adam işini sizin gibi beceremedik diyecek!”
· · ·
Merkel nazik bir şekilde, “Koalisyonlar bizim yapımıza uygundur. Biz bir başkanlık sistemi uygulamak istemiyoruz.” diye yanıt verdi.
· · ·
Halbuki, hangisinin daha iyi olduğunu, anlamak için bir kasalara, bir de yollara bakmak yeterliydi.
· · ·
Almanya’nın kasasında iki yıllık toplam milli hasılası kadar ‘yedek akçesi’ var.
Bizim ise malum. Merkez Bankası bile denize dalmış, dipten kum çıkarıyor!
· · ·
‘Varlık Fonu’ denilen “devlet kumbarasını” bile borçlu duruma sokmuşuz!
Ötesi var mı?
· · ·
Caddelerimizdeki araçlara şöyle bir bakın, metrekareye kaç Audi, BMW, Mercedes; kaç Volkswagen, Opel, Seat; kaç Skoda, Porche düşüyor?
Almanya’da tek bir Togg var mı?
· · ·
Ya, Merkel, kendisini eziklemeye çalışan Reyiz’e, “Cuma’ya giderken konvoyunda yer alan Alman otomobillerini bi say da bizim koalisyon sistemimizi öyle küçümse!” deseydi, itibardan tasarruf işi nece olacaktı?
· · ·
Allahtan Merkel’in kafası o kadar çalışmıyor da…

Önceki ve Sonraki Yazılar
İ. Bülent Çelik Arşivi