Tayfun Atay
Vay ‘insanoğluinsan’ vay!..
İnsan bir hayvan. Ancak onunla “insan-dışı hayvanlar” arasında kurulan en ahlâksız eşitsizlik, alabildiğine doğallaştırılmış, olağanlaştırılmış, sıradanlaştırılmış şekilde ha bire ağzımızdan çıkan “hayvan herif”, “hayvan-oğlu-hayvan”, “hayvanlığın lüzumu yok”, vb. hakaret/küfür ifadeleri… Bir insana alabildiğine spontan bir motivasyonla “hayvan” atfında bulunarak hakaret üretebildiğimiz yerde hiçbirimizin hayvan haklarından dem vurma hakkı yok
Bu ülkede hayvan haklarının “resmen” yokluğu bir yana, bu bakımdan, yani bürokratik çerçevede (teşbihte hata olmaz!) “Kuzunun kurda emanet” olduğunu düşündürecek hayli çarpıcı bir örnekle 2007’de karşı karşıya kaldığımı hatırlıyorum.
O yıl, nesli tükenme tehlikesi altında olduğundan koruma altına alınmış boz ayılar için Çevre ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nce “av onayı” çıkarılmıştı!..
Müdürlük bünyesindeki Av ve Yaban Hayatı Daire Başkanlığı’nca tarihe kara leke olarak geçecek açıklamada şöyle denmekteydi:
“Yaban hayvanları içinde ‘fırsatçı’ diye tabir ettiğimiz türler var. Bunlar, insanların malını yağmalıyor ve canına kastediyor. Bakanlık olarak sayıca az ve korumada olan türler içinden insanlara zarar veren hayvanların öldürülmesinden yanayız. Yağmacı üç ayı vuruldu, diğerlerinin peşindeyiz. Bir insan mı ölecek yoksa bir başka canlı mı? Hangisi tercih edilebilir?” (Milliyet, 28 Kasım 2007).
Bunları okuyunca kendi mensup olduğunuz “tür”den utanmak bir yana, geçtiğimiz haftalarda yavru ayıyı silahla vurup ardından av köpeklerine parçalatan, üstüne üstlük video-kaydını sosyal medyada paylaşan “insanoğluinsan”ın motivasyonunu ve gücünü nereden aldığını netleştirme imkânı buluyorsunuz. Belli ki balık baştan kokuyor!..
Tabii buna ek olarak, doğayı kurtarmak için tek çarenin “terör” olduğunu savunan ekoteröristlerin “piri”, doğa filozofu Edward Abbey’in “Ben bir çıngıraklı yılan yerine insan öldürmeyi tercih ederim” sözü de yankılanıyor kulağınızda!..
Çünkü bir çıngıraklı yılanın ekolojik sisteme, besin zincirine katkısı, bir insandan çok daha fazla.
İnsan ise bir doğa zararlısı, yeryüzünün “kanser”i ve hiç de eşref-i mahlûkat olmayıp, “eşerr-i mahkûkât”. Yani, yaratılmışların en kötüsü!..
“Av turizmi”nin
olduğu yerde hayvan hakları olmaz!
Yavru ayıyı işkenceye de uğratarak katleden adam, “kabahatler kanunu”ndan cüz’i bir cezaya çarptırıldı mı çarptırılmadı mı bilemiyorum. Ama geçtiğimiz hafta bir başka “insanoğluinsan”, Hatay-Samandağ’da Goldi adlı köpeği acımasızca bıçaklarken nihaî amacına ulaşamadan engellenip polise teslim edildikten sonra olanı dehşetli bir acı içinde hatırlıyorum: 28 yaşındaki adam, emniyette ifade verdi, salıverildi ve ardından yaptığı ilk iş tekrar eline bıçağı alıp Goldi’nin yanına gitmek ve art arda darbelerle hayvanı katletmek oldu.
Bu olayın yarattığı infialle hafta içinde “hayvan hakları” konusunda devlet erkinin ne noktada olduğu üzerine bir tartışma başladı. Ve öğrendiklerimiz, yukarıda 2007’ye dair kaydettiğimiz vahim noktadan öteye bir arpa boyu bile yol alınamadığını düşündürür mahiyette.
TBMM’de bir türlü yasalaşamamış Hayvan Hakları Yasa önerisi, önerenlerin elinde kalmış gibi görünüyor.
Meclis’te bütün partilerin katılımıyla bir Hayvan Hakları Komisyonu oluşturulmuş. Komisyon, 55 maddeden oluşan bir rapor hazırlamış. Ana muhalefet CHP de bir Hayvan Hakları Kanun Teklifi sunmuş.
Ama, Tek-Adam İktidarı’nın “döşeme taşları” olan AKP ve MHP bu kanun teklifini görüşmeye yanaşmamışlar. 55 maddelik rapora göre hazırlanan yasa teklifine de Cumhurbaşkanlığından onay hâlâ çıkmamış.
Kısa vadede, uluslararası mahiyette işlediği anlaşılan “av turizmi” sezonunun geçmesini bekledikleri düşünülebilir!..
Uzun vadede ise zaten beton-sever inşaat kapitalizminin bir koşulu olarak her daim yerlerinden-yurtlarından edilip yaşam alanlarından olan hayvanların “hakları”nı yasal güvenceye alarak, kendilerince kaş yapayım derken göz çıkarmak ve müteahhit saltanatının hışmını üzerlerine çekmek istemiyor olabilirler!..
Bir hakaret olarak “hayvanlık”
Devletin pozisyonu böyle ama iğneyi kendimize batırmadan da olmaz.
Hayvan hakları ihlalleri, hayvanlara yönelik ötekileştirme, hayvanları hiçleştirme, değersizleştirme, aşağılama hususunda günahsız olanımız yok denecek kadar az.
İnsan bir hayvan. Ancak bu insan-hayvan ile insan-dışı hayvanlar arasında kurulan en ahlâksız eşitsizlik, alabildiğine doğallaştırılmış, olağanlaştırılmış, sıradanlaştırılmış şekilde ha bire ağzımızdan çıkan “hayvan herif”, “hayvan-oğlu-hayvan”, “hayvanlığın lüzumu yok”, vb. küfür-hakaret ifadelerinde karşılık bulmakta.
Bir insana otomatikleşmiş ve spontan bir motivasyonla “hayvan” atfında bulunarak sere serbest hakaret üretebildiğimiz yerde hiçbirimizin hayvan haklarından dem vuracak yüzü yok aslında.
Tamamen beşerî (kültürel) bir yıkıcı edim; söz gelimi kabalık, hoyratlık, haşinlik veya sözel, fiziksel, cinsel şiddet tezahürü karşısında tepki ve öfkenizi bu edimlerde bulunanlara “Hayvan!” diyerek gösteriyorsanız, bir insana değil insan-dışı hayvanlara hakaret ediyorsunuz demektir. Hiçbir hayvan bunu hak etmiyor.
“Eşşoleşşek”, “it oğlu it”, “öküz oğlu öküz”, “köp’oğlusu”, “domuz soyu”, vs. vs. vs.… İnsan denen hayvana yönelik hakaret hedefli kullanılan bu ifadeler, insanmerkezci ve “türcü” bir zihniyet yörüngesinde hareket etmekle bağlantılı ve hiçbir yadırgama veya sorunsallaştırma söz konusu olmaksızın kullanılmakta.
Dolayısıyla hayvan haklarını savunmaya, hepimizde içkin bu dil yârelerinin üzerine giderek başlamak gerekiyor.
Türcülük belâsı
Türcülük, insan-dışı hayvanları, sırf bu nedenle, yani insan olmadıkları için her türlü istismar, eziyet ve kıyıma müstahak saymak demek… O yüzden yaşam alanları; ormanlar, dağlar, ovalar, ırmaklar, göller, denizler beton ve plastiğe boğuldukça soylarının tükenme tehlikesi karşısında bunların sorumluları içlerinde en küçük bir sızı dahi duymuyorlar. Kuzey Marmara’da köprü, otoyol, hava limanı diye diye ağaç ormanları beton ormanlarına dönüştürülürken yok olma sürecine giren mandaların haline dikkat çekmeye çalıştığınızda mesela; sanki başka bir gezegendenmişsiniz gibi suratınıza boş boş, bön bön ama aynı zamanda sinirli-öfkeli bakıyorlar.
Türcülük, hayvanları şu an yürürlükteki yasada olduğu gibi, “eşya” yerine koymak demek… O yüzden polisin, jandarmanın, zabıtanın, savcının ve hâkimin gözünde bir hayvana işkence ederek öldüren insanın eylemi, cinayet değil kabahat olarak değerlendirilmekten öteye gitmiyor.
Türcülük, ırkçılık ya da cinsiyetçilik ne anlam taşıyorsa aynı nitelikte bir insani yanlışlık ve terimi literatüre kazandıran Richard Ryder’in deyişiyle de bir başka türe mensup oldukları için hayvanlara zevk için, keyif için, eğlence için zarar verme “hakkı” demek… O yüzdendir ki devletin bakanlığı, yine geçenlerde gündeme geldiği üzere, ellerinde insanî canavarlığın nişanesi ateşli silahları savunmasız, masum, başlarına ne geleceğini bilmeyen keçilerin, ayıların, geyiklerin, tilkilerin, tavşanların, kuşların üzerine doğrultup onların canlarını alanların yaptığını katliam/soykırım saymıyor da spor ve “av turizmi” sayıyor!..
Hayvan da “insan”dır!
Bu sorunun içinden çıkmak ancak çok radikal bir tavır alışla mümkün:
Hayvanlara insan muamelesi yapmak durumundayız.
Çünkü gayet açık şekilde bütün araştırmalar ortaya koyuyor: Bugün bir hayvana yönelik eziyette bulunan birinin aynı davranışı bir sonraki aşamada insana yönelik sergileyeceğine şüphe yok. Zaten o yüzden türcülükle cinsiyetçilik, onlarla ırkçılık adeta “ikiz kardeş” derecesinde yakınlık ve ilişki arz etmekte.
Irkçılığa, cinsiyetçiliğe ne kadar karşıysanız türcülüğe de o kadar karşı olmak zorundasınız.
ABD’de George Floyd’un alçakça katledilmesiyle, bu topraklarda Pınar Gültekin’in canavarca katli ve bastırılamaz bir arzuyla Hatay’da bir köpeği bıçaklamaya doyamayan insan aynı zehrin ürünü: Kendinden olmayanı ister renginden ister cinsiyetinden isterse türünden dolayı “öteki” sayıp, ona her şeyi reva görme duygusu, düşüncesi, arzusu bu.
Güneydoğu Asya’da Borneo adasında yaşayan ve insana biyolojik olarak en yakın akraba türlerden olan orangutan maymunlarına bu adı onlarla aynı yaşam ortamını paylaşan yerlilerin verdiğini biliyoruz.
Borneo yerlilerinin dilinde orangutan, “orman insanı” demek.
Yani sözüm ona “modern” uygarlığımızca “ilkel” addedilen bu yerliler, aynı yaşam ortamını paylaştıkları orangutanların davranış örüntülerine yönelik gözlemlerden hareketle onları kendileriyle aynı türden varlıklar olarak değerlendirmekten yüksünmeyip “insan” addetmişler.
Demek ki bir yanda orangutanları “insan” diye yücelten Borneo yerlileri, yaygın (ama elbette yanlış) deyişle “ilkeller” var. Diğer yanda da insanı “hayvan” diye aşağılayan, küfre-hakarete boğan “modernler”, “medeniler” ve elbette Bizim Eller!..
Bu durumda içimizden çığlık çığlığa sormak geliyor:
Hayvanlaştıramadıklarımızdan mısınız?!..
Cevap hayır mı?..
Öyleyse ne haliniz varsa görün, insanoğluinsanlar!..
(KAYNAKLAR: Tom Regan, Kafesler Boşalsın: Hayvan Haklarıyla Yüzleşmek, İletişim, 2007; Richard Ryder, ‘Türcülük’, Birikim, Sayı: 195, 2005; Sargut A. Tont, Sulak Bir Gezegenden Öyküler, TÜBİTAK, 2001)